İçeriğe geç
Anasayfa » KİBİR, TEVÂZU VE İHLÂS

KİBİR, TEVÂZU VE İHLÂS

Kibir, büyüklük demektir. Tekebbür, büyüklük göstermek; mütekebbir, kendisini büyük göstermeye çalışan kimsedir.

Müstekbir, küçük olmasına rağmen büyüklük iddiasında bulunan kimsedir.

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanların babası olan İblis ve onu izleyenler için müstekbir ifadesini kullanmıştır. Çünkü Peygamber ve ümmetlerinin makamları büyük, karşı çıkan İblis ve izleyicilerinin makamları küçüktür.

Kibir hakkında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kibir, hakkı inkâr ve insanları hor görmektir.”[1]   

Kibir, kişinin kendi küçüklüğünü karşının da saygınlığını inkâr edip karşıyı hor ve hakîr/küçük görmektir.

Kibrin Kısımları:

Allah’a ve Rasûlüne karşı kibir: 

Bu küfürdür. Çünkü Allah ve Rasû-lüne karşı kibirlenen kimse, kendisini üstün görmekte, kendi aklını daha isabetli ve daha doğru zannetmekte, Allah ve Rasûlünün hükümlerini, emir ve nehiylerini beğenmemekte işte böylece hakkı inkâr etmektedir.

Bunun delili şu âyet-i kerîmedir:

“Hani meleklere (karşısında saygıyla eğilmek suretiyle) Âdem’e secde edin! demiştik. Bunun üzerine, (melekler Allah’ın emrine boyun eğerek) secde ettiler; ancak (meleklerin arasında yaşayan ve aslen cin olan) İblis (emrimize) karşı geldi, (kendisini Âdem’den üstün görerek) kibre kapıldı ve (bu karşı koyuş sonucunda, ilâhî emre başkaldıran) kâfirlerden (biri) oldu.”[2]

İblis, secdeyi terk ettiği için kâfir olmadı. Kendisini üstün gördüğünden, secde emrini uygun görmediğinden dolayı kâfir oldu.

İşte bu manada olsa gerektir ki Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kalbinde hardal tanesi kadar îmân olan hiç bir kimse cehenneme giremez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hiçbir kimse de cennete giremez. “[3]  

Âlimlerden Hattâbî de bu hadîs-i şerîfteki kibrin, Allah’a ve Peygamber’e îmândan yüz çevirmek mânasında kullanıldığını söylemiştir.[4]

İslâm Dinine karşı kibir:

Bu da küfürdür. Çünkü İslâm Dinine karşı kibir, İslâm Dinini beğenmemek demektir. Hâlbuki İslâm Dinin kaynağı helal-haram, emir-nehir, hak-batıl açısından hüküm ve tesbitler ilâhîdir. Dini inkâr, dinin sahibi olan Allah’ı inkârdır ki o da küfürdür. Zira hükmü inkâr, hükmün sahibini inkâr demektir.

İnsanlara karşı kibir:

Bu cins kibir haramdır. Eğer kibri helal görürse o zaman kâfir olur. Çünkü haramı helal, helali haram görmek küfürdür. Bu da hükmü kabul etmemek ve hükmü inkâr demektir. Eğer hükmü kabul eder de nefsine uyarak kibirlilik yaparsa haram işlemiş olur.

Görevde kibir:

Bu cins kibir de haramdır. Bu kibir, görevde ilerlemeye engel olur. Hâlbuki ilerlemek isteyen, herkesi kendisinden üstün görmelidir. Yoksa şeytan, kişinin yanlışını doğru diye süsler o da kendisini doğru zanneder. Bunun çaresi ölçüyü kavramak ve ölçüye göre hareket etmektir. Yoksa kendisini ölçü zanneder.

“Rastladığım herkes bir bakıma benden üstündür ve ben böylece herkesten bir şey öğrenirim.” Emerson

Kibirlilere karşı kibir:

Bu cins kibir, günah değil tam aksine sevaptır. Düşmana karşı güçlü görünüp onu korkutmak için kibirlenerek yürümek câizdir. Uhud Harbinde düşmana karşı Dücane (r.a.)’nin Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in verdiği kılıcı alıp düşmana karşı kibirlenmesi gibi. İşte bu savaş esnasındaki bu tavrından dolayı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah ona bu gibi durumların hâricinde buğzeder!”[5]

Aynı şekilde Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem, Hudeybiye sulh antlaşması yaptığı sene (umre için) Mekke’ye gelince Müslümanlara, kuvvetlerini müşriklere göstermeleri için hızlı ve gösterişli yürümelerini emretmiştir.[6]

Müslümanın, kibirlilere karşı kibir gösterisi sadaka veya güzel sayılmıştır.[7]

Burada maksat, kibirlenmenin câiz olduğunu bildirmek değil, kibirliye haddini fiilî olarak bildirmektir.

Kişinin şahsında kibir, hareketlerinde kibir:

Bu cins kibir ise haramdır. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İnsanlara karşı kibirlenme ve yeryüzünde çalımla yürüme! Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde orta yolu takip et! Sesini alçalt! Doğrusu seslerin en çirkini gerçekten eşeklerin sesidir.”[8]

 “Yeryüzünde büyüklük taslayarak yürüme. Çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne boyca dağlara yetişebilirsin. Kötü olan bütün bunlar, Rabbinin katında sevilmeyen şeylerdir.”[9]

İnsana yakışan kibir değil, tevâzudur. Çünkü kibir, yasaklanan ve Allah katında beğenilmeyen bir sıfattır. İnsan, yasaklanan değil, övülen sıfatlara sahip olursa övülenlerden olur. Zaten kendini tanıyan, Rabbi’ni tanır. Şöyle ki kendi aczini idrak ederse, aciz olmayan ve kâdir olan Allah’a teslim olur. Kendi cehlini kavrarsa Allah’ın vahyine müracaat eder. Kendi zilletini anlarsa Allah’ın izzetine sığınır, izzete ulaşır da şu âyetin hükmü altına girmiş olur: “… Hâlbuki izzet Allah’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir, fakat münafıklar (bunu) bilmezler.”[10]

İşte bundan dolayı dünya ve âhirette mutlu olmak isteyen insan her sahada ifratın ve tefritin ortası olan İslâm Akîdesine göre inanmalı, İslâm Ahlâkıyla ahlâklanmalı ve İslâm Fıkhına göre yaşamalıdır.

Akıllı adam kibirlenmez. Akıllı adam, başkasını bilmeden ve başkasını yenmeden önce kendisini bilir ve kendisini yener.

Kibir cehâlet alâmetidir:

“Bilgisizliğin en büyüğü, kendini beğenmektir.” Hz. Ali (r.a.)

Kibir yalnız kalmaktır:

“Kibir, insanı yalnızlığa mahkûm eder.” Hz. Ali (r.a.)

Akıllı insan kibirlenmez:

“Kibirle akıl aynı başta bulunmaz.” İbrahim Bey

Kibir manevî körlüktür:

“Kibir ile aşk şu cihetten birbirine benzer ki ikisi de kör eder.” Cenap Şehabeddin

“Herkesin kendini bir şey sandığı yerde, hiç kimse bir şey olamaz.” Gilbert Wels

Yanlıştan ancak yanlış doğar:

“Genellikle bütün büyük yanlışlıkların altında gurur yatar.” John Ruskin

KİBİRİN ÇARESİ TEVÂZU VE İHLÂSTIR

Tevâzu; boyun eğmek, teslim olmak, büyüklenmemek, gösterişsizlik ve alçak gönüllülüktür.

Tevazu, Allah için olursa kişiyi yükseltir. İşte bu manada Ebû Hureyre (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Bir kimse Allah için tevâzu gösterirse Allah onu ancak yükseltir.”[11]

Başka maksatla değil sırf Allah Teâlâ’ya yaklaşmak ve rızasını kazanmak düşüncesiyle kendisini müstahak olduğu mertebeden indirmek sûretiyle mütevâzi davranırsa hem dünyada hem de âhirette Allah Teâlâ, o kimseye yükseklik ihsan eder. Yine bu manada Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Kim Allah için bir derece mütevâzı olursa Allah onu tevazusuna karşılık bir derece yükseltir. Kim de Allah (rızası) hilafına kibirlenirse Allah onu kibirlenmesine karşılık bir derece alçaltır, ta onu aşağıların en aşağısına kılar.” buyurmuştur.

“Tevazu; ister cahilden, ister çocuktan olsun, hakkı duyduğun vakit, ona boyun büküp onu kabul etmendir.” Fudaly b. Iyaz

“Gönlünü alçak tut, hayalini yüksek.

Böyle bir tevazu ile olursun yüksek.” George Herbert

“Edebli insan kendini nâkıs, başkasını kâmil görür; edebi az olanlar ise kendini kâmil başkasını nâkıs görürler.” İmam Şa’rânî

İHLÂS

İhlâs, şüphesiz ki dinin gerçek anlamıdır. Azların Peygamberlerin davetinin anahtarıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Onlar ancak, dini yalnız O’na has kılarak, ihlâslılar ve hanîfler olarak Allah’a kulluk etmeleri ile emrolundular.”[12]

 “O, hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır.”

Fudayl b. Iyaz şöyle der: “En güzel amel, en çok ihlâslı ve doğru olanıdır”.

– “Ey Ebâ Ali! En çok İhlâslı ve doğru olanı hangisidir?” derler. Şöyle der:

-“Yapılan amel, ihlâs ile yapılır fakat doğru yapılmaz ise kabul olunmaz. Doğru bir şekilde yapılır fakat ihlâs ile yapılmaz ise, hem doğru bir şekilde hem de ihlâs ile yapılana kadar, yine kabul olunmaz. İhlâs ile yapılan amel, Allah için yapılandır. Doğru amel ise, sünnete uygun yapılandır.” Sonra, Allah Teâlâ’nın şu kavlini okur:

“Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın” [13]

Denilir ki: İhlâs, kulun amellerinin gizlide ve aşikârda aynı düzeyde olmasıdır. Riya ise aşikâr olarak yaptığı amelin gizli olarak yaptığından daha iyi olmasıdır. İhlâsta samimiyet, gizli olarak yaptığı amelin aşikâr olarak yaptığından daha iyi seviyede olmasıdır.

Denilir ki: İhlâs, sürekli Allah’ı düşünerek insanların görmesini akıldan çıkarmaktır. Aslında yapmadığı bir davranışı insanların beğenisi için yapanın Allah’ın katında kıymeti düşer.[14]

Bir adam, Şakik b. İbrahim’e şöyle sorar: İnsanlar beni “sâlih” olarak nitelendiriyor. Sâlih olup olmadığımı nasıl bileyim? Şakik şöyle der:

“Birincisi: Gizli olarak yaptığını sâlihlerin yanında aleni olarak yap. Razı olurlarsa bil ki sen sâlihsin; yoksa değilsin.

İkincisi: Kalbine dünyayı sun. Reddederse bil ki sen sâlihsin; yoksa değilsin.

Üçüncüsü: Nefsine ölümü hatırlat. Ölümü kabullenirse bil ki sen sâlihsin; yoksa değilsin.

Bu üç şey sende bir araya gelirse ameline riya sokmaması ve riyanın amellerini bozmaması için, Allah Teâlâ’ya yalvar.” [15]

Şöyle denir: İlim bir çekirdektir. Amel onu ekmektir. Suyu ise ihlâstır.[16]

Süfyan b. Uyeyne şöyle der:

“Kul, kırk gün Allah için ihlâslı olursa Allah onun kalbinde hikmeti bir bitki gibi yeşertir. Dilini onunla konuşturur. Ona dünyanın kusurlarını, hastalığını ve ilacını gösterir.” [17]

Hamdûn el-Kassâr’a “Neden selefin sözü bizim sözümüzden daha faydalı?” diye sorulur. Şöyle der:

“Çünkü onlar; İslam’ın izzeti, nefislerin kurtuluşu ve Rahman’ın rızası için konuştular. Biz ise; nefislerin izzeti, dünya talebi ve insanların rızası için konuşuyoruz.”[18]

Hz. Aişe radıyallahu anha’ya bir adam soru sorar:

-“İyi biri olduğumu ne zaman bilirim?” Şöyle der:

-“Kötü biri olduğunu bildiğin zaman.” Adam,

-“Kötü biri olduğumu ne zaman bilirim?” der. Şöyle cevap verir:

-“İyi biri olduğunu bildiğin zaman.”

Ebu’l Leys es-Semerkandî şöyle der:

“Gururu yenmeyi isteyen kimsenin şu dört şeyi yapması gerekir:

Birincisi: Başarının, Allah Teâlâ’dan olduğunu kabul etmesi gerekir. Başarının Allah Teâlâ’dan olduğunu görünce şükür ile meşgul olur ve kendini beğenmez.

İkincisi: Allah’ın kendisine bahşettiği nimetlere bakması gerekir. Allah’ın nimetlerine bakınca bu nimetlere şükretmekle meşgul olur. Amelini küçük görür ve onunla gurur duymaz.

Üçüncüsü: Amelinin kabul edilmemesinden korkması gerekir. Amelinin kabul olunmamasından korkarsa kendini beğenmez.

Dördüncüsü: Bundan önce işlediği günahlarına bakması gerekir. Günahlarının iyi amellerinden daha ağır basmasından korkunca gururu azalır. Kişi, Kıyamet günü amel defterinden ne çıkacağını bilmediği halde ameliyle nasıl gurur duyabilir? Gururu ve sevinci ancak amel defterini okuduğu zaman ortaya çıkar.”

Azların alâmetinden, saadetin ve kurtuluşun işaretlerinden biri de, kulun amelinde artış oldukça mütevazılığında ve merhametliliğinde de artış olmasıdır. Amelinde artış oldukça, korku ve endişesinde de artış olur. Ömrü artırıldıkça hırsı azalır. Malı artırıldıkça, cömertliği ve tasadduku çoğalır. Makam ve mevkisi artırıldıkça insanlara olan yakınlığı, onların ihtiyaçlarını gidermesi ve onlara karşı alçakgönüllülüğü artar.

Doğru yolu bulamayan şaşkınlara işte Fudayl’ın sözü… Onlara; bu şaşkınlığı giderecek yol işaretlerini ve İslâm’ın çoğu kimse tarafından bilinmeyen ölçüsünü çizer:

“Ameli, insanlar için terketmek riyadır. İnsanlar için amel işlemek ise şirktir. İhlâs; Allah’ın, seni bu ikisinden de korumasıdır.” [19]

“Gizli işlediğiniz günahlarınız yanında gizli işlediğiniz sevaplarınız da olmalıdır.”

Zübeyir b. Avvâm (r.a.)

Mutarrif b. Abdullah şöyle der: “Kalbin sahih olması amelin sahih olmasına bağlıdır. Amelin sahih olması da niyetin sahih olmasına bağlıdır.” [20]

İkrime şöyle der: “Şüphesiz Allah, kulun ameline vermediğini niyetine verir. Çünkü niyette gösteriş olmaz.” [21]

[1] – Müslim, Îmân, 147.

[2] – Bakara, 2/34.

[3] – Müslim, Îmân, 148, 149.

[4] – Nevevî, Şerhu Müslim, II, 91.

[5] – İbn Hişâm, es-Sîre, III, 11-12.

[6] – Buharî, Hac, 55; Müslim, Hac, 240.

[7] – Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Müzîlü’l-Elbâs, I, 313.

[8] – Lokmân, 31/18-19.

[9] – İsrâ, 17/37-38.

[10] – Münâfikûn, 63/8.

[11] – Müslim, Birr, 69; Tirmizî, Birr, 82; Dârimî, Zekât, 34; Muvatta, Sadaka, 12.

[12] – Beyyine, 98/5.

[13] – Kehf, 18/110.

[14] – Medâricu’s-Sâlikîn, sf. 95.

[15] – Tenbihu’l-Ğâfilîn, 1/24.

[16] – Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn, IV, 399.

[17] – Hılyetu’l-Evliya, VII, 287.

[18] – Sıfatu’s-Safve, II, 122.

[19] – Tezkiyetu’n-Nufûs,  sf. 17; Medâricu’s-Sâlikîn, sf. 95.

[20] – İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu’l Ulum ve’l Hikem, sf. 12.

[21] – Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn, III, 314.