İçeriğe geç
Anasayfa » “BANA NE DÜNYADAN”

“BANA NE DÜNYADAN”

“Hayat felsefesi” denen şey dünyaya hangi gözle baktığımızı ifade eder. Demek oluyor ki dünya sizin için neyi ifade ediyorsa hayattan anladığınız odur. İnsanların hayata bakış açılarını “millî kültür” şekillendirir. Millî kültürünün temel taşı ise “din”dir. Avrupalı veya Amerikalı iseniz hayat felsefenizin temel kaynağı “Hristiyanlık”, Japonsanız “Şintoizm”dir.

Müslümanlar ise millî kültürlerinin temel taşının “İslâm” olmasına binâen hayat felsefelerini bunun üzerine bina etmek durumundalar. Gelin görün ki başta Türkiye olmak üzere dünya Müslümanları, batı eksenli bir millî kültürü benimsemiş durumdalar. Dolayısıyla dünya ve dünyalıklara bir Müslüman gibi değil, bir Avrupalı ve Amerikalı gibi bakıyorlar, bakıyoruz. Yani “Batılılaşma” mâcerâmızla başlayan dünyevileşme; ferd planında sekülerleşme ve sistem planında lâikleşmeye müncer oldu. Sözde muhalefet, özde mutâbakata dönüştü. Demek isteriz ki sözde karşı çıktıklarımıza gönül ve tatbikat olarak sahip çıktık ve çıkıyoruz.

Bir Müslüman için hayatın ekseni “İslâm” olması gerekirken, dünya eksenli bir din peşinde koşuldu ve koşuyoruz. “Dünyada mekân âhirette îman” safsatası bunun için uyduruldu ve dillere pelesenk oldu. “Velâ tense nasibeke mineddünya (dünyadan olan nasibini unutma)” birinci plana çıkarılıyor, âyet’in birinci kısmı olan “Vebteği fî mâ âtâkallahuddârel-âhire (Allah’ın sana verdiği nimet ve imkânlarla âhiret yurdunu ara)”1 yokmuş muâmelesi görür oldu. “İstasyon” olan dünya, “dârul-karar ( kalıcı istikrar yurdu)” olan âhiret’in önüne geçti. İftar vakti yapılan duâlarda bile “yaşama sevinci” ibaresi ile dünyaya bağlılık konusu vurgulandı. Hâdimu’l-lezzât (Ağız tadını kaçıran) olan ölümü hatırlatıcı ne varsa hayatın dışına itildi.

Yakınlarını penceresinin dibine, bahçesine, mahalle camisinin avlusuna defneden Müslümanlar, hiper-süper marketlere ve dev eğlence yerlerine yer bulurken, “yer yok” bahânesiyle tıpkı Avrupalılar gibi mezarlıklarını şehir dışına intikal ettirdiler. Daha 3-5 sene evvel İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nın girişindeki: “Her nefis ölümü tadacaktır.”2 şeklindeki âyet meâline; moralimiz bozuluyor gerekçesiyle itiraz edenleri unutmadık. Vakıf Camiler, okullar, hastahaneler, imâretler, su tesisleri, hamamlar…la “âhiret yatırımı” sevdalısı olarak tanınmış ecdâdın torunları; rüşvetle gökdelenler inşa etmekte birbirleriyle yarış eder olmadılar mı?

Ne oldu, ne değişti de; zirvelerden çukurlara düştük? Çok şey oldu ve çok şey değişti. Öz ve ruh değişikliği oldu. İnsanımız bize ait değerlerle bizim iklimimizde yetişmiyor artık. Evde verilmesi gerekeni televizyon ve internet veriyor(!). Ders müfredatları; özümüze, değerlerimize ve millî kökümüze yabancı. Sanat adına icrâ edilenler, erkek-kadın ihtilâtı, yanlış; “özgürlük ve hak hukuk” anlayışları, ahlâkî cıvatayı alabildiğine gevşeten hukûkî düzenlemeler… Hepsi ve daha niceleri; “varsa yoksa dünya” düşüncesinin açık ve net tezâhürleri değil mi?

Hâlimiz böyle iken bakalım Allah ve Rasûlü’nün katında dünyaya atfedilen değer ne imiş:

“Kâfirlere dünya hayatı cazibedâr gösterildi. Onlar iman edenleri alaya almaktalar. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, kıyamet günü bunlara üstün mevkilerde olacaklardır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.”3

Meğer dünya kâfirler için câzibedâr imiş, bizim için değil ve olmamalı.

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Âhiret yurdu, takvâ sahipleri için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmez misiniz?”4

Allah katında dünya hayatı bir oyun ve eğlence imiş. Ciddiye alınacak bir ciheti yokmuş. Yani insanoğlu oyun ve eğlenceye doymaz ve bu esnada zaman çabuk geçer. Boşuna “yalan dünya” denmemiş.

“Bize kavuşmayı ummayanlar, dünya hayatı ile yetinenler, bununla tatmin olanlar ve bizim âyetlerimize bîgâne kalanlar; İşte bunlar Cehennemi çabaları ile kazananlardır.”5

“Varsa yoksa dünya” sloganına aldanmak, bununla yetinip Allah’a dönüşümüz gerçeğine hayatında yer vermemek, çaba ve gayreti ile Cehenneme doğru yol almaktır.

“Şunu bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir ziynet, birbirlerinize karşı bir övünme ve böbürlenme vesilesi, servet ve evlat çokluğuyla iftihar konusudur.”6

İnsanoğlu dünyada varlık ve servet olarak nelerle oyalanıp övünürse övünsün sonunda bunları terk ederek dünyaya vedâ edecektir. Sonu yokluğa müncer olacak varlıklarla dünyada teselli aramak ne kadar akıl kârıdır?

“Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan ibarettir. Şüphesiz ki, Âhiret yurdu, hayatın bizzat kendisidir. Keşke bir bilselerdi.”7

Oyun ve eğlence gibi değersiz ve temelsiz bu dünya hayatına karşılık, gerçek ve ebedî olan âhiret hayatı vardır ki, buna îman ederek ancak dünyanın aldatıcılığından korunabiliriz.

“Servet ve çocuklar dünya hayatının câzibedâr unsurlarıdır; kalıcı olan salih ameller ise; Rabbinin katında sevap ve gelecek ümidi açısından en hayırlısıdır.”8

İnsan hayatında servet ve evlâd şüphesiz mühim yer işgal eder. Ancak herkes kabul eder ki, fânîdir. Dünya hayatının yegâne kalıcı serveti; “â’mâl-i sâliha” (salih ameller)dir. Marifet bunları çoğaltmaktır.

Şimdi bazı hadîs-i Şerîf’lerle dünyayı tanımaya çalışalım:

“Dünyadan bana ne… Benim dünya ile münasebetim; bir ağaç altında gölgelenip, sonra kalkıp giden yolcunun hâline benzer.” 9

İstasyon uzun süreli ikamet mahalli değildir, hele dâimi ikâmetgâh hiç değildir. Öyleyse bir Müslümanın dünyadan nasibi; yolcunun istasyondan nasibi kadar olmalıdır.

“Eğer dünyanın Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire dünyada bir yudum su bile vermezdi.”10

Bundan daha vâzıh ve net bir dünya tasviri olabilir mi? Dünyanın hiçliğinin nebevî ve edebî ifadesi. İzahtan vâreste bir tablo…

“Allah bir kulu severse onu dünyadan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına suyu yasaklaması gibi.”11

Allah dostlarının dünya ve dünyalıklardan uzak durmaları elbette sebepsiz ve gerekçesiz değildir. Dünya’ya gelmeden Cennet ve nimetlerini elde etmek mümkün değil amma dünya bağrımıza basacağımız bir nesne de değil. Su çok büyük bir nimet… Ancak doktorlar diyaliz hastalarına su içme konusunda sınır koyarlar. Dünyalıkların en kıymetlisinden bile sınırlı ölçüler içerisinde yararlanmalıdır. Su misalinde olduğu gibi.

“Dünya müminin hapishânesi, kâfirin ise Cennetidir.”12

Cezâevi, zindan insanları sıkar. Dünyada da müminin sıkılması ve daralması gerekir. Böyle bir hâli yaşamayanlar müminliklerinden emin olmamalıdırlar. Dünyada sıkılmadan ve daralmadan yaşayanlar belli ki prensipsiz, haramsız ve yasaksız bir dünyada yaşayanlardır ki, Cennet sefâsını dünyada sürenler ancak kâfirlerdir.

“Dünya âhiretin tarlasıdır.”13

Evet… Dünyaya en büyük değeri kazandıran husus; âhiret’in imtihan yeri oluşudur. Cennet de Cehennem de burada kazanılmaktadır… Ayda, Merih’te ve diğer âlemlerde değil de ebedî geleceğin dünyada kazanılıyor olması ona atfedilecek yegâne mazhariyettir.

“Fânî Dünya”dır,

“Yalan Dünya”dır,

“Vefâsız Dünya”dır,

“Süleyman’a kalmayan Dünya”dır

Ve diğerleri…dir.

Ancak yine de Cennet umanların geçici ve zarûrî ikâmetgâhıdır. Zira Cennet’e pasaport dünyadan alınmaktadır.

Dünya’ya gelenlerin kalıplarının dünyada olması ne kadar kaçınılmaz ise kalplerinin Allah’la olması da o derecede zarûrettir. Bunu başaranlar dünyayı Cennet’in istasyonu hâline getirmiş olurlar ki buna “saâdet-i uzmâ” denir. Nasib olması tazarrû ve niyazı ile…

1             Kasas; 28/77.

2             Ankebût; 29/57.

3             Bakara; 2/212.

4             En’âm; 6/32.

5             Yûnus; 10/7-8.

6             Hadîd; 57/20.

7             Ankebût; 29/64.

8             Kehf; 18/46.

9             Tirmizî, Zühd.

10           Tirmizî, Zühd; İbn Mâce, Zühd.

11           Tirmizî, Tıbb.

12           Müslim, Zühd; Tirmizî, Zühd.

13           Buhârî, Zekât.