İçeriğe geç
Anasayfa » ADALET VE İNSAFIN KARAKTERİ

ADALET VE İNSAFIN KARAKTERİ

Reklamın, eşyayı tanıtmak için kullanıldığı kadar insanı renklendirmek, yerine göre şekillendirmek için de kullanıldığı bir zamanda yaşıyoruz.

Genel adını reklam olarak belirleyebileceğimiz, olmayanı oldurma taktikleri sayesinde zalimlerin mazlum, hırsızların mal sahibi olması kabullenilir hâle gelmiştir.

İnsanları yaratıldıkları şekilde görüp incelememiz, neredeyse imkânlarımızı zorlayacak durumdadır. Cahilin bilginleşmesi, çirkinin güzelleşmesi, sefîhin şerefli kılınması bir cüzdan dolusu paraya bağlı hâle gelmiştir.

Önceki asırlarda da insanlar, kendi reklamlarını yapar ya da reklamlarını yapacak birilerini tutarlardı. İnsanlık için çirkini güzel gösterme, kötüyü iyi kalıplara sokma olayı yeni değildir. Ancak bu asır kadar abartıldığı ve alenîleştirildiği herhâlde olmamıştır. Bugün reklam ve aldatma o kadar ilerlemiştir ki, en iyi olan bile bir reklam teşebbüsünde bulunmadıkça iyiliğini anlatamaz durumda kalmaya mahkûm olmuştur.

Bu sayede insanların yöneticileri seçilmekte, en zararlı mamuller vazgeçilemez ihtiyaç hâline gelebilmektedir. Yiyeceğimize de kimi seveceğimize de bizim dışımızdakiler karar verebilmektedir.

İnsanlar doğal yollarla, konuşarak, anlaşarak birbirlerini tanıma ve anlama seçeneğini kaybetmek üzeredirler. Kim bilir, bir gün insanlar ajanslara gidip: “Bana beni tanıtır mısınız?” diye sormak zorunda kalacaklardır.

Özellikle Müslümanların önünde duranlar hakkında ortaya koyacağımız kanaatler, onlar hakkında yaygın hâle getirilmiş kanaatlere iştirakimiz, basit bir olay değildir.

Liderlerin, ulemâ kadrosunun, davetçilerin yıpratılması, sonuç olarak Müslümanların bütününe zarar vermektir. Küçük bir dedikodunun bedelini dinimiz öderken bizim namaz kılıyor, o esnada hac yapıyor olmamız bizi temizlemez.

İnsanlar hakkındaki kanaatlerimiz, onlar hakkındaki şahitliklerimizdir. Filan insanın iyiliği veya kötülüğü hakkında sarf ettiğimiz sözlerimizi, mahkemelerde yaptığımız şahitlikten aşağı tutamayız.

Birini mahkeme sekreteri zapt ederken, diğerini melekler zapt ederler. İkisinden de mesûlüz. Allah’ın yeryüzündeki şahitleri olmak basit değildir. Överken veya yererken kullandığımız ifadeler, haktan yana tavrımızı yansıtmalı, nefsanî, kör taklit kaynaklı olmamalıdır.

Vasat ümmet olmanın, üzerimizde müşahede edilmesi gereken en açık örneklerinden birisi, başkaları hakkındaki takdirlerimiz olabilir. Adalet ve insaf en temel imânî karakterimizdir.

Yahudi Tavrı

Sözleri mutemet olmayan Yahudilere ait şu örnek bizim için de ders niteliğindedir:

Abdullah b. Selâm, Müslüman olduğunda, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Yahudilere, onun hakkında ne bildiklerini sormuş, onlar da:

“En iyimiz, en iyimizin oğlu; en çok bilenimiz, en çok bilenimizin oğlu” şeklinde cevap vermişlerdi. Müslüman olması hâlinde ne düşündüklerini sorunca da: “Maazallah!” demişlerdi.

Abdullah b. Selâm (r.a.) onların önüne çıkıp, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi arz edince de, az önce övdükleri Abdullah b. Selâm için: “En kötümüz, en kötümüzün oğlu; en cahilimiz, en cahilimizin oğlu’ diyebilmişlerdi.[1]

Bu, Yahudi mantığına uyabilir. Bize ise Kur’an-ı Kerîm, bir kavmin hatâlarının adaletten sapmamıza sebep olmamasını öğütlemiştir.[2] Ölçümüz, ölçeğimiz budur.

Masum Yok

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden sonra masum kimse yoktur. Herkesin sözü alınabilir, atılabilir. Hatâ ile iç içe yaratıldığımızı inkâr edemeyiz. Bir Müslüman’da hatâ ve doğru, ilim ve cehâlet, taat ve masiyet aynı anda birleşebilir. Bir işi güzel, diğerini çirkin yapıyor olabilir.

Mükemmel namaz kılıp, zekât konusunda ihmalkâr olabilir. Haramlara dikkat ederken, namazında gevşek bulunabilir. Tam ve eksiksiz insan arayışı hatâdır. Değerlendirirken de bu incelikleri göz önünde bulundurmamız şarttır.

İyi tarafına iyi, kötü tarafına da kötü diyebilmek, insaftan yana tavır almak mü’min olmanın gereğidir.

İnsanoğlunun hatâ edebileceği gerçeği ile hatâsızlık arasında şöyle bir denge oluşturabiliriz:

Hatâlar ile iyilikler arasında denge kurar, hatâsı çok olanı, iyiliği çok olandan farklı tutarız. Bir kere hatâ edenle, o hatâyı bin kere tekrarlayan arasında nasıl bir benzerlik kurulabilir? Hatâyı benimseyerek yapanla, o hatânın ezikliğini hisseden arasında da fark vardır.

Kimin Hesabına Karar Veriyoruz?

İnsanlar hakkındaki kanaatlerimizi kişisel menfaatlerimiz için kullanıyorsak, Müslümanlığımız bizim için bağlayıcı olmak durumundadır. Müslüman olduğumuz sürece “biz” tek başımıza değiliz.

Nerede ne yapacağımızı, dinimize göre kararlaştırırız. Eğer dinimiz adına bir seçim yapıyor, dinimiz için adam belirliyorsak, o zaman dinin kurallarını dikkate almamız çok daha önemli hâle gelir.

Din için iş yapıp, nefisle yol almak aldatıcıdır.

 

[1] Buharî, Tefsîr, 6.

[2] Bkz. Mâide; 5/8.