İçeriğe geç
Anasayfa » ALLAH’A KULLUKTA HÜSN-İ NİYET VE SAMİMİYET

ALLAH’A KULLUKTA HÜSN-İ NİYET VE SAMİMİYET

İnsanı olgunlaştıran ve Rabb’ine yaklaştıran;  namaz, zekât, oruç, hac, helal rızık kazanmak, kardeşlik hukukunu gözetmek, zikir, şükür, tilavet-i Kur’an, salât ü selâm ve her türlü ihtiram gibi ibadetlerin yanında ihlâs-ı kalbiye ve muhabbet-i samimiye’nin de büyük tesiri olduğu bilinen bir gerçektir.

Cenâb-ı Hakk Kur’an-ı Mübin’inde şöyle buyurmaktadır:

“O daima Diri’dir/yaşayandır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde, dini yalnız kendisine hâs kılarak samimiyetle O’na duâ ve kulluk edin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”[1]

 “Nazargâh-ı İlâhi” olan kalplerimiz; iyi niyet ve samimiyetle zînetlenmeli, Müslümanlığımızın süsü olan bu özellikleri hayatımızın her alanına yansıtarak iman ve ibadetlerimizin Cenab-ı Hakk katında kabule elverişli olmasını gerçekleştirmelidir. Çünkü ihlâs imanın kabul şartlarından olduğu gibi kulluk nişanı ibadetlerimizin de kabul şartlarındandır.

Yüce Rabbimiz ihlâsla yapılmış amellerimize ve güzel niyetle süslenmiş gönüllerimize nazar edecektir. Muhabbet merkezi olan kalbin, nazargâh-ı İlâhi olduğunu bildiren Rabbimiz onu yalnız kendi sevgisine tahsis buyurmuştur. İhlâs da güzel niyet, sevgi ve samimiyettir.

Öyle bir niyet, muhabbet ve samimiyet ki; sözlerimizde ifadesini bulacak, amellerimizi kabule elverişli kılacak, bütün azalarımıza yansıyarak hayatın her alanında Rabb’imizin rızasına koşacak ve O’na severek ibadet yapacağız, Böylece Cenab-ı Hakk’ın sevdiği ve kendilerinden hoşnut olduğu kullarına kavuşup katılacağız.

Hiç şüphesiz Cenab-ı Hakk sevilirse O’nun Habib-i Ekrem’i ve Rabbi katından getirdiği her emri hoş gelir ve sevilir, bütün emirleri samimiyetle yerine getirilir, yasaklarından da sakınılır; O’na kul, biricik Habîbi aleyhisselâma ümmet olmanın hazzı ve izzeti içerisinde temiz bir hayata kavuşulur.

İhlâs; hayatın her alanında Cenab-ı Hakk’ın rızasını gözetmektir.

İhlas; herhangi bir işi güzel bir niyet, samimiyet ve temiz bir kalp ile yapmak, o işe başka bir şey karıştırmamaktır.

Hüsn-i niyet ve samimiyet en büyük saadet sebeplerinden olduğu gibi, birbirimize karşı samimiyetimiz de yegâne huzur ve saadet kaynağı İslamiyet’e olan bağlılığımızın simgesidir.

İhlâs ve samimiyetin faydaları pek çoktur. Cenab-ı Hakk’a dua ve niyazın lezzeti onunla duyulur. İmanın tadı, ibadetlerin zevki onunla alınır. Gönül hoşluğuna, vicdan huzuruna o sayede erişilir. İhlâs ile ruhlar temizlenir. Gönüller; vaz u nasihatleri kabule hazırlanır. Cenâb-ı Hakk’ın yardımı onunla kazanılır. Nitekim Resûl-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem-  Efendimiz Allah’ın, ümmetine zayıflarının duâsı, namazları ve ihlâsları sebebiyle yardım edip rızık verdiğini bize haber vermektedir.[2]

Bunlar öyle isimsiz kahramanlardır ki; tanınmazlar ve meclislere çağrılmazlar. Ancak gönülleri pırıl pırıl hidayet kandilleridir. Müslümanların meselelerini yüklenmekten kaçınmazlar. İstekleri Allah tarafından geri çevrilmez.[3]

Önemli olan, amel ve ibadetlerin çok olması değil, temiz niyet ve ihlâsla eda edilmesi, gösterişsiz olarak yerine getirilmesidir. Çünkü ihlâslı kimselerin ecir ve sevabı katlanarak artar.

Muaz bin Cebel (r.a), Yemen’e vali olarak gönderilirken Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem-’e:

-“Ya Rasûlallah! Bana tavsiyede bulun” dedi. Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:

-“İhlâslı ol(samimi kulluk yap), az amel de sana yeter.”[4] cevabını vermiş ve ihlâslı olmasını tavsiye etmiştir.

İnsan, yapacağı bütün ibadet ve hizmetleri güzel niyet, samimiyet ve rıza-i Bâri’ye nailiyet gayesi ile yapmalı, hayatını bunlarla şekillendirmeli ve Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in şu Hâdis-i Şeriflerini hayat düstûru edinmelidir:

“Allah, sizin şekillerinize ve mallarınıza bakmaz, kalplerinize ve amellerinize bakar.”[5]

“Şüphesiz ki, Allah Teâlâ Hazretleri kendisi için samimiyetle ve rızası arzulanarak yapılan amelden başkasını kabul buyurmaz.”[6]

Amel ve ibâdetlerimiz kalbin tercümanı, imânın şahidi ve nişanıdır. Bütün azalarımız kalbimize tabîdir. Kalp sâlih ve hâlis/temiz olursa azalarımızdan meydana gelenler de salih ve halis/temiz olur.

Kalbin temizliği ibadetlerin kabulüne vesiledir. Kalbin salâhı imanla, imanın gerçekleşmesi ise saf ve temiz bilgiyle, tevhid düşüncesiyledir. Bu düşünce ve ilmin kaynağı da Cenab-ı Allah ve O’nun elçisi Hz. Muhammed Mustafa –aleyhissalât ü ve’s-selâm- Efendimiz’dir.  Kur’an ve Sünnet, yani İslamiyet’tir.

Yaptığımız güzel işlerimiz ve dilimizden dökülen iman zineti güzel sözlerimiz; gönül zenginliğimiz, hüsn-i niyet ve samimiyetimizin en birinci şahididir. Habib-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu gerçeği biz ümmetine şu sözleriyle haber vermektedir:

“Bir kimse içini ve dışını temizleyerek kırk gün ihlâsla Cenab-ı Hakk için amel ve ibadet ederse kalbi hikmet pınarı olup kalbinden diline hikmet çeşmeleri akmaya başlar.”[7]

– – – – – – – – – –

Peygamber Efendimiz niyetin müstesna önemini bizlere şu Hadis-i Şerifleriyle açıklamaktadır:

“Ameller, ancak niyetlere göre değer kazanır. Herkesin niyet ettiği şey ne ise eline geçecek olan ancak odur.”[8]

“Allah Teâlâ; kuluna, amelleri karşılığında vermeyeceği sevabı niyeti karşılığında verir.”[9]

Rasûllullah –sallallâhu aleyhi ve sellem- Tebûk gazâsında iken özürleri sebebiyle Medine’de kalanları yâd ederek şöyle buyurdu:

“Birtakım erler Medine’de arkamızda kaldı. Fakat biz gerek bir dağ yoluna ve gerek bir vadiye girmedik ki onlar da orada bizimle beraber olmasınlar (ecir ve sevapta bizimle beraberdirler). Çünkü onları burada bulunmaktan (mali imkânsızlık ve hastalık gibi meşru) özürleri alıkoymuştur.”[10]

İmam Kurtubî diyor ki: Bu Hadis-i Şerif, gerçekten mazereti olanlara da gazilerin sevabı kadar sevap verileceğini gösteriyor. Fakat niyetin temiz ve mazeretin meşru olması şarttır. Nitekim bu manada diğer bir Hadis-i Şerif şöyledir:

 “Kim sıdk ve ihlâs ile (samimi bir kalp ve temiz bir niyet ile) Allah’tan şehid olmayı isterse, Allah onu yatağında ölse bile, şehitlerin yüksek derecelerine ulaştırır.”[11]

Ebu Kebşe el-Enmâri –radıyallahu anh-’den rivayetle Peygamber–sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“…Size bir söz söyleyeceğim, onu aklınızda tutunuz: İlim ve mala dair dünya nasibi dört sınıf insan arasında taksim edilmiştir. 

Bir kuldur vardır ki, Allah ona mal ve ilim vermiştir. O kişi, bu nimetler içinde Rabbine itaat eder ve isyandan korunur, akrabalık haklarını gözetir, yakınlarına ikramda bulunur, elde ettiği mal ve ilimde Allah’ın hakkı olduğunu bilir ve şükrünü edaya çalışır. İşte bu kul, Allah katında en yüksek dereceye ulaşmıştır.

İkincisi, Allah’ın kendisine ilim verip mal vermediği kuldur ki, o niyetinde sâdık olarak, can ü gönülden “Malım olsaydı filanın yaptığı hayırlı işleri ben de yapardım.” der. İşte bu kul da samimi niyetinin karşılığı olarak Allah’ın mükâfatına erişir. Her iki kulun ecir ve sevabı aynı derecededir.

Üçüncüsü, Allah’ın kendisine mal verip de ilim vermediği kuldur. Bu kişi bilgisi olmadığı için malını körü körüne davranarak harcar, malına güvenerek Allah’tan korkmaz, yakınlarına yardımda bulunmaz ve elinde bulunan malda Allah’ın hakkı olduğunu bilmez. İşte bu kişi, Allah katında en aşağı bir derecededir.

Dördüncüsü o kuldur ki, Allah ona mal vermediği gibi ilim de vermemiştir. Fakat bu kul; (kötü kimseye özenerek) Malım olsaydı malımı hayra sarf etmeyen kimsenin yaptığı gibi yapardım, der. Bu da kötü niyetine göre cezalandırılır ve günah bakımından özendiği kimseyle aynı derecededir.”[12]

Niyet: Bir şeyin bir gaye için yapılmasına veya terk edilmesine kalbin karar vermesi ve ona yönelmesi demektir.

İbadetlerdeki niyet ise; Cenâb-ı Hakk’ın sevgi ve rızasını kazanmak için bir ibadeti edâ etmeye kalben karar verip, hangi ibadeti yerine getireceğini bilmektir.

Güzel niyet, zahmetsiz büyük bir sermayedir. Mü’min, ebedi mü’min olarak yaşamak niyetinde olduğu için Cennet’e girecek ve orada niyeti karşılığı -İmanın mükâfatı olarak- ebediyen yaşayacaktır. Kâfir de şayet yaşamış olsaydı, ebedi küfür üzere yaşamak niyetinde olduğu için Cehenneme girecek ve orada niyeti karşılığında -küfrün cezası olarak- ebediyen kalacaktır. Bütün bunlar niyetleri sebebiyle olur.  Nitekim Hadis-i Şeriflerde şöyle buyrulmaktadır:

 “Güzel niyet, sahibini Cennet’e koyar.”[13]

 “Mümin’in niyeti, amelinden daha hayırlıdır.”[14]

Mesela bir mü’min, ben Rabb’ime karşı hiç günah işlemeyeceğim şeklindeki halis niyetiyle sevap kazanır. Halis bir niyete sahip olmak için de kalbin temizlenmesi ve ihlâs ile ziynetlenmesi gerekir.

Mü’min bir kul her şeyden önce inandığı gibi yaşama kararını vermeli ve yaşantısını bu konudaki samimiyetine şahit kılmalıdır. Şüphesiz bu halis niyet ve kararlılık ona dünyada onurlu bir hayatı, ukbâda da ebedi bir mükâfatı kazandıracaktır.

– – – – – – – – – –

Ebû Zerr el-Gıfâri -radıyallahu anh-’den rivayet edildiğine göre Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Yâ Ebâ Zerr! Gemiyi yenile, çünkü deniz çok derindir. Azığı bol al, çünkü yolculuk çok uzundur. Yükü azalt, çünkü yol korkunç ve tehlikelidir. Amelde samimî ol. Çünkü Nâkıd/Allah Celle ve A’la hakkıyla görendir.”[15]

Hadîs-i şerifte: Gemiyi yenilemekten maksad; İman-ı hakiki sahibi olmak ve devamlı tevhid üzere bulunmaktır.

Cenâb-ı Hakk’ı tanıyarak, O’nun zâtında, sıfat ve fiillerinde tevhidi sağlayıp imânımızı ihsan derecesine çıkarmalıyız. Peygamber Efendimiz ihsânı bize şöyle tarif etmektedir:

“İhsan: Allah’a sen O’nu görüyormuşsun gibi ibâdet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmesen de şüphesiz O seni görüyor.”[16]

İlmin başı Allah’ı tanımaktır. Allah Teâlâ’yı tanımamız için Kur’an-ı Kerim ve aklımız bir lütuf olarak bizlere verilmiş olan eşsiz iki kaynaktır.

Cenâb-ı Allah’ı tevhid etmek için O’nu, zâtını, sıfat ve fiillerini en güzel şekilde öğrenerek tanımalıyız. Çünkü Allah Teâlâ’yı hakkıyla tanımadan O’nu gerçek manada tevhid edemeyiz. Ancak O’nu tanıdıktan sonra O’nun zâtında, sıfat ve fiillerinde bir olduğuna gerçek mânâda şahadet edebiliriz.[17]

İnsanın kurtuluş ve huzur sebebi hiç şüphesiz tevhit, iman ve İslâm’dır. Ebedî hüsran, helak ve bunalım sebebi ise şirk, günah ve isyandır. İnsan’ı tevhid dîni İslâm’dan mahrum etmek isteyen iblîs’in (aleyhillâne) helaki ise Kelime-i Tevhid ve istiğfarla mümkündür.

Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Kelime-i Tevhid ve istiğfarı bize vasiyet ederek, çokça söylememizi emretmiştir.

Denizden maksad: Cehennemdir.

Cenâb-ı Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Sonra takva sâhiblerini kurtaracağız, zâlimleri ise orada dizüstü düşmüş bir halde bırakacağız.”[18]

Yolculuktan murad: Âhiret ve kıyamet yolculuğudur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Eğer küfür üzerine devam ederseniz kendinizi azaptan nasıl koruyacaksınız? O günde çocuklar o günün(Kıyâmetin) şiddetinden ve gayet uzamasından kocalır ve saçları ağarır.”[19]

Cennet azığı tâatlar, Cehennem azığı ise günahlardır.

İman ve İslâm gemisiyle ateş denizini geçebilmek için takvâ azığını bol almak gerekir. Çünkü azıkların en hayırlısı takvâ azığıdır. Yüce Rabbimiz Sözlerin en güzelinde şöyle buyurmuştur:

“Azığınızı alın, azıkların en iyisi günahlardan çekinmektir/takvâdır.”[20]

Âhiret yolculuğu için alınacak azık; Allah’ı tanımak ve sevmek, O’ndan başkasından yüz çevirmek, rızasını gözetmek, devamlı O’na tâatle meşgul olmak, muhalefetten sakınmak ve yasaklarından kaçınmaktır.[21]

Hadis-i Şerifte yükten murad: Günah ve hatâlardır.

Şüphesiz ki; Âhiret yolu korkunç ve sarptır. Zira zebaniler, ağır yük sahiplerini yoldan çekip alırlar.[22]

Hadis-i Şerifte gözetleyen anlamına gelen “en-Nâkıd” dan maksad: Allah Teâlâ -celle ve a’lâ-‘dır. Cenab-ı Allah tayyibtir/tertemizdir. Ancak şirk ve riyadan arınmış, hâlis ve samimi ameli kabul eder. Nitekim Kur’an-ı Mübînin’de şöyle buyurmuştur:

 “Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa güzel bir amel işlesin ve Rabbine ibâdette hiçbir kimseyi ve hiçbir şeyi ortak tutmasın.”[23]

– – – – – – – – – –

Sayısız nimetlere karşılık insandan, Allah’a kulluk şiârı olarak şükür ve halisâne ibâdet istenmiş, helal rızık kazanması ona emredilmiştir.

“Ey iman edenler! Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin. Allah’a şükredin, eğer sadece Ona kulluk ediyorsanız.”[24]

Bütün ulemâ şu üç özelliğin her Müslü-man’da bulunması gerektiğinde fikir birliği etmişlerdir. Biri olmadan diğerleri noksan kalır. Hepsi beraber olduğunda tamamlanır. Bu özellikler ise şunlardır:

1-Zulüm ve haksızlıktan, Allah ve Rasû-lü’nün razı olmayacağı her şeyden arındırılmış hâlis, tertemiz bir Müslümanlık,

2-Temiz gıda, helâl lokma,

3-Amellerde sıdku sadakat ve samimiyet.[25]

“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helalliği nispetindedir.”  Sufyân-i Sevrî -kuddise sirruh-

“Allah’ım! Kalbimi nifaktan, amelimi gösterişten, dilimi yalandan, gözümü hâinlikten temizle. Çünkü Sen gözlerin hâin bakışını ve gönüllerin gizlediği her şeyi hakkıyla bilirsin.”[26]

Gönlünü güzel niyet, samimiyet ve muhabbetle zinetlendiren, Allah’ın rahmet nazarıyla hayat bulan, “Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin Cennet’e.”[27] hitabıyla sevinen, bu sevinçle Habîbi-i Ekrem –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin huzuruna ulaşan, Hakk’ın bahtiyar kullarından olmak niyâzıyla…

[1]  Mü’min, 40/65; bkz. Zümer, 39/2; Beyyine, 98/5.

[2]  bkz. Nesâi, Cihad, 43/3176; Camiussağir şerhi Sirâc-ı Münîr, 3/410.

[3]  bkz. Buhari, Eymân, 9; İbn-i Mâce, Fiten, 16.

[4] Münâvi, 1/126.

[5] Müslim: Birr, 34.

[6] Nesâî, Cihad, 24/3138.

[7] Ebû Nuaym, Hilye 5/189.

[8] Buhâri, Müslim.

[9] Mişkât Şerhi Mirkat, 1/42.

[10] Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Hadis no: 1200.

[11] Müslim.

[12] Sünen-i Tirmizi, Zühd, 17/2325; İbn-i Mâce, Zühd, 21/ 4228; Tâc Terc, Bekir SADAK, c:1 no: 90.

[13] el-Câmiussağir.

[14]  Keşfu’l-hafâ, 2/430.

[15]  Deylemî, Hadis no: 83/68.

[16] Buhârî, Müslim.

[17] bkz. Ahmet Yaşar Hocaefendi, Akâid Sohbetleri, s: 106.

[18] Meryem, 19/73.

[19] Müzzemmil, 73/17.

[20] Bakara, 2/197.

[21] bkz. İsmail Hakkı BURSEVÎ, Rûhu’l-Beyân.

[22] bkz. Beled, 90/11-17; Abese, 80/34-37; Fatır, 35/18.

[23] Kehf, 18/ 110;  bkz. Ruhu’l-Beyân, Bakara Suresi, 2/266.

[24] Bakara, 2/172.

[25] Rûhu’l Beyân, 2/17.

[26] Hakîm Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl: İstiâze S: 202.

[27] Zümer, 39/73.