Allah Zülcelâl’e ezelî ve ebedî hamd ü senâlar olsun. “Ey iman edenler sizler (de Habibime) salat u selam getirin!” emr-i ilahîsine imtisalen Rasûl-i Ekrem Efendimize salat ü selam olsun. Allah Teâlâ’nın inayeti ile yazımızı kaleme almaya başlarken bir hususu sizlere hatırlatmakta fayda görüyorum:
Yazmak kolaydır, dergiler almak da kolaydır ama şu iki şeyi yerine getirmek bunlar kadar kolay olmamaktadır: Bunların birincisi: İlk emri “oku” olan bir dinin mensubu olmamıza rağmen okumak bize zor gelmektedir. Bundan daha zor olanı ise okuduklarımızı anlama ve anladıklarımızı yaşama meselesidir. Zaten İslam dünyasının inandığı gibi yaşamasının önündeki en büyük engellerden birincisi okumamaları ve neleri okuyacaklarına karar verememeleridir.
İmam-ı Azam Hazretleri bizlere, “Aleyküm bi’l-atîk” (Eski, kadîm eserlerden ayrılmayınız.) emrine binâen okuma hususunda eski eserleri tercih etmemizi tavsiye etmişlerdir.
Bizler de öncelikle kitap okuma alışkanlığı kazanmanın gayretinde olmalı ve ardından da okuyacağımız kitapları seçmek için güzelce araştırmalıyız. Bunun ardından evimizde zaman ayırarak ailemizle birlikte ehl-i sünnet itikadı ile ilgili kaynak eserleri okumalı, müzakere etmeliyiz. Aksi takdirde aile yuvanızda bile akidenizde tevhidi, birliği sağlayamazsınız.
Hanım ve erkek yanlış itikadlarla yaşayıp birbirlerine bunları anlattıkları takdirde aile yuvalarını Rasûlullah’ın “Aileler bile sapıklaşıp birbirini sapıklaştıracaklardır.” kavl-i şerifiyle işaret ettiği tehlikelere maruz bırakacaklarını hiçbir zaman unutmayalım.
İslam dünyasının inandığı gibi yaşamasının önündeki ikinci eksiklik ise sadakât noksanlığıdır. Ümmet-i Muhammed sözlerine ve vaatlerine sadakât göstermelidir.
“Sadıkım” diyen kullarını hesaba çekeceğini Allah Zü’l-Celâl kendi lisanı ile Kitab-ı İlahisinde “Tâ ki Allah sadıklara sadakâtlerinden sorsun.”[1] buyurarak bizlere haber vermektedir.
Mahşer günü hesap ve mizanın kuruluşunun bir sebebi de kulları sadakât imtihanına tabi tutmak içindir. Hesap günü bütün meselelerle ilgili olarak “Ey kulum! Sen sadakâtten bahsederdin. Şimdi bu sözünde sadık olup olmadığına bir bakalım.” buyurarak bizleri hesaba davet buyuracak olan Rabbu’l-İzzet Hazretleri, güzel ahlakından ve sadakatinden seni hesaba çekerek “Gel bakalım, ey kulum! Ben mü’mindim veya müslümandım diyordun. Acaba bu sözünde sadık mıydın?” buyurur.
Çünkü sadakât iman ve İslam’ın temelidir, ruhudur. Allah Zü’l-Celâl’in buyurduğu gibi, onlara “Siz mü’min misiniz?” diye sorulunca; onlar da “İman ettik.” derler. Ama Allah Teâlâ onlara “Siz mü’min değildiniz.” buyurur.
İnancımız ve yaşayışımızla ilgili her hususta sadakât gerekir. Sadakât, imanın ve kurtuluşun şartlarından birisi olduğu için; mü’minlerin konuşurken, anlatırken ve yaşarken sadık olmaları imanlarının alametlerinden ve Rasûlullah’a tâbi olmanın şartlarından biridir. Çünkü Peygamberimiz ”sâdıku’l-va’dü’l-emîn” ismini almıştır. Ve hem de bu ismi kendisine o günün müşrikleri vermiştir. Bu, bize, Müslüman olmayanların bile mü’minleri sadakâtleri ile tanımalarının ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Evet, sadakât ehli olmak için her şeyi olduğu gibi konuşup anlatmak ve yaşamak gerekir. Kendi namına konuşurken menfaatinin icabı sadık sözler konuştuğun gibi başkalarını da anlatırken seni sadakâtten hiçbir şeyin uzaklaştırmaması gerekir. Ne korku ne menfaat ne de başka arzularının araya girmemesi gerekir.
Sadakâtin ve Rasûlullah’a şüphesiz bir şekilde tâbi olmanın, imanın şartlarından olduğunu ve Allah Teâlâ’nın kıyamette kullarını bunlardan dolayı hesaba çekeceğini asla unutmamamız gerekir.
Korkuların, menfaatlerin bizi asla sadakâtten uzaklaştırmaması gerekir. “Her yerde göründüğün gibi ol, olduğun gibi de görün.” sözünü hayatımıza rehber edinmeliyiz.
Sadakât, iman ve İslam’ın ruhu olduğu gibi insanlığın ve gerçek manada insan olmanın da şartıdır. Bazı menfaatler elde etmek için veya tehdit ve korkulardan dolayı sözleri olduğunun dışında konuşmamız halinde ilahî huzurda Allah’a hesap vereceğimizi unutmamalıyız.
“Mü’minim” dediğimiz vakit Allah Teâlâ’nın; “Gel bakalım, Allah’a iman ettim sözünde sadık mısın, değil misin?” hitabının muhatabı oluruz. Ardından da –Allah muhafaza- mahcubiyet ve pişmanlık içerisinde hiçbir karşılık veremeyeceğimiz şu ifadelere maruz kalırız:
“Her an seni gördüğümü, her an seni dinlediğimi, her halde seni kontrol ettiğimi bildiğin halde emir ve yasalarımı terk ettiğin halde sadık bir kul olduğunu mu sandın! Sen, kendin gibi âciz insanlar karşısında, onların koymuş olduğu ölçülerle hareket etmeye dikkat ederken, âciz mahlûklardan korkup hak sözleri değiştirirken Ben’den niçin korkmadın?”
Evvela hareketlerimizin bütününü bu cümle içerisinde değerlendirerek durumumuzu tefekkür edelim ki yarın huzur-i Rabbi’l-İzzet’te sadıklardan olarak “Sana iman ettim.” sözümüzün Allah katında bir değeri olsun.
Allah katında hiçbir değeri olmayan sözler için karşılaşacağımız dehşet ve vahşeti bu dünyada yaşamalıyız ki İlahi huzurda alnımız açık ve parıltılı bir şekilde hesap âleminden ayrılabilelim.
Bu kısa bir cümleyi ehl-i sünnet inancı çerçevesinde iyice öğren ve bak ki Allah’a olan inancında sadık mısın, değil misin?
“Allah’ın meleklerine inandım.” sözünde, yani meleklere olan inancına ne seviyede sadıksın.
Allah Teâlâ, senin sağına, yaptığın iyiliklerini yazan, soluna ise işlediğin kötülüklerini yazan birer melek koymuştur. Dünya hayatında ‘a’dan ‘z’ ye konuştuğun, dinlediğin, gördüğün şeyler, yaptığın bütün işler hesap günü en küçüğünden en büyüğüne kadar önüne getirilip serilir ve sana “Meleklere iman ettim sözünde ne kadar sadıksın?” diye sorarlar.
Dünya hayatında bir memurun gözetimi altında olduğunu bilsen, devletin nizam ve intizamı aleyhine iki kelime konuşmaktan çekinecek olan sen, iki omuzuna birer melek koyan ve ‘a’dan ‘z’ye yaptığın bütün hareketleri gören ve bilen Rabbinin huzurundaki durumuna bir bak.
Doğru yanlış demeden her istediğini, istediğin yerde ve şekilde yaparken, sıdkı ve kizbi hesap etmeden hayatını yaşamaya devam edip işlediğin bütün fiillerin melekler tarafından önüne serildiği vakit meleklere sadakâtle iman ettiğini nasıl ispat edebilirsin?
O günün pişmanlığını şimdiden düşünün de Allah Teâlâ’nın bu husustaki beyanatlarına dikkat edin.
Allah Teâlâ Hazretleri’nin, amel defterleri ortaya konduğu vakit günahkârların, onun içinde yazılı olan şeylerden dolayı korku içerisinde “Eyvah bize! Bu kitaba ne olmuş? Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp hepsini saymış.”[2] diyecekleri günü düşün. Hasretlik ve pişmanlık içerisinde sadakât imtihanını kaybedip “Haydi cehenneme gidin!” şeklindeki tehdidi düşün.
Bil ki; konuşacağın sözün ölçüsü, mü’min, müslüman ve insan olmanın ölçüsü sadakattir. bunun için sen de sadıklardan ol. Çünkü Allah Teâlâ, kıyamet gününde “En iyi mü’min benim, en iyi müslüman benim, en doğru insan benim” sözlerinin kişiye hiç fayda vermeyeceğini bildirmek üzere; “Bugün, (yalnızca) sadıklara sadakâtlerinin fayda vereceği bir gündür.”[3] şeklinde uyarıda bulunmuştur. O günde insanlığa yalnız sadakâtin fayda vereceğinin hesabını bu hayatta yapmalıyız.
Mü’minler olarak “Allah’ın kitaplarına da iman ettim” diyerek Rabbimiz Allah ile bir anlaşma akdetmiştik.
Şimdi bir düşün. Bakarken mi sadıksın, dinlerken mi sadıksın, konuşurken mi sadıksın, yaptığın işlerde mi sadıksın? Ancak bütün hayatını Kur’an ve Sünnete uygun olarak yaşadıysan Allah’ın kitabına olan inancında sadakâtini ispat edebilirsin.
Günümüz dünyasında insanlar grup grup. Kimisi “Mü’min ve müslümanım, Allah’ın kitabına ve Rasûl’ün sünnetine inandım.” der, Bazıları “Ben nasıl istersem öyle yaşarım.” derken bir kısmı da “Şunlar nasıl istiyorsa öyle yaşarım.” derler.
Kendisinin Kitaba inanmış bir mü’min ve müslüman olduğunu iddia eden fakat Kitabullah’a ve Rasûlullah’ın sünnetine ittiba etmeyen bir insan ilahi huzurda sadakât imtihanından başarılı olabilmek için hayatında ne bulabilir?
Bu meseleleri bu hayatta düşünüp, konuşup, dertleşmek az da olsa toparlanmamıza vesile olur. Belki o zaman sözlerimize sadakâtin önemini kavrayarak Allah’ın emir ve yasaklarını hiç kimsenin kınamasına aldırmadan tebliğ edebiliriz.
Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifte “En faziletli cihad, zalimlere karşı hakkı konuşmaktır.” buyurmaktadır. Demek oluyor ki zalimlere karşı sözlerimizde Hakka sadakât göstermeye çok dikkat etmeli ve önem vermeliyiz.
Rabbimiz, zalime karşı hakkı tebliğ etmede sadakâti en büyük cihad ve hicret faziletine sahip olma fırsatı olarak bizlere lütfetmiştir.
Günümüz dünyasındaki insanların bu husustaki iddiaları çok büyüktür. Zalime karşı hakkı söylerken doğru konuşuyoruz derler ve bunu da pek çok zaman yapabilirler. Ama günümüzde bundan daha büyük olan cihad ise; sevdiğine karşı hakkı yani doğruyu hiç çekinmeden söylemektir. Çünkü zalime karşı ayağa fırlayıp hakkı, doğruyu söyleyenleri çokça bulursunuz. Ama sevdiklerine karşı doğruyu konuşan sadık bir kul bulmak için çok dolaşmamız gerekiyor.
Sahabe-i kiram hazerâtı hem zalimlere hem de sevdiklerine hakkı söylemek uğruna her türlü meşakkât ve eziyete katlanmaktan, hapis yatmaktan, işkenceye maruz kalmaktan ve dahi ölmekten çekinmiyorlardı.
Ama günümüz dünyasındaki mü’minler yakınlarına, sevdiklerine ve dostlarına hakkı söylemekte çoğu zaman tereddüt içerisinde kalmaktadır.
Onun için insan evvela en sevdiğine yani nefsine hakkı tebliğ etmeli ve bu tebliğe nefsini itaat ettirmelidir. Nefis, insanı sadece menfaati için konuşturur ve koşturur. Veya kendisine bir zarar geleceği vakit zararı defetmek için konuşturur. Bundan dolayı insanı sadakâtten ayıran ve uzaklaştıranların başında insanın kendi nefsi gelir.
Bazı cemaat mensuplarının rehberlerine olan sadakâtlerini hiçbir yerde bulamazsınız. Ne kadar üzüntü vericidir ki; bu insanlar rehber kabul ettikleri kimselerin her sözünde ve davranışında bir hikmet görürler. Ve yapılan işi çeşitli şekillerde tevil etmenin gayretinde olurlar. Böyle yaparak aslında rehber kabul ettiklerine zarar verdiklerinin de farkında olmayan insanlar, rehberlerine olan sadakâtleri sebebiyle yapılan hata ve isyanları doğru kabul etmek gibi bir yanlışa da sürüklenirler. Böylece bu kimseler cehaletleri sebebi ile yapılan isyan ve hatalarda bir hikmet arayışı içerisine girerek inancını kaybedip sapıklar zümresine dâhil olurlar.
Şunu kesinlikle biliniz ki; hatada hikmet olmaz. Yalanda hikmet olmaz. İsyanda hikmet olmaz. Eğer bir şeyde hikmet varsa Allah Teâlâ onu yasaklamaz. Eğer böyle bir şey olacak olsaydı Rabbimizin “Kullarımı sadakâtten imtihana çekeceğim.” beyanı hatalı olurdu ki; Allah Teâlâ noksanlıklardan münezzehtir.
Artık içinde sürüklenmekte olduğumuz bu hayata bir dur diyelim. Kendimize çekilip Allah’a, Rasûlüne ve Kur’an-ı Kerim’e olan inancımızda sadık mıyız bir bakalım. Zaman zaman, ayet ayet, hüküm hüküm inancımızdaki sadakâtimizi kontrol edelim.
Şunu da bilelim ki sadece, “Allah’a, Rasûlüne ve Kur’an’a iman ettim” sözüyle inançta sadakât ispat edilmez. Sözde sadakâtimizi yaşayışımızın ispat etmesi lazımdır. Çünkü hesap günü Allah Teâlâ sözlerinizle yaşayışınızı karşı karşıya getirecektir. Sözleriniz yaşayışınızı veya yaşayışınız sözlerinizi tekzib ederse –hafazanallah- huzur-i Rabbi’l İzzet’ten yalancı olarak kovulursunuz. O zaman Rasûlullah’ın “Yalan insanı cehenneme götürür.” hadis-i şerifinin sırrını yaşayarak öğrenirsiniz.
“Allah’ın gönderdiği kitaplara ve rasûllere iman ettim.” sözünde sadıkım diyen mü’min ve müslümanlar, “Peygambere iman etmeden cennete gidilir.” diyenlerin sözüne itibar ederlerse; Peygambere sadakâtle iman ettiğini nasıl ispat edecek? Aynı şekilde ahiret gününe iman ettim diyenler de bu inancını nasıl ispat edecektir?
Bu kısa yazılarla bu hususları bütün yönleriyle izah edip bitirecek imkânımız yoktur. Bundan dolayı bu hususta okuyucularımızın, inançlarının sadakâtini vicdanlarıyla baş başa kalarak tefekkür etmeleri gerekmektedir.
Mü’minleri, iman esaslarına olan sadakâtlerini tefekküre ve dünyevî meselelerle uhrevî meselelere sadakâtlerini tespit etmeye davet ederim.
Huzur-i Rabbi’l-İzzet’te sadakâtten imtihana çekileceğimizi ve burada sözlerimizle yaşayışımız birbirini tekzib ederse huzurdan kovulacağımızı şimdiden düşünüp dost ve düşmanların kınama ve tehditlerine aldırmadan hak olan sözü söyleyerek hem kendimizin uyanmasına hem de insanları daldıkları gafletten uyarmaya gayret edelim. Allah’ın selameti sadık kullar üzerine olsun.
[1] Ahzâb, 33/8
[2] Kehf, 18/49.
[3] Mâide, 5/119.