İçeriğe geç
Anasayfa » İSTİKAMET

İSTİKAMET

Müslümanın her türlü aşırılıktan sakınarak doğruluk üzere bulunması anlamında bir ahlâk ve tasavvuf terimi olan istikamet, sözlükte “doğru, düzgün, dengeli, sabit ve kararlı olma” gibi anlamlara gelir. İstikamet “doğruluk, dürüstlük, adalet, itidal, itaat, sadakat ve dürüstçe yaşama” mânalarında kullanılmaktadır. Bunu, dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürme, her türlü aşırılıktan sakınma, Allah’a itaat edip Hz. Muhammed (s.a.v)’in sünnetine uyma” şeklinde özetlemek de mümkündür. Doğruluk, dürüstlük, adalet ve doğruluktan ayrılmamak istikamete uygun bir davranıştır.

Bazı âyet ve hadislerde geçen kayyım/kayyime kelimesinin “istikamet” anlamında olduğu ifade edilmektedir. Buna göre ” dîn-i kayyim   herhangi bir eğrilik, yanlışlık içermeyen, haktan ayrı bir yönü bulunmayan doğru (müstakim) din/İslâm dini demektir. Yine “kütübün kayyime” ta­biri de “doğruyu yanlıştan ayıran hak (müstakim) kitaplar” mânasındadır. Râgıb el-İsfahânî, istikamet kelimesinin düz bir çizgi gibi dosdoğru yol hakkında kullanıldığını ve bundan dolayı hak ve hakikat yoluna “sırât-ı müstakim/istikametli yol” denildiğini ifade eder. İstikamet, insanla ilgili olarak “dosdoğru yol üzerinde sapmadan ilerleme” demektir.  İstikamet, “eğri büğrü olma, yoldan sapma” demek olan “i’vicâc”ın karşıtı olarak kullanılır.

Kur’an-ı Kerîm’de istikamet, dokuz âyette fiil olarak yer almakta; ayrıca yirmi ikisi “sırat”, ikisi “kıstas”, biri “hüdâ” ve biri de “tarîk”  kelimeleriyle birlikte olmak üzere yirmi altı âyette geçmektedir. Hadislerde de hem istikamet kelimesi hem de aynı kökten olan fiil ve isimler yer almaktadır. Bütün bunlarda kelimenin,  “doğ­ruluk, aşırılıklardan uzaklık, sebat ve kararlılık” anlamlarında kullanıldığı görülür. “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra istikamet üzere olanları” övgüyle anan iki âyetteki istikamet kelimesi tefsir kitaplarında “samimi ve kararlı bir imanla hak ve hayır yolunda istikrarlı, dengeli bir hayat sürdürme” şeklinde tefsir edilmektedir. Sahabeden birinin Hz. Peygamberimiz’ (a.s)’den kendisine, başka bir öğüde ihtiyaç duymayacağı bir tavsiyede bulunmasını istemesi üzerine, Peygamberimiz ona, “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru/istikamet sahibi ol!” buyurmuştur.

Bu âyet ve hadisteki istikamet kelimesi, öncelikle tevhid inancında kararlılığı ifade eder. Nitekim Taberî’nin zikrettiği bir rivayette Rasûlullah (a.s) bu âyeti okuduktan sonra, “Rabbimiz Allah’tır” diyerek iman eden insanların bir bölümünün daha sonra küfre/dini inkar etmeye döndüğünü söylemiş, ardından da şöyle buyurmuştur: “Her kim imanla ölürse işte o, istikamet sahibi olanlardandır.”

Manası hakkında çeşitli tefsirler zikredilen Fussılet Sûresi’nin 41. âyetinin, “Rabbimiz Allah’tır diyenler” bölümü iman ve ikrarla, “istikamet sahibi olanlar” bölümü de iyi ve sâlih işlerle ilgilidir.

İstikamet kavramı, tüm ahlâkî davranışlara ölçü oluşturan bir kapsam genişliğindedir. Buna göre istikamet sahibi insan; bütün davranışlarında aşırılıklardan uzak kalan, dengeli bir hayatı kararlı bir biçimde sürdüren kimse demektir. Ancak hayat boyunca her durumda istikamet çizgisinden sapmadan yaşama güç olduğundan dolayı insanlardan mutlak bir istikametten ziyade, imkân ölçüsünde istikamet sahibi olmaları istenmiştir. İmam Gazzâlî, iki aşırılık arasındaki orta çizginin “kıldan ince kılıçtan keskin” olduğunu ve ifrat ve tefrite sapmadan dosdoğru çizgide ilerlemenin neredeyse imkânsız bulunduğunu belirtir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de sırât-ı müştakımın kurtuluş için yeterli görüldüğünü belirtir ve şöyle der: “İstikamet gerekli ve kurtarıcı olduğundan dolayı her mümin kul, günde on yedi defa yani beş vakit namazın farzlarında, ‘Bizi sırât-ı müstakime ilet! diyerek dua etmesi gerekir.

Bir rivayete göre Hz. Peygamber’in kendisini yaşlandırdığını belirttiği ağır yükümlülüklerden birinin, “Sana emredildiği şekilde istikamet sahibi ol! ayeti olmuştur. Nitekim  “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol[1] ilâhî emri hakkında Hz. Peygamber “dosdoğru/istikamet sahibi ol” emrinin kendisini ihtiyarlattığını belirtmiştir.[2]

Fahreddin er-Râzî, bu emrin itikadî ve amelî hükümlerin tamamını kapsadığına işaret ederek, her türlü aşırılıktan uzak bir şekilde yaşamanın gereğine dikkat çeker. Ona göre Rasûl-i Ekrem’e, bu âyettekinden daha ağır görev yükleyen başka bir âyet inmemiştir. Şehâbeddin es-Sühreverdî ise, tasavvufi makamlardan geçmedikçe bu âyette belirtilen istikamete ulaşmanın mümkün olmadığını söyler.

En’âm Sûresinde[3] “Allah’a ortak koşmamak, ana babaya iyilik etmek, evlâtların canına kıymamak, zina ve iffetsizlikten uzak durmak, hayata saygılı olmak, yetim malına yaklaşmamak, ölçü ve tartıda dürüst olmak, doğ­ru konuşmak, Allah’a verilen ahde vefa göstermek şeklindeki başlıca dinî ve ahlâkî buyrukların Allah’ın dosdoğru/istikametli yolu olduğu, başka yollara sapmadan bu yolda yürümek gerektiği bildirilmektedir. Müfessirler buradaki istikamet kavramı hakkında, “İslâm dışı her türlü inançtan ve sün­nete aykırı düşünce ve davranışlardan, bid’at ve hurafelerden uzak durarak Kur’an ve Sünnet hükümlerine göre yaşamak” anlamına gelecek şekilde açıklamalar yapmışlardır.

İbn Hacer el-Askalânî der ki, “istikamet kelimesinin bu âyetteki kullanımına dayanarak Huzeyfe b. Yemân, bununla özellikle hafızlara büyük sorumlulukları hatırlatılarak, “istikamet sahibi olunuz, o zaman herkesten önde olursunuz; ama eğer sağa sola yalpalarsanız tam bir dalâlete düşersiniz” denilmiştir. Bu rivayetteki istikameti İbn Hacer, “Allah’ın tüm emir ve yasaklarına uymak ve O’na kulluğa sımsıkı sarılmak” diye açıklamıştır. Bunu “Allah’ın kitabına ve Peygamber’in sünnetine sarılıp bunlardan kopmadan yaşamak” diye açıklayanlar da olmuştur.

Ahlâk ve tasavvuf kitaplarında istikamet; insanın bütün yükümlülüklerine riayet etmesi, yeme, içme, giyinme ve her türlü dinî-dünyevî konuda itidal çizgisini takip etmesi, ibadetlerini yaparak günahlardan uzak durması, dinin irşadına göre ubûdiyyet yolunda ilerlemesi şeklinde açıklanmıştır. Yine tasavvufi kitaplarda istikametin dilin istikameti, hal ve hareketlerin istikameti, nefsin veya kalbin istikameti şeklinde başlıca üç çeşidinin bulunduğu anlatılmaktadır. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği bir hadiste kalp ve dil istikamette olmadan imanın istikamette olamayacağı belirtilmektedir. İnsan istikamet sahibi olursa ahlâkını doğruluk ve dürüstlük kaplar. Hal ve hareketleriyle istikamet sahibi olmayan bir kimsenin hayatı matlup çizgide değil demektir. Ahlâkî nitelikleri ve huyları düzgün olmayan kişinin manevî dünyasının gelişmesi, davranışlarının güzelleşmesi mümkün değildir.

Ebû Ali el-Cûzcânî şöyle der: “Keramet derdine düşme, istikamet sahibi olmaya çalış; bil ki, nefsin seni keramet talebine zorlar, ama Rabbin senden istikamet ister”.

İmam Gazzâlî, tasavvuf yolunun iki özelliği olarak kulun Allah’a karşı istikamet sahibi olması ve insanlarla ilişkisinde de barışı ve adaleti gözetmesi gerektiğini söyler. Nitekim Allah’a karşı istikamet sahibi olan kimse nefsini Allah’ın buyruğuna uymaya adar; insanlarla barış içinde olan kişi ise, meşru olduğu sürece insanların her talebini karşılamaya çalışır.

İstikamet, insanın bütün fiillerinin değerini belirleyen ahlâkî bir özdür. Çünkü iyilikler onunla mükemmellik kazanır ve onun ortadan kalkmasıyla bütün iyilikler sözde iyiliğe dönüşür. İstikamet, Allah’a itaatsız olamayacağından, güya halkın gözünden düşüp eleştirilerine muhatap olmak ve bu suretle benliği yenmek maksadıyla dinî ve ahlâkî yükümlülükleri terk etmeye kalkışmak/yani yanlış melâmet anlayışı asla doğru değildir. Nitekim Hücvîrî, gerçek melâmeti, kişinin başkalarından gelen kınamalara aldırmaksızın görevlerini yerine getirmesi, dinî hükümlere uyması ve amellerine devam etmesi şeklinde açıklar.

Muhyiddin İbnü’l-Arabî’ye göre insanı uhrevî kurtuluşa götüren birinci mânadaki istikamet, kısaca Hz. Muhammed’in yolunu izlemektir. Bizzat Rasûlullah, bazı geometrik şekiller çizerek bu yolu açıklamış ve diğer peygamberlerin yollarının da tahriften önce Allah’ın yolu olduğunu belirtmiş ve kendi yolunu “İşte benim müstakim yolum” diyerek onu istikametli olmakla nitelemiştir.

İbnü’l-Arabî’nin “mutlak istikamet” dediği istikamet ise, her varlığa sirayet eden ilâhî-kevnî bir sıfat olup Allah’ın hikmetinin bütün evrendeki yansımasıdır. Buna göre bir şeyin istikameti o şeyin varlık veya yaratılış amacına uygunluğudur. Bu anlamdaki istikamet, bütün evreni kapsayan genel bir hikmeti, bir hidayeti ve bir düzeni ifade eder. “Şüphesiz rabbim dosdoğru yoldadır”  mealindeki âyet, bizzat yüce Allah’ın evrenle ilişkisini açıklar. Çünkü Allah’ın fiilleri için eğrilikten, düzensizlikten söz edilemez. Ancak bilinmeli ki, bazı şeylerin istikameti dümdüz oluşunda değil işlevini yerine getirmesine uygun bir şekil alışındadır. Hz. Mûsâ, “Rabbimiz her şeye yaratılışını veren, sonra da doğru yolu gösterendir” derken her şeyin varlık yapısına uygun bir istikamete sahip olduğunu anlatmak istemiştir. Şu halde gerçekten evrende ilahi bir istikamet vardır.

Allah (c.c), kendisine giden yolun doğru yol/sırât-ı müstakîm olduğunu, bu yolu ilâhi hoşnudluğuna ermek için vesile kıldığını ve onun izlenmesinin gerektiğini çeşitli ayetlerle beyan buyurmuştur. Meselâ, “İşte benim doğru/mütakim yolum budur, ona uyun! Başka yollara uymayın ki, sizi O’nun yolundan saptırmasın.”[4].buyurmuştur.

[1] Hûd, 11/112; eş-Şûrâ, 42/15

[2] Tirmizî, Tefsiru Sûre, 56/6

[3] En’am, 6/151-153

[4] En’âm, 6/153