İçeriğe geç
Anasayfa » İMANÎ GÖSTERGE

İMANÎ GÖSTERGE

İnsanoğlunu bu dünyaya imtihan için gönderen Rabbimiz, ona ibadet etme, haramlardan kaçınma gibi çeşitli sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukları yerine getirmesi esnasında önüne çıkabilecek engeller konusunda ona yardımcı olabilecek bazı görevler vermiştir.

Rabbimizin rahmet sıfatıyla bize bağışladığı bu görevlerden biri de dünya hayatında sabırlı olmaktır.[1] Bunun karşılığında pek çok ayet ve hadiste sabrın faziletinden ve sabreden kullara verilecek mükâfatlardan bahsedilmektedir. Bu ayetlerin bir kısmında Allah’ın onları sevdiği,[2] onlarla beraber olduğu,[3] sevaplarının tam olarak verileceği bildirilmekte,[4] ayrıca bu vasfın Peygamberlerin özelliklerinden olduğuna işaret edilmektedir.[5]

Faziletine işaret edilen sabrın tam olarak ne olduğunu da belirtmek gerekmektedir.  Sabır, “kişinin karşılaştığı sıkıntıları başkalarına şikâyet etmemesi” olarak tanımlanmıştır.[6] Zira sürekli sızlanan insan -bir açıdan- onu bu hale sokan Rabbini başkalarına şikâyet etmiş gözükmektedir. Bu da Allah-kul ilişkisi açısından doğru kabul edilmemektedir.

Sabrın tarifi verilirken, insanın, sıkıntılarını Rabbine arz etmesi, onlardan kurtulmak için dua etmesi ise şikâyet olarak görülmemiştir. Mesela bu konuda Eyyüb a.s.’nin duası dikkat çekmektedir. O, yaşadığı malî, ailevî ve bedenî rahatsızlıklar neticesinde Allah’a dua etmiş ve ““Ey Rabbim! Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.” diye niyaz etmişti.”[7] Onun bu duası olumsuz manadaki “Allah’ı şikâyet” kapsamında değerlendirilmemeli, bilakis yardım alacağı asıl kaynağa müracaat şeklinde algılanmalıdır. Nitekim onun, başına gelen sıkıntılara sabretmesi ve sürekli Allah’a yönelmesi sebebiyle Allah tarafından “O ne iyi bir kul![8] şeklinde övülmesine sebep olmuştur.

Yukarıda bazı mükâfatları belirtilen sabrın, Müslüman bir şahsın sahip olması gereken önemli vasıflardan biri olduğu anlaşılmaktadır. Ancak sabır aynı zamanda çeşitli kısımlara da ayrılmaktadır. İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette o, sabrın Kuran-ı Kerim’de 3 manada kullanıldığını belirtmektedir. Birincisi, Allah’ın farzlarını uygulamaya sabretmek. İkincisi, haramlardan kaçınmaya sabretmek; üçüncüsü ise başa gelen bir musibete ilk anda sabretmek.[9] İbn Receb el-Hanbelî oruç ibadetini örnek vererek sabrın her üç türünün de bu ibadette bulunduğunu ifade eder. Zira oruç; Allah’ın emrine tâbi olmak için tutulur, yeme-içme gibi onu bozacak haram davranışlardan kaçınılır ve açlık ve susuzluk gibi insana zor gelen durumlara sabredilir.[10]

Bunlardan günahlara karşı sabır çok zor ve imtihanı büyüktür. Zira Allah Teâlâ, nefs ve şeytan vasıtasıyla dünyevî bazı nimetleri güzel göstermiştir. Bu durum bir ayette şöyle ifade edilmektedir. “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.[11] Ayette, insanların yukarıda sayılan maddelerin çekicilikleri sebebiyle harama düşmelerinin muhtemel olduğuna vurgu yapılmakta olup, imtihanın kazanılması bunlara karşı dikkatli olmaya bağlı kılınmıştır. Nitekim bir hadiste imanın ne olduğunu soran bir sahabiye Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, “Sabır ve hoşgörü.” diye cevap vermiştir.[12] İmam Ahmed b. Hanbel ise bu hadisteki sabrın, “haramlara karşı sabırlı olmak” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmektedir.[13]

Görüldüğü gibi günahlara sabretmek bir Müslümanın hayatındaki îmânî göstergelerden kabul edilmektedir. Zira günahlara sabreden insan hem bu dünyada şahsiyetini kaybederek diğer insanların gözünde rezil olmayacak, hem de ahirette Allah’ın huzurunda pişman olmayacaktır. Aynı zamanda haramlara karşı sabretmeyen insan, Allah’a isyan etmiş olacak ve belki de sahip olduğu nimetlerden mahrum kalacaktır.

Netice olarak Ebû Bekr ed-Dineverî’nin naklettiği bir söz haramlara karşı sabrı özetlemektedir. “İnsanı, haram bir işe davet eden nefsin isteklerine sabretmek, bu haram fiili işlediği takdirde çekeceği azaba sabretmekten daha kolay ve hayırlıdır.[14]

[1] Bakara, 45; Âl-i İmrân, 200.

[2] Âl-i İmrân, 146.

[3] Bakara, 23, 249; Enfâl, 46.

[4] Zümer, 10.

[5] Enbiyâ, 85.

[6] Seyyid Şerif Cürcânî, Ta‘rîfât, s. 143.

[7] Enbiyâ, 83.

[8] Sâd, 44.

[9] İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-dîn, IV, 72

[10] İbn Receb el-Hanbelî, Letâifü’l-ma’arif, s. 284.

[11] Âl-i İmran, 14.

[12] Ahmed b. Hanbel, V, 318.

[13] Beyhakî, Şuabü’l-îmân, X, 374.

[14] Ebu Bekr ed-Dineverî, el-Mücâlese ve cevâhiru’l-ilm, s. 567.