İçeriğe geç
Anasayfa » İSTİĞFAR AYAKTA TUTAR

İSTİĞFAR AYAKTA TUTAR

Cennet gibi bir nimetin içinde iken hata işlemiş bir babanın çocuklarıyız. Cennette bulunduğu ve irtikâp edebileceği hata kendisine uyarıldığı halde babamız hata işledi. Bu nedenle de cennetten çıkarıldı. Allah Teâlâ’nın en önemli kanunlarından biri, insanı hata eder nitelikte yaratmış olmasıdır. Bu, sünnetullahtır. İnsan olup da hatadan yüzde yüz uzak kalmak mümkün değildir. Böyle bir durum sadece, konumları gereği peygamberler için söz konusudur. Bu önceden kabullenilmesi gereken bir gerçektir.

Bu gerçeğin beraberinde ikinci bir gerçek daha vardır. Allah Teâlâ bizi cennetine davet ederken ve cennete girmenin şartlarını koyarken, bizim bu durumumuzun dikkate alındığı şartlar belirlemiştir. Annesinden doğduktan sonra hiç günah işlememiş olmak gibi bir şart cennete girme şartı olarak konmamıştır. Çünkü günaha girmek ve ondan kurtulmak, insan olmanın en tabii gereklerindendir.

Bu anlamda bakıldığında, günah işlemiş olmak kovulma gereği olarak görülmemelidir. Kovulma ve uzak kalmak, günahı önemsememe, ondan kurtulma yolunu kullanmama olarak görülebilir. Kulun işleyebileceği en ağır suç, günahtan sonraki vurdumduymazlık olabilir.

Bu bakış tarzı, günahlardan kurtulma yolu olan tevbeyi ve istiğfarı, namaz ve oruç gibi bir ibadet düzeyi haline getirmektedir. İstiğfar ve tevbe, kulun ara sıra tattığı bir gıda değil, onsuz kalamayacağı havası ve suyu gibi görülmelidir. İstiğfar ve tevbe ibadettir. Hatta ibadetleri kurtaran bir ibadettir. İstiğfarla düzeltilmemiş hatalar, muhasebe anında, sevapların karşısında ağırlık oluşturacaktır. Sevapların ağır basması gereken bir hesap türünde her günah, gitmiş bir sevap anlamına gelmektedir. Bunun için istiğfarla elde edilen kazanç, sadece günahtan kurtulma değildir. Günahtan kurtulmak kadar, sevapları da kurtarmaktır.

Allah Teâlâ, kullarına pek merhametli olduğu içindir ki; hataları affetmeyi kendisine uygun görmüştür. Küçük bir günahtan en büyük günaha kadar, kapısında af bekleyen hiçbir kulun günahını, onun sicilinde tutmamıştır. Eğer hata etmek kulların karakteri ise, affetmek de O’nun karakteridir.

O, kitabında kendisini öyle tanıtmaktadır:

“Kullarıma haber ver: Ben Ğafur ve Rahîm’im.”[1]

“Senin Rabbin, mağfiret eden ve rahmet sahibidir; onları işlediklerinden dolayı (hemen) hesaba ekecek olsa, azabını acele ettirirdi.”[2]

“De ki: Ey kendilerine zulmeden kullarım! Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Allah bütün günahları affeder. Muhakkak O, Ğafur ve Rahîm’dir.”[3]

İnsanın, Allah’ın korudukları hariç hata işler olduğu, yanılıp hata ettiği bir gerçektir. Allah Teâlâ’nın kullarının hatalarını affettiği de bir başka gerçektir.

Bu iki gerçeğin ortasında kulun bunalmasını gerektirecek bir durum da yoktur. Allah Teâlâ, ayağı kayan bütün kulları için kapısını, güneşin batıdan doğacağı güne kadar açık tutmaktadır. Günahkârların, içine düştükleri hatalar yüzünden iyi durumda görülmemeleri kadar, istiğfar kapısını açmayanların da ayıplanacak durumda olduklarını bilmeleri lazımdır.

İstiğfar hayattır; imanımızı yaşatır

İstiğfar kavramının açılımı: ‘Estağfurullah/Allah’tan mağfiret dilerim.’ şeklindedir. Kulun Allah’tan mağfiretini dilemesinin bir sözlü bölümü vardır, bir de o sözün ifade ettiği gerçekler vardır. Bu gerçekleri de gözeterek, istiğfarın neyi gösterdiğini şu şekilde özetleyebiliriz:

  • İstiğfar, geçmişin yanlışlarına pişmanlık duymaktır. Bu yanlışlar, herkesin yanlış olduğunu bildiği aleni hatalar, zararlar olabileceği gibi, zamanı iyi değerlendirememek, daha iyi bir Müslümanlık yaşayamamak olarak da anlaşılabilir. Cennete girenlerin bile, derecelendirilmeye tabi tutulacağı dikkate alınırsa, en iyisi ile geçirilmemiş her dakika, istiğfarı gerektirecek bir kayıptır. Bu anlamda, istiğfar geçmişin bütününü kuşatmaktadır.
  • Geçmiştekine duyulan pişmanlık, gelecekte onun tekrar edilmeyeceğine bir anlamda teminat vermektir. Tekrar yapmamak elbette, teminat altında değildir. Ama istiğfar noktasına gelenin, tekrar etmemeye karşı ciddiyeti çok önemlidir.
  • İstiğfar, Allah Teâlâ’dan mağfiret dilemektir. Bu mağfiretin gerçekleşmesine karşı, mağfiret talebine neden olan hatanın kullara karşı işlenmemiş olması şarttır. Kulların hakkının söz konusu olduğu durumlarda da, hak sahipleriyle helâlleşilmesi gerekir.
  • İstiğfarın süreklileştirilmesi, bir kere ile yetinilmemesi, bir yandan kabul görmesini sağlayacağı gibi diğer yandan da yanlıştan keyiflenen bedenin doğru ile takviye görmesini sağlar. İstiğfar, mahdut sayıda bir zikir çeşidinden çok, doyumsuzluk temposunda tekrarlanan bir zikre dönüştürülmelidir.
  • İstiğfar, bir iş becerme olarak görülmemelidir. Boyun büküklüğü, ıslak gözler, mahcup edalar kabul açısından yararlıdır. Bütün ibadetlerde tevazu esas olmakla beraber, istiğfarda tevazu çok önemli görülmüştür.

İstiğfar, namaz gibi saatleri belirli bir ibadet değildir elbette. Namaza, oruca kıyas edilerek, eda edilmediği zaman kazası, kefareti olan bir ibadet de değildir. Fakat şeytanla ve nefisle mücadeleye mahkûm bir mü’minin, karşılaşma ihtimali yüksek olan hatalarına karşı en önemli sığınaklarından biridir. Allah’ın huzurunda hesap vereceğine iman eden bir mü’minin, o hesap anının endişesine karşı istiğfara sığınması kadar acil bir kurtarıcısı yoktur. İstiğfarın, günde beş defa, yılda bir ay tarzında bir programa tabi tutulmamış olması, sadece imtihanın türü gereğidir. Dilediği zaman istiğfar etme hakkının kendisine verilmesi, ne zaman öleceği ve istiğfar şuurunu ileriki dönemde yakalayıp yakalayamayacağını bilmemesiyle birleştirildiğinde, istiğfar etmek bir anlamda, Allah’ın lütfuna mazhar olunduğuna delalet etmektedir.

Evet, istiğfar yani kulun hatasından dolayı hemen Allah’a dönme sürecini başlatması, ertelenebilir bir ibadettir. Ecelin belirsizliği ve her gelen saatin kendi imtihanıyla gelmesi, ‘hemen istiğfar’ etmenin en makul seçenek olduğunu belgeler.

İmtihanımızın işleyişi şöyledir:

Önce bizden, günahlardan uzak kalmamız isteniyor.

Günaha girenin, o günahtan hemen dönmesi isteniyor.

Kul hakkına da girilmişse, o hakkın sahibine verilmesi isteniyor.

Girilen yanlış yoldan dolayı, Allah’tan affın talep edilmesi, istiğfar isteniyor.

İstiğfarda izlenen süreçteki ciddiyet ise, ilk anda günaha bulaşmama uyarısından daha aşağı kalmayacak bir ciddiyetle istenmektedir.

İstiğfarı dil düzeyinde bırakıp, kalp gaflet halinde iken Allah’tan af dilemenin bir yararı olabilir mi?

Bu soruyu cevaplandıran âlimlerimizin bir bölümü, bu tür istiğfarı yalancılığın bir çeşidi olarak görmüştür. Diğer bir bölüm âlim de, hiçbir şekilde günahlarla ilgilenmemekten daha hayırlı olacağını söylemişlerdir. Bari dille istiğfar yapılmalı sonucu, bu tespitten çıkmaktadır.

Büyük örnek!

Ebu Hureyre radıyallahu anh diyor ki:

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden daha çok ‘estağfurullahe ve etübü ileyhi’ diyeni görmedim.”[4]

Bütün günahları affedildiği halde sevgili Peygamberimizin istiğfarının hikmeti ne olabilir?

Âlimler bu soruya iki cevap vermişlerdir:

Birincisi: Allah Teâlâ onu en güzel örnek olarak gönderdiği için ümmetine örnek olmuştur. O bile istiğfar ediyorsa, biz neler yapmalıyız düşüncesine sevk etmiştir.

İkincisi: Onun istiğfarı, irtikâp ettiği günahları için değil, Rabbine karşı yapması gerekenleri az gördüğündendir. Allah rızası için bir işi yaparken, yapılabilecek başka bir işi daha görüp, onu yapmaya vakit bulamamasına karşı istiğfar etmiştir.

Ümmetinin bu tavırdan kendisine ders çıkarması ne kadar önemlidir!

İstiğfar, Allah’tan af dilemek olduğuna göre, nasıl dilenirse dilensin, maksat hâsıl oluyorsa sonuç hayırlıdır. Buna rağmen, ayet ve hadislerde işaret edilen lafızları kullanmak en uygun olanıdır. Çünkü hadislerde kullanılan istiğfar cümlelerini kullanmak bir yandan sünnete ittiba etmek ecrini elde etmeye vesile olacağı gibi bir yandan da dua ve istiğfar ecrine vesile olacaktır.

Buhari’nin rivayet ettiği ve ‘seyyidülistiğfar’ olarak bildirilen istiğfar, en güzel örnek olarak muhafaza edilmeli ve okunmalıdır. Bu istiğfara devam edene Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cennet vaat etmektedir.

 

[1] Hicr, 15/49.

[2] Hicr, 15/49.

[3] Zümer, 39/53.

[4] İbni Hibban, Takrib, Rekâik, 59.