İçeriğe geç
Anasayfa » Birlik ve Hâkimiyet

Birlik ve Hâkimiyet

Gayet mühim iki şey vardır ki insanları ona zaruret sevk eder, din irşat eder. Terbiyenin, tahsilin de bu hususta yardımı olur. Bu iki şeyin her biri diğerini gerektirir. Milletlerin feyzi, azameti, yükselmesi… ancak o iki şeyle mümkün olabilir ki biri vahdet (birlik, beraberlik), diğeri hakimiyet (egemenlik).

Cenab-ı Hakk bir milletin ayakta kalmasını dilerse fertlerinin fıtratına bu iki sıfatı koyarak onu olgun bir varlıkhalinde meydana getirir. Artık o milletin hayatı o sıfatlardan olan nasibi nisbetinde uzayarak devam eder.

Kuvvet ve kudretini, kendi varlığını kuvvetlendirecek maddeleri onlardan almayan millet mutlaka günün birinde başka milletler tarafından kemirilecek, yutulacak, yeryüzünden kaldırılacaktır.

Bir millette birlik ve beraberlik gördün mü, o milleti hâkimiyet gibi, saltanat gibi mazhariyetlerle hemen müjdele.

Bütün milletlerin tarihini tetkik etsek, bütün cemaatlerin kemalindeki, zevalindeki hallerini, yükselme ve gerilemedeki durumlarını araştırsak bunlar hakkındaki ilahi kanunu şu şekilde buluruz: Her milletin varlıktan nasibi vahdetten olan nasibiyle, şevket ve azametten olan hissesi de hâkimiyete olan meyliyle mütenasiptir.

Zaten Cenab-ı Hakk, bir milleti ancak tefrika, nifak, şikak hastalıklarına tutulduktan sonra mahveder. Onların cezasını uzun bir zillet, şiddetli bir azap daha sonra da ebedi bir çöküntü ve tarihten silinme şeklinde tertip eder.

Bir fikir ve bir görüşte olmak; uygunluk, fertlerin birbirine yaklaşması ve birbiriyle kaynaşması demektir. Bunu temin edecek kuvvet, fertlerden her birinin milletin menfaatini, zararını düşünmesi; her tabakada bulunan şahısların, milletin şan ve şerefini iyice benimsemesi, keza o şan ve şerefin düşmesi veya büsbütün yok olması halinde en büyük musibete uğramış kadar kederlenmesidir.

Bir millet bu iki rüknü (vahdet ve hâkimiyeti) kolayca kuvvetlendirebilecekken hiç oralara yanaşmaz, bilakis bozmaya ve yıkmaya çalışırsa kıyamet gününde Allah’a karşı hangi yüzle af dileyecek, hangi özrü bulup söyleyebilecektir.

Bir cemaatin birliğini bozan, şevketini darmadağın eden, bir milleti perişan bir hale getiren musibetlerin hepsi ancak Allah’ın, peygamberin, kendilerine yasak etmiş olduğu tefrikaya, nifaka düştükten sonra başlarına gelir.

Mü’minlerin dilinden düşmeyen, kalplerini kandıran, gönüllerini rahat ettiren Kelimetullahın, kendilerinden istemekte olduğu hakları öderler, tam birlik ve beraberlik içinde yaşarlarsa düşmanları için bunları parça parça etmek, aralarına fitne, fesat sokmak, galibiyet kılıçlarını gözlerinin önünde parıl parıl parlatmak mümkün olamaz.

Bir ayet-i celilede Cenab-ı Hakk buyuruyorlar ki: “Allah’a ve Onun Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin; sonra korku ile zaafa düşersiniz, rüzgârınız (kuvvetiniz, nusratınız veya devletiniz) (elden) gider. Bir de sabr (-ı sebat) edin (katlanın). Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”

Bir hadis-i şerifte ise Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Mü’min, mü’mine karşı sağlam bir bina gibidir ki; birbirini kuvvetlendirir.”