Cenab-ı Hakk biz kullarına sayısız nimetler bahşetmiştir ki bunların en birincisi Hz. Muhammed Mustafa (sav.)’yı peygamber olarak göndermesi, yegâne huzur ve saâdet kaynağı yüce dinimiz İslâm’ı öğretmesidir.
İmanın tadını tatmak; Allah’tan Rabb, İslâm’dan din ve Hz. Muhammed (sav.)’den peygamber olarak razı ve hoşnud olmakla mümkündür. Diğer bir ifadeyle “Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav.)’in Allah katından getirdiği her şey kabulümdür.” demekle imanın lezzeti tadılır. Çünkü Allah ve Rasûlüne davet olunduklarında Mü’minlerin sözü ancak “Dinledik, kabul ettik, emrine itaat ettik.” demeleridir.[1]
Hiç şüphesiz bizim kurtuluşumuz; Rabbimiz’e dönüşü olamayan yönelişimiz, Allah’a ve O’nun Rasûlü Efendimiz (sav.)’e ciddiyet, samimiyet, muhabbet ve teslimiyetimize bağlıdır. Öyle teslimiyet ki, Allah Rasûlü’nün verdiklerini almak, yasakladıklarından sakınmak ve davetine uymak hususunda, gönlünde hiçbir sıkıntı, darlık ve hoşnutsuzluk duymadan, tam bir teslimiyet ve muhabbetle bağlanmak, Efendimiz’in rehberliğinde hayatı şekillendirmektir.[2]
Allah’ın bizleri sevmesi ve günahlarımızı bağışlaması da Rasûlullah Efendimizi sevmek ve O’na uymak sayesinde olacaktır. Zira Allah’ı sevdiklerini iddia edenlerin Peygamberimiz’e uymaları ilâhi bir emirdir.
Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur:
“Habibim de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın!..”[3]
Peygamberimiz’e uymak, yolunu izlemek, verdiğini ve getirdiğini almak, yasakladıklarından ve sakındırdıklarından uzak durmak, hiçbir konuda önüne geçmemek ve kendisini can u gönülden sevmek dînî bir mecburiyettir.
Kâinatın Efendisi, yaratılmışların en şereflisi ve Allah’ın biricik sevgilisi Peygamber Efendimiz (sav.) hakkında Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:
“O Peygamber müminlere kendi öz canlarından daha sevgili, kıymetli ve üstündür.”[4] Rabbimiz’in bizden istediği; Peygamberimiz’in ve Allah katından getirip haber verdiklerinin her türlü tercihimizden, hatta nefsimizden daha öncelikli olmasıdır.
Peygamberimiz’e iman etmek, Allah katından getirdiği her şey kabulümdür demek ve O’nu sevmek dinin temel esaslarından olduğu gibi imanın zevkine ermek için de yegâne sebeptir. Çünkü can ve cihan sultanı Hz. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
“Kendisinde şu üç özellik bulunan kimse imanın lezzetini tadar:
Allah ve Rasûlü’nü herkesten çok sevmek,
Sevdiği kimseyi sadece Allah için sevmek,
Allah’ın lütfuyla küfürden kurtulduktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin görmek.”[5]
Hiç şüphesiz Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav.)’i evladımızdan, anne ve babamızdan hatta bütün insanlardan daha çok sevmek zorundayız. Çünkü O’nu herkesten daha fazla sevmek ve herkese öncelikli tercih etmek mü’min olabilmenin en birinci şartlarındandır. Bu hususu Peygamber Efendimiz şu mübârek sözleriyle açıklamıştır. “Sizden biriniz, Beni kendi evladından, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mü ’min olamaz.”[6]
Ümmetini sonsuz bir sevgi ile bağrına basan, ümmeti için yaşayan, hata ve isyanları sebebiyle Rabbi katında ümmetini savunacak ve şefâat edecek olan, Allah’ın dini İslâmiyeti ümmetine en güzel şekilde öğreten Efendimiz’in bu sevgisine sevgi ile karşılık vermeli, O’nu kendimize her konuda en güzel örnek ve rehber kabul etmeliyiz.
İki cihan serveri Sultan-ı Enbiya Efendimiz (sav.) bütün insanlığa; söz, davranış ve yaşayışında iyiliklerin güzelliklerin örneği olmuştu. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanır:
“Andolsun ki Resûlullah’ta sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır.”[7]
Cenab-ı Hakk, (cc.) âlemlere rahmet olarak gönderdiği şefkat ve merhamet deryası, coşkun bir bağışlama hissi ile dolu, her konuda örnek biricik Habibini ve O’nun Ashâbını sözlerin en güzelinde şöyle tanıtmaktadır:
“Andolsun, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız (zahmet çekmeniz) O’na çok ağır ve güç gelir (O’nu üzer). Çünkü O (s.a.v), size çok düşkündür (üzerinize titrer). Mü’minlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.”[8]
“Kendileri sıkıntı içinde bulunsalar bile, mü’min kardeşlerini, muhacirleri öz canlarından önde tutar ve kendilerine tercih ederler.”[9]
Nebiyy-i Mükerrem (s.a.v) Efendimiz buyuruyor ki :
“Şu üç kişi kıyamet günü arşın gölgesi altında olacaktır:
– Ümmetimden bir sıkıntı ve üzüntüyü gideren kimse,
– Sünnetimi yaşayan ve yaşatan kimse,
– Bana çokça salât ve selâm getiren kimse.”[10]
Bu Âyet-i Celilelerin ve Hadîs-i Şerifin ışığında, Peygamberimiz’in ahlâkını daima kendimize örnek almanın ve hakiki İslâm kardeşliğinin önemini düşünelim.
Fahr-i Kâinât Efendimizin ahlâkı ile ahlâklanan ve O’nu her konuda kendine örnek alan ümmeti, mü’min kardeşini nefsine tercih etmiş, şefkat, merhamet ve muhabbetini, İslâm şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Vahdet” isimli şiirindeki şu cümleleriyle dile getirmiştir:
“Hişam’ı gör ki: O halinde kaşlarıyla bana,
Ben istemem, hadi, git ver, diyordu haykırana.”a
Cenab-ı Hakk Mi’raç gecesinde, Habibine “Ey Habibim! Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi Senin üzerine olsun” buyurduğunda, Rasûl-i Ekrem (s.a.v) karşılık olarak:
“Ey Rabbimiz! Selâm bize ve Allah’ın Salih kulları üzerine olsun.” buyurur. Bunun üzerine Allah Teâlâ (cc.) Hazretleri:
“Ya Muhammed, Cebraili aramızdan çıkardım. Sen ümmetini aramızdan çıkarmadın.” buyurarak Habib-i Ekrem’ine latifede bulunur.[11]
Hiç şüphesiz Resûlullah Efendimiz (sav.) ümmeti için yaşadı, ümmetine duâ etti. Onlar için her çeşit çile ve meşakkate katlandı. Hep onları düşündü. Rabbi katında ümmetini hiç unutmadı.
Şu bir gerçektir ki; ancak gönüller ve gayeler Allah (cc.) ve Rasûlü Efendimiz (sav.)’in sevgisi ve mü’min kardeşini kendine tercih düşüncesi etrafında birleştiği zaman, Rabbimiz’in rızası ve yardımı kazanılıp selâmet’e ulaşılır, dilekler de tamamiyle gerçekleşir.
Peygamber Efendimiz ’in sözleri ve tavırları hatta sükûtu bile bizim için izlenmesi ve uyulması gereken bir sünnettir. Allah’ın bizi sevip bağışlaması da O’nu sevmek, sünnetine uymak ve izinde yürümekle mümkün olacaktır.[12]
Nitekim Hadis-i Şerifte de buyurulur ki:
“Kim sünnetimi yaşatırsa beni sevmiştir. Beni seven kimse de Cennette benimle beraberdir.”[13]
Yunus Emre, Hz. Peygamber (sav.)’e olan sevgisini, özlem dolu şu cümleleriyle dile getirir:
Arayı arayı bulsam izini
İzinün tozuna sürsem yüzümi
Hak nasib eylese görsem yüzüni
Yâ Muhammed canum arzular Seni
Allah’ın sevgilisinin ismi daima sevgiyle, hürmetle ve coşkuyla anılmıştır. Peygamber Efendimize (sav.) olan sevginin işareti olmak üzere, O’nun mübarek ismi anıldığında salât ü selâm getirmemiz için sözlerin en güzelinde şöyle buyrulur:
“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygambere çokça salât ederler (O’nun şerefini gözetmeye, şânını yüceltmeye özen gösterirler.) Ey mü’minler! Siz de O’na salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”[14]
Cenab-ı Hakkın Ümmet-i Muhammed’e bahşettiği şeref ve üstünlüklerden biri de güllerin ve gönüllerin Efendisi Peygamberimiz Hz Muhammed Efendimiz (sav.)’e salât ü selâm getiren kimseye büyük mükâfat vermesidir. Hadis-i Şerifte buyuruluyor ki:
“Kim Bana bir defa salât ederse, Cenab-ı Allah o kimseye on salât/rahmet eder, on günahını bağışlar ve derecesini on kat yükseltir.”[15]
Şüphesiz katılaşan kalplerimizin ilacı; zikrullâh, tilâvet-i Kur’ân ve Habib-i Ekrem Efendimiz (sav.)’ e salât u selâm ve her türlü ihtiramdır.[16]
Gönüllerdeki Rasûlullah sevgisinin alametlerinden bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
- Kur’an-ı Kerim’i sevmek ve çok okumak, hükümlerine uymak, ahlâkı ile ahlâklanmak. Çünkü Hz. Aişe (r.anha) vâlidemiz: “Rasûlullah’ın ahlâkı Kur’an’dı.” buyurur. Kur’an’ı çocuklarına okutmak da bu sevginin alametidir. Nitekim Hadis-i Şerifte buyruluyor ki:
“Çocuklarınızı üç hasletle terbiye edip, yetiştiriniz:
a.Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’yı sevmek,
b.Ehl-i Beytini sevmek,
- Kur’an’ı Kerim’i okumak.”[17]
Göz bebeği yavrularımızın gönül toprağına, Allah’ın biricik Habibi (sav.)’ in sevgi güllerini dikmeliyiz ki; o sevgi ile büyüsünler, o sevgi ile yaşasınlar, o sevgiye gölge olacak her şeyden uzaklaşsın ve o sevgiyi her yere ulaştırsınlar. O sevgiyle hayat bulan ve hayat kurtaran salih genç bir nesil olsunlar.
Görev ve hizmetten kaçmayan, nereye gönderilse hayırlı işler başaran, bir hizmet ve iş teklif olunduğunda tereddüt etmeden: “Yaparım inşaallah” diyebilen, Allah’ın Habibi’nin sevgilisi, ebeveyninin göz bebeği ve ülkesinin yüz akı olarak gelecek nesillere örnek kalsınlar.
- Peygamberimize çokça salât u selâm getirmek, her halinde O’na uymak, sünnetiyle amel etmek, emanetlerine sahip çıkmaktır ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’ in ümmetine bıraktığı iki emanet şunlardır:
“Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz. Bunlardan biri: Allah’ın Kitabı/Kur’ân-ı Kerim, diğeri ise Peygamberinin Sünnetidir.”[18]
- Peygamberimiz’ in bütün emirlerine uyup, nehyettiklerinden sakınmalı.
- Peygamberimiz’ in sevdiği her şeyi kayıtsız şartsız sevmek, Ona düşmanlık besleyenleri, dinine hakaret edenleri, sünnetine dil bükenleri asla sevmemeli. Çünkü muhabbetin şartı muvafakattır. Muvafakat ise; sevgilinin sevdiğini sevmek, sevmediğini sevmemektir.
- Peygamberimiz’ in uğrunda malını ve canını feda etmeye hazır olmalı.
- Peygamberimiz’e kavuşmayı candan arzu etmeli.
- Peygamberimiz’ in ümmetini düşünmeli onlar için dertlenmeli ve kendilerine daima duâ etmeli. “Mü ’min kişinin, mü ’min kardeşi için gıyabında yaptığı duâ kabul olunur.”[19] Hadis-i Şerifini hiç unutmamalı.
- Allah ve Rasûlünün hiçbir konuda önüne geçmemeli, hürmet ve tazimini muhafaza etmeli, Âyât-i Celile ve Hadis-i Şerifleri candan dinleyerek gereği ile amel etmeli.
Başta O’nun can dostları Ashab-ı Kiram olmak üzere bütün mü ’minler O’nu candan sevmişler. Öyle ki Efendimiz Hazretlerinin semtine doğru hoşça esen rüzgârlar ile selâm gönderip hasret gidermişlerdi:
“Ey bâd-ı sabâ uğrarsa yolun semt-i Haremeyn’e
Ta’zîmimi arzeyle Rasûlü’s -Sekaleyn’e!…”
Gönüllerinde yer etmiş bu muhabbet ve bağlılıklarını salât ü selâm, ilâhi, kasîde, mevlid ve çeşitli deyimlerle ifade etmişlerdir ki onlardan bir kaçı şunlardır:
“Lebbeyke ve sa’deyke ya Rasûlallah: Emrin baş üstüne ya Rasûlallah saâdetler içinde olunuz.”
“Ebediyyen sevecek cân O’nu, cânân olarak,
Şart-ı peymân olarak, hüccet-i îman olarak.”
Kemal Edip Kürkçüoğlu
“Sakın terk-i edebden Kûy-i Mahbûb-î Hudâ’dır bu
Nazargâh-ı İlâhîdir Makam-î Mustafâ’dır bu !”
Nâbi
“Ey Müslüman! Burası, Allah’ın sevgili kulunun beldesidir. Burası, Muhammed Mustafa’ nın makamıdır. Cenab-ı Hakk daima buraya nazar etmektedir. Aman edepli ol.”
Yapmacık tavırlardan, gösterişten uzak samimice söylenmiş özlem dolu bu cümleler, müminlerin gönlünde yerleşen Rasûlullah sevgisinin dillere aksetmiş incileridir.
[1] bkz: Nûr 24/51; Bakara 2/285
[2] bkz: Haşr 59/7; Nisa 4/65; Ahzab 33/36; Enfal 8/24; Zümer 39/54
[3] Âl-i İmrân 3/31
[4] Ahzab 33/6
[5] Buhârî, İman 9; Müslim, İman 67; Tirmizî, İman 10
[6] Buhârî, İman 8; Müslim, İman 70
[7] Ahzab 33/21
[8] Tevbe 9/128
[9] Haşr 59/9
[10] Deylemî
[11] Riyâdu’n-Nâsıhîn
[12] bkz.Âl-i İmrân 3/31
[13] Tirmizî
[14] Ahzab 33/56
[15] Buharî, Nesaî
[16] Rûhu’l –Beyân, 1/265
[17] el-Câmiu’s- Sağîr
[18] Mâlik, Muvatta, Kader 3; Ebu Davud, Menasik 56
[19] Sahih-i Müslim, Hadis no:2732