İçeriğe geç
Anasayfa » Adam Seçmek

Adam Seçmek

İslâmiyet en küçük içtimâî birlik olan âileden devlete kadar bütün idârî faaliyetler için şekilden ziyâde ruh emretmiştir. Bu ruh üç esasla gerçekleşir.

1. Ahkâm-ı ilâhiyenin tenfizi yâni şeriat kanun ve kaidelerine uygun hareket etmek.

2. Emânetin ehline tevdii yâni amme selâhiyet ve iktidarını kullanacak şahısları liyâkatlerine göre tâyin etmek.

3. İstişâre etmek.

Bu üç emir bilhassa devlet idâresinde fevkalâde bir ehemmiyeti hâizdir. Zirâ İslâm nazarında devletin hikmet-i vücûdu ahkâm-ı ilâhiyenin tenfizinden ibârettir. Bu vasfıyla İslâm’da devlet tam bir “hukuk devleti”dir. Zirâ beşerî sistemlerde devletler tatbik edecekleri kanunları bizzat vücuda getirdikleri hâlde İslâm’da beşerî bir tâyine dayanmayan ilâhî ahkâma uymak şarttır. Kanunları tatbik edecekler kendileri yaparlarsa bu kanunlar sübjektiflikten (enfüsîlikten) kurtulamazlar. Meselâ bir parlamentoda doktorlara âid bir kanun çıkarılmaktayken mesleği doktorluk olan milletvekilleri kendilerini ve meslektaşlarını koruma temâyülünden kurtulamazlar. Hâlbuki İslâmî idârede temel esaslar beşerî irade mahsulü olmadığından âfâkîlik (objektiflik) mutlak bir sûrette sağlanabilir. O idâreci padişah bile olsa izhar ettiği irâde ahkâm-ı ilâhiyeye mugayir ise geçersizdir. İslâmî idârede bunun bir kontrol mekanizması olarak şeyhülislâmlık ihdas edilmiştir. Bu bakımdan İslâmî hükümlerle idâre edilen bir ülkede gerçekleştiği kadar devletin hukuk devleti olması keyfiyeti hiçbir beşerî sistemde gerçekleştirilemez.

İslâmî esaslar idârenin esasını teşkil eden üçüncü prensip yâni kararların istişâre ile verilmesi bir ilâhi emir olup bunun adem-i mevcudiyeti o idâreyi İslâmî olmaktan çıkarır. Lâkin istişarenin de müsmir olabilmesi için gerekli olan şartlar vardır. Bunların başında istişare edenin istişare başlamadan evvel peşin hükümlerle mâlûl olmaması lâzımdır. Zirâ bu takdirde istişâre bir formaliteden ibâret kalır. Lâkin bundan daha ehemmiyetlisi istişare edilen kimsenin istişare edilen mevzuda fikir beyanına selâhiyetli olmasıdır. Bunun için müşavir “emin olmalı”dır. Denilir ki; bu emin olma keyfiyeti birçok husûsu ihtiva eder. Bunların başında müşavere edilen meselede bilgi sahibi olmak gelir. Tıbbî bir meseleyi faraza bir avukatla müşavere sâdece boşuna bir gayret olmayıp çok kere yanılmaya müncer olur. Lâkin müşavirin görüşülen mesele hakkında ilmî kifayeti yetmez. Bir de mücessem bir ahlâka sahip olmalıdır. Bu olmadığı takdirde istişare edeni yanıltmak ihtimali vardır. Husûsî bir garez peşinde koşmadan Allah korkusuyla doğru bildiğini söylemek için cesârete de ihtiyaç vardır. Zirâ bazen istişare edenin reyine muhâlefette muhâtara olabilir. Velhâsıl âdet yerini bulsun diye etrafına toplananlarla usûlen bir istişare kâfi gelmez. Bunun için bütün şartlar her iki tarafça da mevcut olması lâzımdır.

Tarih boyunca idârenin başında bulunanların dalkavuklardan hoşlandığı az görünür bir şey değildir. Bu sebeple müşavirlerde aranan şartların benzeri liyâkat unsurları istişare edende de olması lâzımdır.

Diğer taraftan İslâm nazarında hakikatin tebeyyünü sayı çokluğu ile değildir. Bu galat görüş, demokrasilerin çaresizliğinin bir ifadesidir. İslâm nazarında hakikat, delil-i şer’î ile tebeyyün eder. Müslümanlar istişarelerinde çoğunluğa karşı azınlık hatta bir tek ferd ile bile görüşünü şer’î bir delile dayandırmaktaysa ona uymak mecburiyetindedirler. Bu durum dogmatizm değildir. Çünkü nassların kabulü evveliyetle ve hür irade ile gerçekleştiğinden aksine hareket esasen o ferd için kendi kendini nakzetmek olur. İlahî nizamın hak ve mükemmel olduğu peşinen kabullenildikten sonra onlara uymak vicdanî ve mantıkî bir mecburiyettir.

Şu hâle nazaran İslâmî idâre hiçbir beşeri sistemle mukayese edilemeyecek derecede bir mükemmellik arz eder. Elverir ki; bir idareci iman ettiği prensiplere uymakta samimiyet ve dürüstlükten ayrılmasın. Yanılma ile vâkî olabilecek ayrılıklar ise ancak ehil kimselerle istişare sûretiyle bertaraf olunabilir.

Buna göre bir idareci, etrafına topladığı insanları sübjektif (enfüsî) tesirlerle değil liyâkat esasına, âfâkî kıstaslara riâyetle seçmelidir. Buna dikkat etmeyenler istişarede bulunsalar bile yanılmaktan kurtulamazlar. Demek oluyor ki; bir idareci için en fazla dikkat edilecek şey etrafına topladığı insanları seçmekte gösterdiği dirâyettir. Aksi hâlde yukarıda kaydettiğimiz Moltke’nin sözü gibi gerçeklerden habersiz olarak yanlış icraattan kurtulamazlar. Allah başımızdaki idârecilere bu vasıflarla muttasıf müşavirlerle hareket etmeyi nasip etsin