İçeriğe geç
Anasayfa » AİLE ve AKRABALIK

AİLE ve AKRABALIK

Aralarında, neseb, süt veya evlilikten doğan bir yakınlık bulunan insanlara “akraba” denir. Akraba ismi, Arapça’da yakın anlamına gelen “karîb” kelimesinin çoğuludur.

Süt akrabalığı, bir kimsenin sütünü emdiği sütannesi ve onun akrabalarıyla kendisi arasında meydana gelen akrabalık demektir. Buna göre sütünü emdiği kadın onun “sütannesi,” onun kocası “sütbabası” ve çocukları da “sütkardeşleri” olur. Emdiği sütün, çocuğun vücut yapısının bir parçası olması, süt akrabalığının meydana gelme sebebidir.

“Evlât edinmek” demek olan “tebennî” yoluyla oluştuğu var sanılan akrabalık, aslında akrabalığı oluşturan gerçek sebeplerden birine dayanmadığından, İslâm dini tarafından tevarus ve benzeri sonuçları doğuran bir akrabalık sayılmaz.

Dinimiz, akrabalar arasındaki ilişkilerin sağlam, sıcak ve devamlı olmasına, akrabaların birbirine maddeten ve mânen destek vermelerine çok önem vermektedir. Akrabalık hakkını gözetmek, Allah’ın emirleri arasında yer alır:

Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurur:

“Allah’a kulluk edin, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.”[1]

“Akrabalarına, düşküne ve yolcuya hakkını ver, elindeki malını hepten saçıp savurma.”[2]

Toplumun çekirdeğini oluşturan aile ve onun etrafını sıkıca saran akrabalık bağları ne kadar sağlam olursa, toplum da o kadar sağlam, huzurlu ve güçlü olur. İlâhî takdir gereği insanoğlu, dünyaya bazı kişiler arasında meydana gelen hısımlık bağları ile oluşan ailede doğar. Bu bağların sağlam olduğu huzurlu bir ailede yaşaması, insana büyük bir mutluluk kazandırır. Böylece hayatın zorluklarını göğüsleme hatta ondan zevk alma yapısını kazanır. Hadis-i şerifler, aileye hâkim olan sevginin, tevarüs edebileceğini bildirir.[3]

İslâm’ın hedeflerinden biri olan sağlam bir toplum oluşturma konusunda sıla-ı rahmin/akrabalık ilişkilerini devamlı ve canlı tutmanın büyük bir yeri vardır.

Müslümanlar, bugün çeşitli cereyanların zaafa uğratmak istediği aile kurumunu sağlamlaştırmak ve devam ettirmek mecburiyetindedir. Bir müslüman sadece ziyaretleşme anlayışından oluşan sıla-ı rahimle yetinmeyip, bunun yanında akrabaların birbirine maddeten ve manen iyilik etmekle muhatap olduğunun farkında olmalıdır.

Peygamberimiz (s.a.v), “Kime iyilik edeyim ya Rasûlallah!” diye soran bir sahâbîye, “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve bunları takip eden akrabalarına iyilik etmek senin görevindir.”[4] şeklinde cevap vermiştir.

Abdullah b. Mes’ud (r.a)’dan şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber (s.a.v)’e “Amellerin hangisi Allah’a daha çok sevimlidir?” diye sordum. “Vaktinde kılınan namazdır.” diye buyurdular. “Sonra hangisidir?” dedim. “Anne ve babaya iyilik etmektir.” buyurdu. “Sonra hangisidir?” dedim. “Allah yolunda cihaddır.” buyurdu.

Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden misâfirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden akrabasını görüp gözetsin…”

Akrabalığı İslâmî akîdenin belirlediği şekilde dikkate almak, gerektiğinde akrabaların yardımlarına koşmak, onları sık sık ziyaret etmek, uzakta bulunanları arayıp sormak, onlarla haberleşmek ihmal edilmemelidir. Çünkü toplumu oluşturan temel kurum ailenin sağlam olması, ancak bu görevlerin tam anlamıyla yerine getirilmesiyle mümkündür. Huzurlu ve mutlu toplum ve millet ancak sağlam ailelerden doğar ve onlardan meydana gelir.

Akrabalar arasındaki yakınlık yani akrabalık bağları, bir takım hukukî ve ahlakî sonuç ve görevlerin doğmasına sebep olur.

Hukukî neticelerden biri olarak akrabalar arasında evlenme yasağını sayabiliriz. Kan, süt ve evlenmeden meydana gelen akrabalık, evlenmeye mani olur. İlgili ayetin meali şöyledir:

“Sizlere; analarınız, kızlarınız kız kardeşleriniz, halalarınız teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, sütkardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız -ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur-, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, -geçmişte olanlar artık geçmiştir- size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. Kocalı kadınlar ile evlenme de haram kılınmıştır…”[5]

Babalar, dedeler, anneler, nineler, erkek ve kız kardeşler, amcalar, dayılar, halalar ve teyzeler arasında bir soy yakınlığı ve ebedî bir mahremlik vardır. Bunlar arasında nikâh asla caiz değildir. Bir kimse, hiç bir zaman bunlardan herhangi birini nikâhlayamaz. Fakat bir kimse, amcasının, halasının veya teyzesinin kızını alabilir. İki kardeş çocukları birbirleriyle evlenebilirler. Bunlar arasında akrabalık varsa da mahremiyet yani evlenme yasağı yoktur

Yakınlık derecelerine göre akrabalar arasında miras meydana gelir. Kimin kime hangi oranda mirasçı olacağı Kur’an ve Sünnetle “Ferâiz” ismi altında tesbit edilmiştir.

Öncelikle baba; aile reisi olarak, eş ve çocuklarının nafakasını helal yollardan ve yeterli ölçüde olmak üzere temin etmekle görevlidir. Hadis-i şerifte “Ailenin nafakasının ihmal edilmesi kişiye günah olarak yeter.” buyrulmaktadır.

Akrabaların birbirleri ile geniş anlamıyla “sıla-ı rahim” denilen yardımlaşma ve ilgilenme ilişkilerini sürdürmeleri ahlâkî ve dînî önemli bir görevdir. Peygamberimiz (s.a.v) buyurur ki:

“Rahim/akrabalık, Allah’ın rahmetinin eserlerindendir. Kim bu bağı korursa, Allah ona merhamet eder. Kim onu koparırsa, Allah da ondan ihsan ve rahmetini keser.”[6]

“Akrabalarıyla ilişkiyi kesen Cennet’e giremez.”[7]

Akrabaların birbirlerine ikram ve ihsanda bulunmaları, söz ve davranışlarında asla kaba değil, aksine nazik ve ince olmaları ayet ve hadislerde yer alan emirlerdendir. Nitekim Peygamberimiz “Allah, bir ev halkına hayır murad ederse birbirlerine rifkatle yani ince ve nazik olarak konuşmalarını ve davranmalarını nasip eder.” buyurmuştur.

Yine Peygamberimiz (s.a.v) şöyle müjdelemektedir: “Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isterse sıla-ı rahim yapsın.”[8]

Çağdaş aile

Çağdaş toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen aile, genellikle bir evde oturan anne ve baba ile varsa onların evlenmemiş çocuklarından oluşur. Bu tip aileye “çekirdek aile” denir. Çekirdek ailedeki çocukların evlenmesiyle de yeni bir çekirdek aile ortaya çıkar.

Çağdaş toplumlarda, yeni evlenen çiftler genellikle baba evinden ayrılarak yeni bir evde yaşamaya başlarlar. Oysa bundan yüz, iki yüz yıl kadar önce yeni evliler, damadın ya da gelinin ailesinin yanında otururlardı.

Sanayileşmiş çağdaş toplumlarda, özellikle kentlerde geniş aileler yerini giderek küçük ailelere bırakmıştır. Anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan bu küçük çekirdek aile, yalnız birey sayısıyla değil yapısıyla da kadim aileden çok farklıdır.

Ailenin temelini evlilik oluşturur. Her ülkede ailenin kurulması ve aile birliği ile ilgili konular kanunlarla düzenlenmiştir. Bugün birçok ülkede evlilikler tekeşlidir. Bu, evlilik bağının yalnızca bir erkek ile bir kadın arasında kurulabileceği anlamına gelir. Oysa çağdaş bazı ülkelerde bir erkek birden çok kadınla, bir kadın aynı anda birden çok erkekle evlenebilir. Hindistan’dakiToda’lar ve Nayar’lar arasında kadınların birden çok erkekle evlenmesi “poliandri” ismiyle anılmakta ve bu normal bir davranış olarak görülmektedir.

1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu, çokeşliliğe son verip tekeşli evliliğe dayanan aile yapısını yasalaştırdı.

Çağdaş toplumun getirdiği sorunlar çoğu kez aile hayatında gerilimlere yol açar. Bu gerilimler ana babaları boşanmaya kadar götürebilir. Gelişmiş ülkelerde boşanma oranının giderek artması, çağdaş ailenin başarılı olmadığı görüşünü yaygınlaştırmaktadır. Dünyanın birçok yerinde, ana babalarının ayrılmasından etkilenen çocukların sayısı sürekli artmaktadır. Boşanma sonucunda çocukların bakımı anneye ya da babaya kalmaktadır. Bunun sonucunda son yıllarda anne-çocuk ya da baba-çocuktan oluşan yeni bir aile tipi ortaya çıkmıştır. Bu beraberlik, boşanma anından başlayıp çocuğa bakan annenin ya da babanın yeniden evlenmesine kadar süren bir ilişkidir. Boşananların çoğu, genellikle kendileri gibi boşanmış kişilerle yeniden evlenmektedirler. Ne var ki; kadının ve erkeğin ilk evliliklerinden olan çocuklarına, ikinci evlilikten “yeni” çocukların katılmasıyla aile içi ilişkiler daha sorunlu hale gelmektedir.

Birbirlerine “Mü’minler şüphe yok ki, kardeştirler.” ayetinde beyan edilen din kardeşliği bağı ile bağlanan, birbirini seven ve birbiri hakkında hayır düşünen müslümanlar için aile mukaddes ve sorumluluğu büyük olan bir kurumdur. Ailenin kurulması ve devamı dinimizde pek önemlidir. Bir hadis-i şerifte “Evleniniz, çoğalınız; çünkü ben, kıyamet günü sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim.” buyrulmuştur.

Müslümanlar, her zaman aile içi görevlerini çok duyarlı bir şekilde yerine getirmeli, aile kurumunun yaşatılmasına destek vermeli ama hiçbir zaman haklı sebeplere dayanmadan ayrılma ve boşama yoluna girmemelidir. Ancak aile hayatından beklenen uyum kaybolur veya iffet ve geçim bakımından telafi edilemeyecek problemler ortaya çıkarsa artık o zaman boşama söz konusu olabilir. “Allah katında helal olan şeylerin en sevimsizi boşanmaktır.” hadisi unutulmamalıdır.

[1]  Nisâ, 4/36

[2]  İsrâ, 17/26

[3]  Bkz. Buhârî, Edebu’l-Müfred, 22.

[4]  Buhârî, Edeb, 25.

[5]  Nisâ, 4/93.

[6]  Buhârî, Edeb, 13.

[7]   Buhârî, Edeb, 11.

[8]  Buhârî, Edeb, 12.