İçeriğe geç
Anasayfa » ALÂEDDİN ATTÂR (ks.)

ALÂEDDİN ATTÂR (ks.)

İsm-i şerifleri Muhammed bin Muhammed el- BuhârTdir1 Altın Silsile’nin on yedinci halkasıdır. Doğum tarihi tam olarak bilinmeyen Alâeddin Attâr Hazretleri’ nin 802 sene-i hicriyesi Receb-i şerifin ikinci (28 Şubat 1400) Pazartesi günü ahirete irtihal eylediği bilinmektedir.2 Ne­sebinin Peygamber Efendi­miz (s.a.v)’e ulaştığı nakledil­mektedir. Sürekli güzel koku kullandığı yahut sohbetine katılanlar o sohbette manevî bir reyha aldıkları için Attâr lakabıyla meşhur olmuş­tur.3

Alâeddin Attâr Harizm’den Buhara’ya göç eden bir ailenin çocuğu olarak dün­yaya gelir. Tüccar bir ailede doğup büyüyen Alâeddin, ağabeyi ve kardeşinin aksi­ne ticaretle meşgul olmayıp dînî ilimleri tahsil için medreseye devam eder. Tahsili sırasında vefat eden babasının mirasından bir şey almayarak kar­deşleri adına ferâgat eden Attâr dînî tahsil ve zühdî hayatına kaldığı yerden devam eder. Bu dönemde Buhara’daki birçok medrese talebesi gibi o da Bahâeddin Nakşbend Hazretleri’ne intisab eder.

Şah-ı Nakşbend’in en güzîde talebelerinden olan Attâr Nakşbend Hazret­leriyle tanışmalarını şöyle anlatır:

“Vakti ki, Hâce hazretlerinin kabulleriyle müşerref oldum; mu­habbetleri bende o eseri bıraktı ki, karâr ve ârâmım kalmadı. Bezm-i sohbetlerinden mufârakate kudret olmazdı. Bu hâlde iken, bir gün bana teveccüh-i hitâb ile, “Sen mi beni dost edindin, ben mi seni dost it­tihâz ettim?” buyurduklarında, “Zât­ı kerâmet-meâbınız tenezzülen ve taltifen bu abd-i ahkannıza iltifat etmek maksadındasınız. Fakiriniz, efendimizi dost ittihâz ettim.” de­dim. Bunun üzerine Hz. Hâce, “Bir saat sâkin ol, bu hâl size münkeşif olur.’’ buyurdular Bir saat sonra gördüm ki, Hz. Hâce’ye bende mu­habbet eseri kalmamış. O zaman, “Göndünüz mü bizden midir; sizden midir?” buyurmuşlardır”4

Nakşbend Hazretleri, genç ya­şında dervişliğe kabul ettiği Attâda, ilmin getirebileceği gururu kırılsın diye çarşılarda elma satmasını em­reder. Hocasının bu emrine itaat edip kenar mahallelerde elma sat­maya başlayan Alaeddin’in kardeş­leri bu durumdan oldukça rahat­sız olurlar. Varlıklı bir aile evladının böyle basit iş yapması onurlarına dokunduğundan Alâeddin’i kınama­ya başlarlar. Bunu işiten Hâce Haz­retleri, Alâeddin’e, bu defa elmaları kardeşlerinin dükkânının önünde satmasını emir buyurur. Alâeddin de tenkidlere aldırmadan bunu yapar.5   Esasen bütün bu meşakkat onun tasavvufî eğitiminin bir parçasıdır ve Attâr bu imtihanından da hakkıyla geçmiştir. Bu sayede de Şah’ın te­veccühlerine mazhar olmuştur. Alâeddin bir yandan medrese­ye bir yandan da sohbetlere devam etmekte, kemâle doğru süratle iler­lemesi fiil ve hareketlerinden belli olmaktadır. Bir gün Hâce Hazretleri ona gelerek, kızını kendisine nikâhlamak istediğini söyler. Bu beklenme­dik durum karşısında hem şaşıran hem de sevinen Alâeddin sıkılarak ve kemâl-i edeple, “Efendim, bu, kulunuz hakkında büyük bir lütuf ve saadettir; lâkin ev için gerekli eşya ve maîşet için bir işim yahut gelirim yok.” cevabını verir. Bunun üzerine Nakşbend Hazretleri, “Merak etme, Allah’ın hazinesi boldur. Rızk taksim edilmiştir. Kızım sana mukadder ve müyesserdir. Haydi eve gel, nikâhını­zı kıyayım.” Buyururlar. Böylece Şah­ı Nakşbend’in hem müridi hem de damadı olma şerefine nail olur. Bu evliliğin meyvesi de; Hâce Hasan-ı Attâr; Hâce Şihâbeddin, Hâce Mü­barek ve Hâce Alâeddin isimlerin­de, her biri hâcelik pâyesine erecek dört zât-ı kirâm olur.6

Nakşbend Hazretleri hayat­tayken, bazı talebe ve mürîdlerinin ta’lim ve terbiyesini Alâeddin Attâr Hazretlerine havale eder ve: “Alâeddin bizim yükümüzü hafiflet­ti.” buyurur Bu dönemde Harizm’e gidip Şah’ın halifesi olarak bir süre orada tasavvufî sohbetler yaptığı bilinmektedir. Dirayetli irşadlan ve bereketli sohbetleri sayesinde bir­çok kimse onun elinden kemâl bul­muştur. İkna kabiliyeti yüksek olan Alâeddin Attâr Hazretleri, çoklarını, dalâlet fırkalarının bâtıl akidele­rinden kurtarmış, Hakka hakkıyle iman etmelerini sağlamıştır.7

Nakşbend Hazretlerinin vefatından sonra yerleştiği Çağâniyan’da on bir sene ikamet edip irşada de­vam eden Alâeddin Attâr Hazretleri bu süre zarfinda bazı kısa seyahatle­re çıkar. Buhara’daki mürîdlerini ve şeyhi Nakşbend’in kabrini ziyaret için h. 795 Şaban’ında (Haziran 1393) Buhara’ya gidip takriben bir buçuk ay sonra Çağânyan’a döner. Üç sene sonra yine bir Buhara seya­hati yaptığı anlaşılan Attâr’ın, Hakîm TirmizTnin kabrini ziyaret için bir defa da Tirmiz’e gittiği nakedilmektedir.8 Rivayete göre, Harizm’de bu­lunduğu sırada, ru’yetullah (Allah’ın görülüp görülemeyeceği) konusun­da ihtilafa düşen âlimler Alâeddin Attâr’ı hakem tayin ederler; o da bunu inkâr edenlere üç gün soh­bet ve manevî teveccühte bulunun sonunda hepsi ru’yetullahı kabul ederler.

Bahâeddin Nakşbend’in birçok mürîdi gibi halifesi Muhammed Pârsâ da Alâeddin Attâr’a intisab ede­rek onun sohbetlerine devam eder. Aynca Hazretin bazı söz ve sohbet­lerinden notlar tutarak risaleler ka­leme alır. Daha sonralan bu risaleler; Ebu’l-Kasım Buhârî tarafından der­lenerek Makâmât-ı Alâeddin-i Attâr ismini almıştır.

Hicri 802 senesinin Receb ayında Hakk’a yürüyen Alâeddin Attâr’ın kabri Çağâniyan’dadır. Vefat edince, yerine, Nakşbend Hazret­lerinin emriyle sohbetlerine uzun yıllar devam eden ve hizmetinde bulunan Yakub Çerhî postnişin olur.

Önde gelen diğer halifelerin­den bazıları ise şunlardır: Ta’rîfât isimli eserin müellifi Seyyid Şerîf Cürcânî, Nizâmeddin Hâmûş, Ha­şan Attâr; Şeyh Ömer Mâtürîdî ve Yakub Çerhî.

Alâeddin Attâr; tasavvufi eği­timde sohbetin önemi üzerinde ısrarla durur; ehlullah ile sohbetin insanda uhrevî ve ulvî düşüncele­ri geliştireceğini söylen Yakın olan mürîdlerin sık sık sohbete katılma­larını, uzaktakilerin de ayda bir mek­tup yazarak zahirî ve bâtınî hallerini bildirmelerini ister.9

Tasavvufun nazarî ve amelî boyutlarıyla ilgili hususlarda şeyhi Nakşbend’in ihyâ ettiği Hâcegân yolunu takib etmiş, hafi zikre önem vermiştir Aynca geliştirdiği Allah ile beraberlik şuurunun (ma’iyyet-i zâ­tiye) getirdiği cezbe ile mürîdlerini eğitmiş ve bu usûl ile seyr u sülûkün, nihayete vasıl olmada en kısa yol ol­duğu ifade etmiştin.

Nakşî yolu edeb yoludur; soh­bet yoludur Bu sebepten, bu yolun vârisi olan Hâce Attârîn şu sözleri câlib-i dikkattir:

“Tasavvuf erbâbının kalpleri­ne eziyet verecek bir iş yapmak­tan sakın. Onlarla düşüp kalkarken, aralarına katılırken uyulması gerekli edebi unutma. Onların sohbetine katılmadan edeplerini öğren. Çün­kü “edebi olmayanın tarikatı da ol­maz.” Tarikattan, tasavvuftan istifa­denin yolu sohbetten geçen sohbet de edeple olun Sakın kendini edepli görmeye kalkışma. Çünkü kişinin nefsinde edeb vehmetmesi de sû-i edebdir”

“Bu yola giremeyenlerin yolu­nu kesenler yine kendileridir Kendi­lerindeki benlikleridir.”

“İradesini Hakk’ın iradesinde, kudretini Hakk’ın kudretinde yok etmeyen Hakk’a varamaz.”10 1

[1] Osmânzâde Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliya, c. i, s.39

[2]Osmânzâde Hüseyin Vassâf, a.g.e,,c.l,s,43

[3]Nâsırud- dîn Buharî.Tuhfetu z-zâirîn, s.55

[4]Osmânzâde Hüseyin Vassâf;a.g.e.,c.I,s,33

[5]Muhammed b.Abdullah el-Hânî, Âdâb, s.77

[6]Muhammed b. Abdullah el-Hânî, a-g.e., s.78

[7]Muhammed b. Abdullah el-Hânî, Âdâb, s.79

[8]Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 128

[9]Necdet Tosun, a.g.e.,s,229 10-Muhammed b, Abdullah el-Hânî, a.g.e., s.79