İçeriğe geç
Anasayfa » KABİR ZİYARETİNDE ÖLÇÜLER

KABİR ZİYARETİNDE ÖLÇÜLER

Kabir ziyareti sünnettir. Mümkünse her hafta yapılabilir. Kabir ziyareti için en faziletli gün Cuma günüdür. Cuma günü dışında Perşembe, Pazartesi ve Cumartesi günü yapılması da tavsiye edilmiştir. Fıkıh kitaplarımızda, ölülerin Cuma günü, bir önceki gün yani Perşembe ve bir sonraki gün yani Cumartesi günleri kendilerini ziyarete gelenlerden haberdar olacakları rivâyet edilmektedir.

Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın Uhud şehidlerini ziyaret ettiğinde onlara hitaben  buyurduğu rivâyet edilmektedir.

İbn Âbidîn, kabristan uzak olsa bile, orayı ziyaret etmenin sünnet/mendup olduğunu söyledikten sonra kabir ziyareti için yolculuğa çıkmanın hükmünün kendisinden önceki fukahâ tarafından açık bir şekilde ifade edilmediğini beyan etmektedir. Bazı fakihlerin üç mescit dışındaki diğer mescitlere yolculuk yapmanın men edilmesine kıyasla –Peygamberimiz’in kabr-i şerîfleri hâriç- kabir ziyareti için yolculuğa çıkmaya karşı çıktıklarını ifade ettikten sonra, İmam Gazâlî’nin bu görüşü kabul etmediğini nakletmektedir. İmam Gazâlî’ye göre kabir ziyaretini mescitlere kıyaslamak doğru değildir. Zira üç mescidin dışındaki mescitlerde namaz kılmak sevap bakımından birbirine denk olduğu için ayrıca bu amaçla yolculuğa çıkmanın bir faydası yoktur. Fakat ona göre ehlullâh/evliyâullah, Allah Teâlâ’ya kurbiyette birbirlerinden farklı oldukları için onların kabirlerini ziyaret edenler bu ziyaretlerinden manevî durumlarına göre farklı şekilde istifade ederler.

Umûmen fukahâ bir fitne tehlikesi yoksa kadınlar için de kabir ziyaretini meşrû görmüşlerdir. Fakat bu ziyaret ibret almak ve rahmet duasında bulunmak amacıyla, yahut sâlih insanların kabirlerini ziyaret sebebiyle bereket ummak için olmalıdır. Aksi takdirde üzüntüsünü tazelemek, yeniden ölçüsüz şekilde ağlamak v.s. amaçlarla yapılırsa meşrûiyyetini kaybeder. Kadınlar için kabir ziyaretini yasaklayan bazı rivayetlerin bu şekilde yapılan ziyaretlerle alakalı olduğu ifade edilmiştir.

Fethu’l-Kadîr isimli eserde kabir ziyaretinin ve o esnadaki duanın ayakta yapılmasının sünnet olduğu ifade edilmektedir. Peygamberimiz de Cennetü’l-Bâkî’yi bu şekilde ziyaret etmiş ve orada yatanlara hitâben şöyle buyurmuştur:

Yani: “Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’min insanların yurdu! Biz de Allâh’ın dilediği bir zamanda size kavuşacağız.” Bu duada yurt denilerek içindekiler kastedilmiştir. Zira bir eve selam verilince içindekiler evleviyyetle bu selama dâhil olurlar. Kavuşmanın Allah’ın meşîetine bağlanması teberrük içindir veya kasıt Allah’ın dilemesiyle en güzel şekilde size kavuşacağız anlamındadır. Bazı rivayetlerde yukarıdaki selâmın sonunda  Yani “Allah’tan hem bizim için hem de sizin için âfiyet dileriz.” ifadesi vardır.

Molla Aliyyü’l-Kârî, kabir ziyaretinde mümkünse ölünün ayak tarafından ziyaret yapmanın âdâba daha uygun olduğunu zikretmektedir. Zira bu ölülerin kendilerini ziyaret edenleri görmeleri için daha uygundur. Fakat peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm’ın bir ziyaretinde, ölünün baş kısmında Bakara Sûresi’nin ilk kısmına başladığını sonunu ise ayak kısmında tamamladığı rivâyet edilmektedir.

Kabir ziyaretinde ölülere Yâsîn Sûresi okunabilir. Bir rivâyette: “Her kim kabristana girer ve Yâsîn Sûresini okursa Allah oradaki ölülerin sıkıntılarını hafifletir ve okuyan kişiye orada bulunanlar adedince sevap verilir.” buyurulmuştur.

Bir hadîs-i şerîfte de “Kim on bir kere İhlâs Sûresi okur da ecrini ölülere bağışlarsa oradaki ölüler adedince kendisine ecir verilir.” buyrulmaktadır.

Molla Aliyyü’l-Kârî, Fâtiha, Bakara Sûresinin ilk âyetleri, Âyete’l-Kürsî, Âmene’r-Rasûlü, Yâsîn, Mülk, Tekâsür, on iki İhlâs, on bir veya yedi veya üç İhlâs gibi kişinin Kur’ân-ı Kerîm’den kolayına gelen âyet ve sûreleri okumasını ve “Allah’ım, okuduklarımın sevabını falanca kimseye veya kimselere ulaştır.” diye dua etmesini tavsiye etmiştir.

Kişinin namaz, oruç, sadaka ve benzeri amellerinin sevabını başkalarına hediye etmesinin meşrû olduğunu ulemâmız açık bir şekilde beyan etmektedir. Bu konuda ulemâ arasında neredeyse ihtilaf yoktur.

Bazı eserlerimizde nafile olarak sadaka vermek isteyen kişinin bütün mü’min ve mü’minâta niyet ederek vermesinin en faziletli amellerden olduğu zikredilmektedir. Zira bu sadakanın sevabı niyet ettiği bütün kişilere ulaştığı gibi kendi ecrinden de hiçbir şey eksilmez. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebinin görüşü bu şekildedir. Fakat İmam Mâlik ile İmam Şâfiî, sadaka ve hac gibi ibadetlerde bunu kabul etmekle birlikte, namaz, Kur’ân tilâveti gibi mahzâ bedenî olan ibadetleri bu kuraldan istisna etmiştir.

İbn Âbidîn der ki: “İmam Şâfiî’nin bu görüşü onun meşhur görüşüdür. Sonraki dönem Şafiî âlimleri, şayet ölünün huzurunda okunuyorsa veya huzurunda olmasa bile okuduktan sonra dua ediliyorsa okunan Kur’ân’ın sevabının ölüye ulaşacağı görüşündedirler. Zira onlara göre Kur’ân okunan yere rahmet ve bereket nâzil olur ve akabinde yapılan duanın kabul edileceği daha fazla umulur ve ölü de bundan istifade eder. Bu sebeple Şâfiîler dua ederken “Allah’ım, okuduklarımın sevabının mislini falancaya ulaştır.” diye dua etmeyi tercih etmişlerdir. Biz ise sevabın bizzat kendisinin ulaştırılmasını isteriz.”

el-Bahru’r-Râik isimli eserde, yapılan amellerin sevabının ölülere bağışlanacağı gibi dirilere de bağışlanabileceği ifade edilmiştir. Kişi bazen bir ameli kendi için yapıp daha sonra da sevabını başkalarına bağışlayabilir.

Kabirlerin üzerine basmak, oturmak da mekruh görülmüştür.

Aynı şekilde kabrin üzerindeki yaş otların ve bitkilerin koparılması da mekruhtur. Fakat kurumuş olanlar temizlenebilir. Zira bazı rivayetlerde kabrin üzerindeki bitkilerin kurumadıkları sürece Allah’ı tesbih ettikleri ve bu zikir vesilesiyle de kabirlere rahmet nâzil olacağı ve kabirdekilerin rahatlayacağı ifade edilmektedir. Peygamberimiz aleyhissalâtü ve’s-selâm da içerisindekilerin azap çektiği iki kabrin üzerine yaş bir hurma dalını ikiye bölerek dikmiştir.


(Kaynak: Haskefî, ed-Dürrü’l-Muhtâr; İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr, Cenâze Bahsi)