İçeriğe geç
Anasayfa » AHLÂK-I AL‘ݒDE KİBİR BAHSİ

AHLÂK-I AL‘ݒDE KİBİR BAHSİ

Dünya hayatına kulluk vazifesini yapmak üzere gönderilen insan, bu vazifeyi doğru bir şekilde yapmakla mükelleftir. Bir şeyin doğru veya sahih olmasının kriteri, her ne kadar insan gözüyle bakıldığında görünüşte doğrulukla sınırlı olsa da hakikatte doğruluk, görünenin ötesinde iç âlemin de surete uygun olmasını gerektirir.

Suretin sîrete muvafakati esastır. Birinin diğerinden hakikatte farklı olması şirk/ikiliği doğurur. Hâlbuki tevhid, ancak bu iki yönün birbirine muvafakati ile mümkün olur.

Dolayısıyla insanın vazifesini doğru bir şekilde yapması bir taraftan fıkh-ı zâhir bilgisine diğer taraftan fıkh-ı bâtın[1] ilmine bağlıdır. Fıkh-ı zâhir, bugünde fıkıh olarak ifade ettiğimiz ilme tekabül ederken fıkh-ı bâtın, insanın, Rabbini tanıması açısından akâid, kendini tanıması açısından tasavvuf/ahlâk ilmini ifade eder.

Netice itibariyle insanın yaratılış gayesi, hakiki anlamda tevhide sahip olarak Rabbine kulluk etmesidir.

Yukarıda belirttiğimiz çerçevede İslam dünyasında insanı tanımak gayesi ile ortaya koyulan birçok eser yazılmıştır. Bu eserler genel itibariyle insan davranışlarının arkasında yatan saikleri[2] incelemiş bu davranışları makbul olup olmaması açısından taksim etmişlerdir. Tıpkı bir doktor gibi insanın iç hastalığı olan -ki kalbî hastalık olarak ifade edilir- davranışların (kötü ahlâklar) düzeltilmesi için bir takım tavsiyelerde bulunmuşlar ve güzel ahlâka teşvik etmişlerdir.

Bu önemli eserlerden biri de 16. yüzyıl Osmanlı ulemasından Kınalızâde Ali Çelebi’nin (v. 979/1571) Ahlâk-ı Alâ‘i adlı eseridir.

Kınalızâde, bu kitabının birinci bölümünün dokuzuncu babında kalbî hastalıkların sebep ve ilaçlarını beyan etmektedir. Bu hastalıklardan biri de insanın gazap kuvvesindeki dengesizlikten kaynaklanan tekebbür hastalığıdır.

Kibir, ucub hastalığının bir neticesidir. Zira ucub, kişinin mükemmelliği/kemâli kendine nispet etmesi, kibir ise bu mükemmelliği başkalarına karşı üstünlük vesilesi edinmesidir. Buna göre ucbun kibre götürmesi, kişinin insanlarla münasebeti esnasında olur. Kınalızâde’nin ifadesi ile “bir kimse tenha olsa yine ucb ile muttasıf olsa olur. Amma mütekebbir ebna-yı cinsine mukarin olmasa sıfat-ı kibr ona arız olmaz. Pes kibr gayra nispet ve ucb zata kıyas olur.”

Dolayısıyla ucba sebep olan şeyler kibre de sebep olur. Kişinin ucba düşmesine sebep olan en kuvvetli sebepler şunlardır:

  1. İlim ve marifet
  2. Amel ve itaat
  3. Asl u neseb
  4. Hüsn ü cemâl
  5. Mal u menal
  6. Kuvvet-i beden ve şiddet-i batş
  7. Mansıb u câh ve hayl u sipah

Burada Kınalızâde, kişiyi ucba dolayısıyla kibre düşüren sebeplerin ortak noktasını şöyle açıklar: “Her nesne ki halk içinde hüner ü kemal ve mâ-bihi’l-iftihar add olunmak mümkin ola, anınla ucb u i‘cab vâki‘ olur.”

Hatta insan işlediği fısk u fücur ile övünmek gibi bazı kötü huyları ve günahları ile de ucba düşebilmektedir.

Kınalızâde, kibir gibi ahlâkî hastalıkların zararlarının sadece bu hastalığa sahip olan kişi ile sınırlı kalmayacağını bir takım hukukî ihmallere de sebep olacağını ifade eder. Burada müellifimiz, ahlâkın, amele tesir edeceğinin altını çizmektedir. Verdiği örnek her dönemde önemini koruyan bir misaldir: Kibirli bir yönetici, fakir bir hukukçuya karşı kendini üstün görüp kibirlendiğinde her Müslümana şer‘an vacip, aklen münasib olan selamı terk eder, onu muhatap kabul etmez, onunla konuşmayı düşüklük sayar ve daha da ötesi önünde eğilmesini talep eder.

Cibril hadisinin de işaret ettiği üzere din genel olarak üç temele istinad eder: İman (itikad), Amel (fıkıh) ve İhlas (ahlâk). Bu üç alan birbirinden asla bağımsız olmayıp birbiriyle iç içe geçmiştir. Bunlardan birinin eksikliği diğerini olumsuz etkileyeceği gibi kuvvetliliği de diğerinin muhafazasına vesile olur.

Bu ilişkinin farkında olan müellif yukarıda ahlâkın amele tesirine misal vermiş, hemen ardından da ahlâkın imana etkisinden bahsetmiştir. O kısaca şöyle der: “Kibr-i batıl, Allah’a mahsus olan bir hususiyette kulun da hak iddia etmesidir. Zira rida-yı Kibriya ve izâr-ı azamet Allah’a mahsustur.” Bu sebeple riya hastalığında olduğu gibi kibir de bir çeşit gizli şirktir. Bu itibarla kibrin cezasını Hak Teâlâ ertelemez ve kibir sahibini dünyada iken zillet ile imtihan eder.

Diğer taraftan Kınalızâde, okuyucularının aklına takılan bir takım sorulara da cevap verir. Nitekim aynı sorular ashâb tarafından Efendimiz’e de sorulmuştur. “Kişinin güzel elbiseler giymek istemesi kibir sebebi midir?” sorusuna karşılık Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ol kibr değil, hubb-i cemaldir. Hakk -celle ve ala- Cemîldir, cemâli sever; lakin kibr, batar-ı Hakk[3] ve gamt-ı nastır[4].”

Son olarak Kınalızâde Ali Çelebi, kibirden kurtuluş yollarından bahseder: Kibrin sebebi ucub olduğuna göre ucbun ortadan kalkması kibrin de ortadan kalmasına vesiledir. Bunun ise en güçlü ilacı, insanın kendi acziyetini ve Hakk’ın azametini tefekkür etmesidir. Kişi güzeli Hakk’a nispet edip kötülüğü nefsinden bilmelidir. Bu tefekkürün neticesi şu hadis-i şerifle beyan edilmiştir: “Kendini bilen Rabbini tanır.”; yani kişi kendi acziyetini ve noksanını her gördüğünde her türlü noksandan münezzeh olan Rabbinin kemâlini fark eder.

Müellif, bu acziyetin fark edilmesi için insanın dünyevî ve uhrevî halleri tefekkür etmesi gerektiğini vurgular. İnsanın dünyevî halleri yaratılış merhaleleri ile başlar, ölünceye kadar geçirdiği sıkıntılarla devam eder. Evveli yokluk olan insanın doğuncaya kadar geçirdiği acziyet bir tarafa, büyüyüp hayata atıldığında dahi birçok emellerine ulaşamaması onun aciz bir varlık olduğunu gösterir. Yaşlandığında geçirdiği sıkıntılı zamanlarından toprağın altına koyulunca geçireceği ve sonrasında ahiret ahvâliyle ilgili haberlerin beyan ettiği durumlar ise insanın gurur ve kibirlenmesine mani olacak kadar etkilidir.

[1]  Burada aslında birbirinin devamı veyahut tamamlayıcısı olduğuna inandığımız akâid ve ahlâk ilmi kast edilmektedir. Bunlar kabaca insanın iç dünyasını ifade etmesi açısından bir bütündür.

[2]  M. Necmettin Attar, “Allah rızası için… Adalet”, Reyhan Dergisi, sayı: 29, s. 46-51.

[3] Batar-ı Hakk: İtaatte serkeşlik yapmak.

[4] Gamt-ı nas: İnsanlara tahkir gözüyle bakmak.