İçeriğe geç
Anasayfa » Fazla Tüketimin Ne Zararı Olabilir ki! En Azından İnsan Helâk Olacağını Bilir!

Fazla Tüketimin Ne Zararı Olabilir ki! En Azından İnsan Helâk Olacağını Bilir!

Kur’an-ı Kerim’in önümüze koyduğu eşsiz önderlerden birisi Salih (aleyhisselâm) peygamberdir. Salih peygamber bozguncu/müfsid bir topluluğu düzeltmek/ıslah etmek için gönderilmiştir.1

Semud kavminde bulunan ve düzeltilmesi gereken fesad unsuru en başta pek tabiî olarak şirkleri idi. Ancak ayet-i kerimeler bizlere Semud’u diğer kavimlerden farklı olarak başka özellikleri ile de tavsif etmektedir. Ovalarında köşkler kuran, dağları oyarak kayalardan evler yapan, bu nimetler içinde kendini gayet güvende hisseden, bağların ve pınarların arasında dünyalık bir konfor içinde yaşayan, ekinlerin ve meyvesi yumuşak, hoş hurma ağaçlarının içinde, neşe ve zevk içinde eğlenen bir topluluktur Semud kavmi.2

Tüm boyutlarıyla yaşadığımız dünyadaki bir kısmının hayat konforunu andırdığı muhakkak olan bu tasvirlerin her biri çağların insanoğlunu değiştirmediğinin en büyük göstergesi. Yukarıda zikredilenlerden ‘eğlenceyi’, köşkleri, yüksek binaları alt alta koyduğumuzda bunların her biri için farklı boyutlarda ‘harcama’ hatta servet harcanması gerektiği ortadadır. Yani her şey gibi lüks yaşamanın, konforlu bir hayat sürmenin de bir bedeli vardır. Yani harcamadan lüks yaşanmaz gibi bir cümleyi kurmak bile fazlalıktır. Semud için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Çok lüks yaşıyorlardı, imkânlarını sürekli konfora harcıyorlardı. İşte bu yaşantıları sebebiyle de helak oldular. Fark etmek istemedikleri şey şuydu: Allah bu imkânları onlara bunları yapmaları için vermemişti.

Semud dendiğinde hiçbirimizin aklına bereket gelmiyor. Semud kavmi dendiğinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman ve Abdurrahman b. Avf gibi imkânlarını cennete köprü yapan insanlar da gelmiyor. Aklımıza ‘varlıkları’ ile yok olan bir topluluk geliyor. Çünkü onlara sunulan muazzam nimetleri ayaklarının altında basamak yaparak arşa ulaşacak işler yapabilecekken her birini bambaşka işler için değerlendirdiler.

O halde ister harcama ister tüketim diyelim insanın kendisine sunulan ilahi nimetleri gereken yere sarf etmemesi anlamına gelen ‘israf’, ‘tüketim’, ‘lüks harcama’; akıbeti belli bir ameliyedir. Bir toplum fazla tüketim hastalığının sonucu olarak aşama aşama helak olmuştur.

Kur’an bize akıbetinden bahsettiğine göre Semud artık tekrarlanması gereken bir toplum olamaz olmamalı. Harcama da sadece kötü bir alışkanlıktır denilerek basite alınamaz. İnsan için hastalık boyutunu almış bir tüketim merakını sıradan bir ameliye olarak göremeyiz. Evinde kendisine birkaç kış yetecek paltosu, kazağı olduğu halde ‘indirimde’ diye bir yenisini daha bunların arasına eklemenin mantığını anlamakta güçlük çekiyoruz. İnsanın; yiyebileceği, giyebileceği ve içinde oturabileceği, binebileceği velhasıl her şeyi sınırlı iken ihtiyaçlarını sınır ötesine taşıyarak kendisini bambaşka bir varlık haline getirmesi ne denli bir ruhsal bunalımın işaretidir.

Sadece tarla kıyafeti ve pazara/düğün-şenlik gibi yerlere gidecek ikinci bir parça kıyafeti olan insanların yalnızca bir kuşak devamı olan torunlarının kıyafet koleksiyonu yapmasını anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu kıyafetleri seçmek için mağaza vitrinlerinde ‘göz nurunu’ feda etmesini basit bir heves cümlesi ile geçiştiremiyoruz. Çünkü aynı hanım kız ya da delikanlı bunu bir gençlik alışkanlığı olarak bırakmayıp yanlarında ileri yaşlara taşımakta pek de hırslı görünüyorlar. “Bir evim olsa Allah’tan başka ne isterim?” diyen insanlara hal hatır sorduğunuzda yatırım amacıyla aldığı üçüncü dairesi için bu ara maddi olarak çok darda olduğu için biraz borçlandığı cevabını alıyorsunuz. İnsan kaç evde aynı anda oturabilir, yıllar önce sen bir ev için etmedik dua bırakmıyordun gibi soruları bile soracak derman bırakmıyorlar insanda.

Kazanmaya yani para elde etmeye prensip koyan, helâl olan ve tayyib (tertemiz) olan rızıktan bahseden dinimizin harcama ile ilgili ilkesi burada da geçerlidir. Tertemiz yollarla kazanılan rızıklar tertemiz yollara harcanır. Kirli, şaibeli, içine habîsat bulaşmış kazançlar ancak faydasız işlere feda edilir. Onlar temiz işlerin harcı, ilim talebesinin harçlığı, Afrika’da bir Müslüman’ın gözünü açacak bir nur, köyüne su olup akacak bir pınar, yetim bir çocuğun evine girecek bir sıcak yemek olamaz. Temiz olmayan kazançlar; hiç misafir gelmeyen bir eve misafir için ayrılmış bir tabak, ‘modeli’ farklı ama ancak senede birkaç kez takılacak şık ve markası olan bir kol çantasına yapılan yatırım, yazları gelip on gün kalırız diye kapısı kilitlenmek üzere bir yerlerde yaptırılacak villa uğruna harcanır.

İnsanın, olanı düzgün yerlere sarf etmemesi tarihin alışık ve aşina olduğu bir vakıadır. Kuvvetle muhtemel bu çağın bambaşka bir boyut kazandırdığı harcama ve tüketim hastalığı, ‘olmayanı’ tüketmektir. Her yönüyle tuhaf bir çağ yaşadığımızı gösteren bir çelişki ifadesidir olmayanı tüketmek. Ama yaptığımız bu değil mi; kredi kartı ile sürekli bir şekilde alışveriş, bankadan kredi alarak on-on beş yıllık bir borcu gönüllü heveslenmek. İnsanoğlunun, olanı gereği gibi tüketmemesi Semud gibi bir sonuca sebep olmuşsa ‘olmayanı’ harcaması, yemesi, tüketmesi ve bununla mutlu olması neyi doğurur?

Doğru, borçlanmadan bir şey olmuyor. Bu büyüklerimizin kulaklarımıza fısıldadığı bazen de yüksek sesle bağırdığı nasihatlerden. İtirazımız yok. Ama bu büyük tavsiyesini biraz açma hatta buna bir kayıt koymak hakkımız vardır herhalde. Borçlanmadan bir şey olmuyor önermesini pratiğe döktüğümüzde şuna ne diyeceğiz: Borçla araba alan var, ev alan var ve hatta on yıllık on beş yıllık borçlanan var, elbise alan da var, “On taksite aldım, çok ucuza geliyor.” sözü herhangi bir giyecek ve takı için söylenen cümlelerden. Bu kadar vardan ve yukarıdaki büyük tavsiyesinden sonra minik bir soru: “Bana borç ver, benim param yok ama çalışıp ödeyeceğim.” diyerek Gazze için borçlanan bir Müslümanla karşılaştınız mı? Altındaki arabanın modelini arttırmak için büyük bir borca cesaretle giren bir mü’minin aynı cesareti Afrika’da bir kuyu açtırmak için gösterdiğine şahit oldunuz mu?

Evet, borçlanmadan hakikaten bir şey olmuyor. Allah’ın rahmeti bile gelmiyor. Müslümanlar hevaları için yaptığı harcama ve fedakârlığı, Filistin için, bir talebe için, herhangi bir fakirin ihtiyacı için yapamıyor. Bu iş hakikaten borçlanmadan olmayacak. i


1 Şuara, 26/151, 152

2 Şuara, 26/146-150