Yüce dinimiz İslam’ın hedefi, insanların hem bu dünyada hem de ahirette saadet ve mutluluklarını sağlamaktır. İnsanın dünya mutluluğunu sağlayan birçok şey vardır. Bunların en önemlilerinden biri de çalışmaktır. Çalışan insan iki türlü mutlu olur: Birincisi bir eser, bir ürün meydana getirdiği için sevinir ve mutlu olur. İkincisi başkalarına muhtaç olmadan kendisi ve ailesinin ihtiyaçlarını karşıladığı için mutlu olur. Onun için dinimiz, Müslümanları ahiretleri için çalışmaya teşvik ettiği gibi dünyaları için de çalışmaya teşvik etmiştir. Bundan dolayıdır ki Rabbimiz bütün varlıklar arasında sadece insandan ehliyet ve liyakat beklemektedir. Çalıştığı işte ehil, yetkili, o işe layık, yeterli olmasını istemektedir.
Günümüzde diplomalar, yeterlilik anlamına gelen ehliyetin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Ancak bir diploma sahibi olmak, aynı zamanda liyakatli olmak anlamına gelmiyor. Liyakat; kişinin bilgi, görgü, kültür, tecrübe, performans, fiziksel konum gibi değerlerin yanında; kişinin aldığı eğitimin, kazandığı iş deneyiminin yapacağı işe dayanak oluşturması gibi kriterlerin emsallerine göre daha uygunluk taşımasıdır.
Emanet ise işin gerçek sahibi tarafından, geçici bir süre için bir başkasının hizmetine sunulan değerler manzumesidir. Buna göre hayat, akıl, sağlık, nimet, servet, evlat, devlet, iktidar, yönetim gibi; bireyin, toplumun, devletin uhdesine tevdi edilen her şey bir emanettir. Mutlak anlamda kul, yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak kendisine verilen nimetlerin emanetçisidir. Diğer taraftan idareciler, yöneticiler, işverenler veya işçiler uhdelerine verilen işlerin emanetçileridir.
Kuran-ı Kerim’de de Allah; “Emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” ayet-i kerimesi ile hangi tür makam, görev ve mevkide çalışma durumu olursa olsun liyakat sistemini temel alan bir model anlayışını emreder.
Liyakat sistemi yani işi ehline verme olayı dünyadaki çalışma hayatını yandaşlığa ve kayırmacılığa karşı koruyucu bir kalkandır. Çünkü liyakat sisteminin en önemli özelliği adama göre iş değil, işe göre adam esas alan bir sistem olmasıdır. Adaletin tesisi liyakatin esas alınmasıyla sağlanabilir. Liyakati olmayan bir sistemin adaleti yoktur. Çünkü liyakat objektif kriterlere dayandığı için, aynı zamanda “adaletin” tesisi ve istikrarın devamlılığı anlamına gelmektedir. Kişilere göre değişen kriterlere dayanan kayırmacı sistemde; genel menfaatin yerini ferdî menfaat, adaletin yerini zulüm, istikrarın yerini istikrarsızlık, üretimin yerini de üretimsizlik almaktadır. İşe göre adam seçilmediği için tecrübe, bilgi ve beceri gibi değerler dışlanmakta; liyakat devre dışı kaldığı için de adaletsizlik kurumsallaşmaktadır. Toplumsal düzenin sağlanabilmesi için liyakatin yönetimin tam merkezinde yer alması mutlak bir zorunluluktur.
Günümüzde belediyeler dâhil olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarında yapılan atamalarda emanet, liyakat, ehliyet ve adalet gibi ulvi değerlerin yerini partizanlık, yandaşlık, çıkarcılık, kayırmacılık gibi kriterlerin alması son yılların en çok tartışılan konularının başında gelmektedir. Daha işe alımda liyakatin yerini siyasi kayırmacılık, hemşericilik, eş, dost, akraba, bölgecilik gibi değerler almakta; uygulama, görevde yükselme ve üst görev için kurumlar arası geçişle devam ettirilmektedir. Diğer taraftan devlet kademelerinde yüksek ücret skalasının uygulandığı kurumlar oluşturulmakta, yandaş kamu çalışanlarının bu kurumlara geçebilmeleri için torpil müessesi çalıştırılmaktadır. Para, makam, şöhret düşkünü bazı kamu çalışanları, bu kurumlara “kapak atabilmek” için politikacıların ve etkin bürokratların çevresinde pervane gibi dönmektedir.
Kamuda ve özel sektörde işi bilene teslim etmeme en temel sorunların başında gelmektedir. Gerek işe alımlarda gerekse görevde yükselmelerde adalet mekanizmasının askıya alındığı; politik, çıkarcı ve kayırmacı anlayışın liyakatin yerine geçtiği bilinen bir gerçektir. Oysaki hizmet alanlarının nitelik ve nicelik olarak sürekli değiştiği, sanayileşmenin devasa geliştiği ve şehirleşmenin yaygınlaştığı çağımızda bilişim ve teknolojik alanda devletlerin dünya ölçeğinde başarılı olabilmesi, evrensel kurallar içeren liyakat sisteminin hayata geçirilmesi ile mümkündür.
Rasûlullah x Efendimiz’in “Emanet kaybedilince kıyameti bekleyin.” sözü özellikle inanan insanlar tarafından çok önemli bir uyarı olarak kabul edilmeli, emanetin ehillerine verilmeyip, ulufe gibi dağıtılması ise emanete hıyanet olarak algılanmalıdır.
Bu yüzden İslam dini emanetin ehline verilmesi konusunda son derece hassas davranmıştır. Dinimiz toplum içinde temayüz etmiş ilim, ahlak, liyakat, ehliyet, dirayet, basiret ve şahsiyet sahibi olanların başta devlet kademelerinde olmak üzere bütün alanlarda değerlendirilmesi ihtiyarî bir sorumluluk değil, dinî ve vicdanî bir zorunluluk olarak görmüştür.