İçeriğe geç
Anasayfa » ULEMÂ VE UMERÂ

ULEMÂ VE UMERÂ

“İnsanların en kötüleri, insanlar içindeki âlimlerin şerîrleri (kötüleri)dir.”[1]

Rasûl-i Zîşân (sav) Efendimiz neden böyle buyurmuşlar? Çünkü ümmetin salâh ve fesâdının kaynağı, ulemâdır. Ulemâ, hakkıyla vazife yaparak; hâdis meselelere, asla bağlı kalmak şartıyla, asrın ve hâlin icâb ve ihtiyacına göre İslâm ahkâmını açıklar ve her türlü fesâddan, fitneden, dalkavukluktan berî olurlarsa, hem kendilerinin hem müslümanların din ve imanlarını, şân ve şereflerini korumuş olurlar. Yoksa asrımızda olduğu gibi kendilerini de müslümanları da zillet çukuruna sokar bırakırlar.

Günümüzdeki bazı dikkatsiz hocalar, yaptıkları bir takım hatalar ve muamelelerle İslâm âlemini nasıl tehlikeli durumlara düşürmekte olduklarının acaba farkında mıdırlar? Başımıza gelen bugünkü tefrika belasından acaba ibret almıyorlar mı? Almayacaklar mı? Bunların kalplerine ne oldu? İyiyi kötüyü, eğriyi doğruyu ayırt etme kabiliyetlerine Allah tarafından mühür mü vuruldu? Yahut ibret ve basîret nazarlarına mânevî bir perde mi indi? Bilemeyiz!…

Takrîben bir asırdan beri, bütün İslâm dünyasının hukuku ayaklar altındadır. Bir batılı, bir İslâm ülkesinin hukukuna istediği gibi tecâvüz eder, o bîçâre müslümanlar ihkâk-ı hak edilecek bir müracaat merkezi, bir merci’ bulamaz. İslâm memleketlerinin hayrı ve menfaati bütün bütün ecnebîlere, batılılara bağımlıdır. İslâm ülkelerinde müslümanlar, farkında olsalar da olmasalar da, umûmî olarak Hıristiyanların, Yahudilerin hizmetçisidir. Müslümanların elinde ve avucunda her ne kazanılmış ve ileride kazanılacak ise, vasıta ile veya vasıtasız tamamen batılılara aittir. Netice itibarıyla müslümanlar mahkûm, onlar hâkim; müslümanlar köle onlar efendidir. Çünkü zavallı müslümanlar hayır ve şerlerini ayırt edemez duruma düşürülmüştür. Müslümanlarda görülmekte olan zillet, başka milletlerde görülemiyor.

Bunun sebebi, beş kuruşluk bir menfaatin veya dünyevî bir şöhretin elde edilmesi için, bir asra yakın zaman önce en tanımış âlim sayılan Cemâleddîn Efgânî, Muhammed Abduh gibi bazı şahısların en berbat bir dalkavukluk batağına girmeleri, masonluk gibi bir pislik içine dalıp, kefereyi koltuklama ve onlara yaltaklanma zorunda kalmalarıdır. Sadece kendileri dalmakla da kalmayıp, onu Ezher gibi ilim müesseselerine ve bu yollarla bütün İslâm dünyasına bulaştırmalarıdır. İslâm âleminin çöküşü bu pisliğin bulaşmasıyla başlamıştır. Hâlâ da bunların kuyrukları ve zararları devam ediyor, ara yerde İslâmiyet ve insâniyet hukuku mahvolup gidiyor. Dört buçuk batılının rızasını kazanmak için katlanılmadık zillet kalmıyor.

Milletin ulemâsı, eşrâfı bu zilleti kabul edince, avâm tabakası artık ne duruma düşer, ne türlü rezilliklere, zilletlere maruz kalırlar? Orasını hiç sormayınız! Şu kadar ki zelîl olan baş, vücut iklimine zilleti yayar.

Mecnûn ile bahsetmeye gitti ukâlamız,

Var eyle kıyas ânı ki neyler budelâmız.

Rasûlullah (sav) Efendimiz bir başka hadîs-i şerîfte de şöyle buyurmuştur:

“İnsanlardan iki sınıf vardır ki, (onlar) iyi ve düzgün oldukları zaman, insanlar iyi ve düzgün olur. (Onlar) bozuldukları zaman insanlar da bozulur. (Bunlar ise) ulemâ ve umerâdır.”[2]

Biz de bu ve benzeri hadîs-i şerîflerden mülhem olarak diyelim ki:

Ulemâdır, umerâdır; bu âlemde cism-i cân

Eğer bunlar bozulursa, bozulur cümle cihân.

Ulemâdan olsun, eşrâftan olsun asrın deccalleri hükmünde olan masonların bertaraf edilmesine çalışmak veya mümkün olmayınca bulundukları yerden hicret etmek vacip ise de, İslâm âlemini sarmış olan bu illetten uzak kalmış bir yer nerde bulalım? Bu hususta İslâm ülkeleri “Turhal’lı hep bir halli”. Tuhafı da şurasındadır ki Müslümanlar, onların esâreti altında olduklarının farkında da değiller. Yalnız esir olduklarını bilseler, zillet içinde yaşadıklarını anlasalar belki bu kadar olsun anlamak, onlar için ileride hürriyete kavuşma yolunun araştırılmasına sebep olurdu. Orasına acınır ki, bunlarda şimdilik böyle bir duygu da yoktur. Gerçi yeni yeni bir diriliş, bilhassa gençlerde bir uyanış başlamıştır. Allah basîretlerini ve sayılarını arttırsın.

Ne hikmettir bilinmez! Hâlâ böyle muhâtaralı bir şahsısları ve yetiştirmelerini, kezâ Musa Cârullah Begiyef gibi şaşkınları diriltip diriltip karşımıza çıkaran maskaralar ve bunları büyük birer dâhî olarak takdim etmek gibi maskaralıkları var. Fakat bu maskaraları ve maskaralıkları sezip durduracak “Sultan Hamîd”ler ortada yok. Tek tük cılız müdâhaleciler müstesnâ.

O halde milletimiz ve İslâm âlemi başının çaresine baksın. Zira görülüyor ki bu maskaralıklar en saygı değer müesseselere ve ülkelere kadar bulaştırılmış durumda. İşin küçümsenecek yanı yoktur. Bu maskaralık, evvelki tarihte koskoca imparatorluğumuzu, olanca haşmet ve azametiyle çökerttiği gibi, zamanımızda da yurtlarımızı, din ve imanımızı sarsıyor. Şu anda gerek Türkiye’de gerek diğer İslâm ülkelerinde imanını yitirmiş; fakat hâlâ kendini mü’min zanneden nice zavallılar var! Fakat hani ya, bu gidişe “Dur!” diyecek Sultan Hamîd’ler, Mustafa Sabri’ler nerede?

Acaba bugünkü maskaralar mı o eski maskaraları kabirlerinden kaldırıp getiriyorlar, yoksa onlar mı kalkıp bunları ziyarete geliyorlar? Geliyorsa niçin geliyorlar?! Bunlar getirsinler, onlar gelsinler; netice olarak bir şey değişmez, ortada bir maskaralık var, Sultan Hamid cennet mekan yok, Mustafa Sabri yok!..

Cenab-ı Hakk, bu şanlı milletin ve bütün İslâm âleminin vatanına, din ve imanına sahip çıkacak zâtlar, Sultan Hamid’ler, Mustafa Sabri’ler ihsan buyursun! Âmîn, Yâ Mu’în!

[1] el-Bezzâr.

[2] Ebû Nu’aym, Hilye.