İçeriğe geç
Anasayfa » ASR-I SAÂDETTE ÇOCUK OLMAK!

ASR-I SAÂDETTE ÇOCUK OLMAK!

“Siz çocuklar, kesinlikle Allah’ın güzel kokulu nimetlerindensiniz”[1] buyuran Âlemlerin Efendisi’nin zamanında çocuk olmanın sıradan bir durum arz etmediğine tarih şahittir. Çünkü O’nun dokunduğu her şey yeşermiş, bereketlenmiş ve yedi başak veren mümbit arazilere dönüşmüştür. Nitekim o günün çocukları, geleceğin fâtihleri, âlimleri, valileri ve velileri olmuştur.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in çocuklara muamelesi şefkat ve merhamet odaklıydı. Öyle ki onları kucaklar, sever okşar, zaman zaman bineğinin terkisine alır gezdirirdi. Sefer dönüşü kendisini karşılayan çocukları bineğinin arkasına, önüne oturtarak onları Medine’ye getirirdi. Bunların biri de Mekke’nin Fethi günü vuku bulmuş; şehrin girişinde Abdülmuttaliboğulları’nın çocukları O’nu karşılamış, Peygamber (s.a.v) de onları devesinin arkasına ve önüne bindirerek birlikte Mekke’ye girmişlerdi.[2] Burada henüz küçükken sevgi ve şefkat gösterilen çocukların büyüdüklerinde topluma sıhhatli biçimde kazandırılmasına yönelik Rasûlullah’ın  (s.a.v.) örnekliğini görüyoruz.

Yine bir gün Peygamber Efendimiz hutbe okurken torunları Hasan ve Hüseyin, üzerlerinde kırmızı bir gömlek olduğu halde düşe kalka geldiler. Rasûlullah (s.a.v) minberden indi, onları kucağına aldı ve minbere çıktı önüne oturttu, sonra şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ ne kadar doğru söylemiş! ‘Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihan vesilesidir.’[3] Şu iki çocuğun durumlarına baktım yürüyorlar, tökezleyip düşüyorlar, dayanamadım konuşmamı keserek onları kaldırdım.”[4]             

 “Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın.”[5] buyuran Rasûl-i Ekrem (s.a.v), çocuklarla şakalaşmış ve onlarla oyunlar oynamıştır. Bir gün torunu Hasan’ı sırtına alıp gezdirdiğini gören bir sahâbî: “Bindiğin binek ne güzel ey çocuk!” demiş. Efendimiz (s.a.v) de “Ve binicisi de ne güzel!” buyurmuştu.[6] Yine Mahmûd b. Rebî’ (r.a) henüz beş yaşında küçük bir çocuk iken Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in evlerinin bahçesinde bulunan bir kuyunun kovasından ağzına su alıp yüzüne püskürtmek suretiyle kendisiyle şakalaştığını söylemiştir.[7]

O’nun meclisinde çocuklara da yer vardı. Nitekim Abdullah b. Ömer (r.anhümâ) küçük yaşta iken babası ile yaşlı amcalarının da bulunduğu ve Peygamber’in (s.a.v.) ashabını imtihan etmek üzere soru sorduğu bir mecliste hazır bulunmuş, ancak hepsinden küçük olduğu için utandığından hatırına gelen doğru cevabı söyleyemediğini nakletmiştir.[8] Bu da Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v) ve ashâbının çocuklara verdikleri değeri göstermektedir. Daha ötesi Fahr-i Kâinât Efendimiz bu meclislerin birinde, içtiği şeyi o günlerde küçük bir çocuk olan sağındaki Abdullah b. Abbas’a vermeden önce ona “Şu yaşlı kimselere önce vermeme müsaade eder misin?” diye sormuş, onun “Hayır vallahi yâ Rasûlallah! İçeceğin senden bana verilmesi hakkımı kimseye vermem.” demesi üzerine içeceği ona vermişti.[9] Bu hâdisede Allah Rasûlü’nün (s.a.v) herhangi bir mecburiyeti olmadığı halde çocuk da olsa onun hakkına riayet etmesi ve çocuklara dahi nezaket göstermesi dikkat çekicidir.

  Rasûl-i Ekrem (s.a.v) çocukların eğitimiyle bizzat ilgilenmiş, onların iyi terbiye edilmelerini teşvik için ebeveynlere hitaben: “Hiçbir anne ve baba çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmamıştır.”[10] buyurmuştur. O’nun terbiye metodunda şiddete, hiddete hiçbir zaman rastlanmamıştır. Bilakis Hz. Peygamber (s.a.v), çocukları eğitirken şefkat, merhamet, sevgi ve hoşgörü dikkat çekmektedir. Nitekim O (s.a.v) bir hadislerinde: “Küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir.” buyurmuştur.[11]

Ömer b. Ebû Seleme (r.anhümâ) şöyle anlatıyor: “Ben Rasûlullah’ın (s.a.v) himâyesinde yetişen bir çocuktum. Yemek yerken, elim yemek tabağının her yanına giderdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) bana: «Yavrucuğum, besmele çek! Sağ elinle ye! Hep önünden ye!» buyurdu.”[12]

Râfi’ b. Amr el-Gıfârî (r.a) de başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatmaktadır: “Ben erginlik çağına yaklaşmış bir yaşta iken (meyvesini düşü­rüp yemek için) Ensâr’ın hurma ağaçlarına taş atardım. Yine böyle yaptığım bir sırada yakalanıp Peygam­ber Efendimiz’e (s.a.v) getirildim. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) bana:

«Ey oğulcuğum! Sen niçin hurma ağaçlarına taş atıyorsun?» dedi. Ben de:

« (Düşürdüğüm hurmayı) yiyorum.» dedim. Resûl-i Ekrem:

«Bundan sonra hurma ağaçlarına taş atma da yere düşmüş olan hurmaları ye.» buyurdu. Sonra Rasûl-i Ekrem (s.a.v) başımı okşadı da:

«Allahım bunun karnını doyur!» diye bana dua etti.”[13]Bu iki misal, Efendimiz’in (s.a.v) çocuk terbiyesinde gösterdiği engin hoşgörü ve merhameti gözler önüne sermektedir.

 Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in sahâbenin çocuklarına dua ederek onların gelecekte iyi birer fert olmalarını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ettiğine ve bu isteğinin de gerçekleştiğine şahit oluyoruz. Meselâ Hz. Peygamber’in (s.a.v) amcaoğlu Abdullah b. Abbâs (r.anhümâ): “Rasûlullah (s.a.v) beni kucak­ladı da: «Allahım, ona Kitâb’ı öğret!» diye dua etti.” demiştir.[14]  Nitekim Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v) bu duası kabul edilmiş, İbn Abbâs (r.anhümâ) “müfessirler sultanı” lakabıyla anılan büyük bir müfessir olmuştur. Bu hadis de bize, çocukları sevip, şefkat ve merhamet göstererek onlara dua etmenin önemini göstermektedir.          

Rasûlullah (s.a.v), Üsâme’yi küçüklüğünden beri çok sever, bir dizine onu, diğer dizine de Hasan’ı oturtur ve “Allahım, ben bunları seviyorum, sen de sev!” diye dua ederdi.[15] Rasûlullah (s.a.v), hicretin 11. yılı Safer ayında (Mayıs 632) Suriye bölgesine göndermek üzere Üsâme b. Zeyd kumandasında bir ordu hazırladı. Hz. Ebû Bekir ile Ömer (r.a.) gibi önde gelen sahâbîleri de onun emrine verdi. Üsâme (r.a) o zaman henüz on sekiz yaşında bir delikanlıydı. Bu da Peygamber Efendimiz’in küçüklüklerinden itibaren ilgilenip yetiştirdiği çocukların genç yaşta bir ordu kumandanı olacak sorumluluğa ulaştıklarını göstermektedir.

Rasûlullah’ın (s.a.v) terbiyesi altında yetişen Enes b. Mâlik’i (r.a) burada anmamak olmaz. Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz Medine’ye hicret ettiği zaman henüz on yaşında, okuryazar ve zeki bir çocuk olan Enes’i annesi Rasûl-i Ekrem’in hizmetine vermişti. Enes b. Mâlik, Efendimiz’in vefatına kadar on yıl O’nun hizmetinde bulundu. O, bu zaman zarfında Peygamber Efendimiz’den gördüğü muameleyi şu şekilde anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v) ahlâk yönünden insanların en güzeli idi. O’na on yıl hizmet ettim. Her işim O’nun arzu ettiği şekilde olmuyordu. Yaptığım bir şey için bana «Bunu niye böyle yaptın?», yapmadığım bir şey için de «Niye şöyle yapmadın?» demedi. Hatta bir gün beni bir ihtiyaç için bir yere göndermek istedi de ben, (çocukluk işte) «Vallahi gitmeyeceğim!» dedim. İçimden de Peygamber Efendimiz’in emrettiği yere gitmek istiyordum. Efendimiz’in yanından çıktım. Sokakta oynayan çocuklara rastladım. Onlara takılıp kaldım. Aradan epeyce bir zaman geçti. Birden Rasûlullah’ın (s.a.v.), ensemden tuttuğunu gördüm. Hemen ona baktım. Gülümsüyordu.

«Ey Enescik! Gönderdiğim yere gittin mi?» dedi.

«Evet gidiyorum, yâ Rasûlallah!» dedim.”[16]

Enes (r.a), Rasûlullah’tan (s.a.v) çocukluğundan itibaren görmüş olduğu bu güzel ve yumuşak muameleden dolayı hayatı boyunca O’nu hiç unutmamış, Rasûl-i Ekrem’in vefatından sonra kendisini çok özlediğini, her gece rüyada gördüğünü, huzuruna çıkıp, “Yâ Rasûlallah! Küçük hizmetkârın geldi.” demeyi çok arzu ettiğini söylemiştir.

Asr-ı Saâdette Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in çocuklara yönelik hüsn-i muamelesini görünce; O’nun zamanında çocuk olmak varmış!” demekten insan kendini alamıyor.


* Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

[1] Tirmizî, Birr, 11.

[2] Buhârî, Umre, 13.

[3] Teğâbun, 64/15.

[4] Ebû Dâvûd, Salât, 233; Tirmizî, Menâkıb, 31; Nesâî, Salâtü’l-Îdeyn, 27; İbn Mâce, Libâs, 20; Ahmed b. Hanbel,  XXXVIII, 100.

[5] Deylemî, Firdevs, III, 513.

[6] Tirmizî, Menâkıb, 31.

[7] Buhârî, İlim, 18; Müslim, Mesâcid, 47.

[8] Buhârî, İlim, 4.

[9] Buhârî, Eşribe, 19.

[10] Tirmizî, Birr, 33; Ahmed b. Hanbel, XXVII, 274.

[11] Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Birr, 15.

[12] Buhârî, Et’ıme, 2-3; Müslim, Eşribe, 108.

[13] İbn Mâce, Ticâret, 67.

[14] Buhârî, İlim, 18; Tirmizî, Menâkıb, 43; İbn Mâce, Mukaddime, 11.  

[15] Buhârî, Fezâilü’s-Sahâbe, 18.

[16] Ebû Dâvûd, Edeb, 1.