İçeriğe geç

AKİDE TARTIŞILMAZIN ADIDIR

İslâm, bizim müntesibi olmakla şereflendiğimiz ama muhtevasına müdahalemizin olmadığı bir dindir. Zaten din de beşerin el sürmediği, olduğu gibi vahiy ürünü olan sistemin adıdır. Asılları itibarıyla vahiy menşeli oldukları halde Yahudilik ve Hıristiyanlığın, ittiba edilebilir bir din olmayı kaybetmelerinin ana nedeni, beşer elinin muhtevasına değmiş olmasıdır.

İslâm’ın, ‘Müslüman Müctehidler’ için açık bıraktığı ictihad kapısından bakıldığında bu hakikati başka bir zaviyeden şu sonucuyla müşahede ederiz: Ahlak, ibadet ve muamelat konularında, temel şeriat esaslarını zedelememek kaydıyla, zaman ve mekân itibara alınarak ictihad yapılabilir. Fertten ferde, farklı hükme ulaşılabilir. Müctehidler arasında, birbirini nakzedecek ahkâma da rastlanabilir. Ama nasların belirlediği akide konularında ictihaddan söz edilemez. Mesela meleklerin iman konusu olması naslarla belirlenmiş bir başlıktır. Zamanın ve mekânların farklılığı, bazı Müslümanların özel durumları, melekler hakkında, vahyin indiği günlere göre farklı düşünmeye sevk edemez. Temel akide meselelerinde, nihayetinde beşeri kimliği ile konuşan müctehidlerin bile ictihad etmesi, dinin ebediliğine ve evrenselliğine, zaman ve mekân üstü telakkisine manidir.

Burada hassasiyetle tespit edilmesi gereken bir izahı da kaydetmiş olalım: Zamanın ve farklı mekânın getirdiği sorunlardan birinin İslâm âlimleri arasında tahlil edilmesi, farklı zaviyelerden incelenmesi mümkündür. Kelam ilmine mahsus kitapların fihristlerini dolduran meseleler de bu tür meselelerdir. Fakat tevhidi, nübüvvetin hitamını ve benzeri kat’î konuları ihtiva eden bir tartışma yapılamaz. Konuları esastan tartışılan bir akide, İslâm akidesi değildir.

İnsani konularda, diğer din mensuplarıyla ortak paydalarımızın bulunması, insanî yardımlaşmaya sıcak bakmamız hatta böyle bir yardımlaşmayı teşvik ediyor oluşumuz, akidemiz ve muamelatımız konusunda aynı zaviyeyi kullanmamızı gerektirmemektedir. Ehli kitabın yemeğini yememize izin verilmiş olması, bize haram olan nesnelerin onlarla ilişkimiz yüzünden helal görülmesi gibi bir tavize götüremez. Bizim, başkalarıyla ilişkilerimizin iyi düzeyde tutulması hatta Kur’an’ımızın bunu emretmesi ile dinimizin başkalarının zevklerine uygun hale getirilmesi asla aynı şey olamaz. İnsanlar olarak biz, bir çizgide buluşabiliriz. Dinimizin diğer dinlerle buluşabileceği bir çizgiden söz edemeyiz. Din sabittir. Temel maddeleri beğeniye sunulmuş da değildir.

Müslümanların siyasî ve askerî hezimetlerinin getirdiği eziklik kompleksinin telâfisi için tercih edilen usuller arasında Allah’ın dinini evirip çevirme olmamalıdır.

Yeryüzünde bugün İslâm’dan başka, ibadeti cehennem azabından kurtaracak bir din yoktur. İslâm, bugünün hak dini olduğu gibi kendinden önceki dinleri de neshederek gelmiştir. Bu kuralın en tabii iki sonucu şudur:

  • İslâm’ın getirdiği kitap Kur’an, yegâne hak kitaptır. Kur’an da kendinden önceki kitapları neshetmiştir. Kur’an’ın gayrısı kitap olarak anılabilir ama Allah’ın kitabı olarak kat’î bir bakışla ele alınamaz. İsim benzerliği hatta aynılığı, içerik tasdiki anlamına gelmemektedir. Kur’an dışındaki kitaplar için, insan elinin değmiş olma riski çok yüksektir. Bütünüyle muhafaza edilmiş bir kitapla, olduğu gibi kalmış tek bir ayeti te’kit edilemeyen kitapların aynı rafta durmaları bile mümkün olamaz.
  • İslâm’ın peygamberi olan Muhammed aleyhisselam da bütün peygamberlerin sonuncusudur. Peygamberlerin sonuncusu olmanın bir gereği olarak, son sözü söyleme yetkisine sahip olmayı dikkate almalıyız. Bir önceki peygamber dâhil, daha sonraki dönem için her hangi bir peygamberin -şimdi yaşıyor olması durumunda- tek seçeneği Muhammed aleyhisselama ittiba etmektir. Bütün dinlerin özü İslâm’da toplandığı gibi, peygamberlerin davası ve nebevi kimlikleri de O’nda toplanmıştır.

Mümin başka ‘inanan’ başkadır!

İslâm’a girip, Müslüman olmak, renklerden bir renk beğenmek olarak anlaşılabilir mi? İslâm tek din ise, diğerlerinin cehennemden kurtaran bir din olmaları, tersten bakıldığında diğerleri cehennemden kurtarıyorsa İslâm’ın tek din olması nasıl anlatılabilir?

Zihin karıştırma çağının fitne malzemelerini kullanarak, kelime oyunlarına başvurup, İslâm dışı isimleri ‘din’ ve ‘ateşten kurtulma’ dairelerinde görmek mümkün değildir. Kur’an’ın açık seçik ayetlerini bir kenara bırakıp, filan ayetten çekilmiş bir kelimenin üzerinden harf oyunu yaparak, eskiyi yeniyle, gitmişi gelmişle muadil hale getirmek dinden önce aklın kabul edebileceği bir tutum değildir. Böyle bir anlayış, başta İstanbul’un fethi olmak üzere, İslâm’ın tarihine mal olmuş pek çok olayı ar konusu haline getirecektir. Kur’an’ın övdüğü bir cihad hareketi olan ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin hayatının en önemli olayları arasında geçen Tebük gazvesi dahi, bir başka din olan Hıristiyanların üzerine yapıldığı için ithamdan kurtulamaz. Kudüs’ü fetheden Ömer bin Hattab radıyallahu anh, fethi yineleyen Salahaddin ve Allah’ın dini için meydanlarda şehid düşen nicelerinin karalanacağı bir süreç başlar. Böyle bir durumda Haçlı sürülerinin masumlaşmasından bile söz edilebilir.

Bu zaviyeden bakıldığında, ‘İslâm’la aynı masayı paylaşacak’ dinlerden söz edilmesi mümkün değildir. Böyle bir iddia, İslâm’ı İslâm yapan farkların yok sayılması, o farkların değersizliğinin iddia edilmesi, başta cihad olmak üzere en önde duran İslâmî ahkâmın imha edilmesi, haram-helal telâkkîsinin zedelenmesi gibi bir sonucu doğuracaktır. Üç beş yıl için bu sonucun ortaya çıkmamış olmasının arkasına gizlenilemez. İslâm, muayyen bir asrın dini değildir. Kıyamete kadar gelecek bütün insanlık bu dine muhatap olacaktır. Vahyin indiği ilk günlerdeki safiyetle, ilelebet muhafaza edilmesi, bütün Müslümanların üzerinde bir sorumluluktur.

İslâm adına Allah’tan başkasının konuşabileceği bir söz hakkı olmadığına göre, Müslümanlardan birinin, İslâm adına diğer dinler lehine taviz vermesinin bir değeri yoktur. Bu alanda yapılacak çalışmaların bu mantığın etkisi hâkim olduğu sürece, cihad olarak görülmesi, böyle bir alana infakta bulunulması büyük bir vebale ortak olmayı doğurur.

İslâm’ı sadece, dinlerden bir din görme anlayışını yansıtan, caminin kardeşi mabetlerin inşası da kabullenilemez.

Tebliğ tahrip olmamalıdır

Kesinlikle her Müslüman dinini ne kadar başkalarına ulaştırdığının muhasebesini yapmalıdır. Bir kişinin hidayete ermesine vesile olmanın ecri, üzerine güneş doğan her şeyden daha hayırlıdır. Dinimizin tanıtılması, hükümlerinden bir hükmünün bilinmesine çalışılması ibadettir elbette. Biz bu amacımızı ‘dinimizi beğenmeleri’ için yapamayız. Beğendirme büyük bir iddiadır ve Kur’an bu iddia konusunda bizi uyarmıştır. Dini tebliğ etmekle beğendirmek arasında, kullanılacak metotlar ve geri dönüşümün yapacağı etki açısından önemli farklar olacaktır. Aynı şekilde, dünya olayları hakkında beşerî menfaatlerimizin korunması, tabii ihtiyaçlarımızın geliştirilmesi gibi alanlarda ittifakımız, iyi bir komşu, iyi bir tüccar olmamızın gerekliliği, beğendirme kompleksi altında eriyip gitmemiz için bir gerekçe olamaz.

Dışımızdakilerle ilişkilerimize, en güzel sözler, en ahlakî davranışlar ağırlığını koyar. Onların dönüşlerine katkısı olacak tutum içinde olabiliriz. Ama bu tutumumuz bizim şahsî fedakârlığımız olarak uygulanabilir. Din üzerinden fedakârlık yapmaya ne hakkımız vardır ne de bu fedakârlık, sonunda dine bir yarar getirecektir.