İçeriğe geç

ASR-I SAADETTE KARDEŞLİK ÖRNEKLERİ

Hz. Ömer (r.a) anlatıyor: Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’den umreye gitmek için izin istedim. Bana izin verdi ve “Sevgili Kardeşim!.. Dualarında bizleri unutma” dedi.[1]

 

Saadet Asrı, iman ve cihad, ilim ve takva, sevgi ve kardeşlik asrıdır.

Tarihin manevî açıdan en güzel dönemi, iman, ahlak ve kulluğun en güzel örneklerinin sergilendiği altın nesil sahabe-i kiram dönemidir. “En hayırlı ümmet” gibi en güzel vasfa sahip bu örnek nesil, yaşadıkları çağa saadet çağı denilmesine sebep olacak derecede yüksek imanî, Rabbanî, ahlakî, ulvî, insanî faziletlerle bütün nesiller için ideal bir toplum modeli olmuştur.

Bu faziletli nesil, Allah Rasûlü’nün rehberliğinde Mekkeli muhacirlerle Medineli Ensar’ın öncülüğünde İslam Medeniyetinin temelini atmış, yeryüzüne manevî değerleri yaymayı en büyük görev olarak telâkki etmiştir.

Saadet Asrı müslümanları, kurdukları tevhid ve takva toplumunda sevgi ve kardeşlik, ülfet ve muhabbet, şefkat ve rahmet, emanet ve adalet gibi ulvî değerlerin öncülüğünü ve bayraktarlığını yapmışlardır.

İman ehlini can kardeşi, kan kardeşi gibi kendisine yakın görme anlayışı Kur’anî ve Nebevî bir anlayıştır. Peygamberimiz (s.a.v), İslam’a davetin ilk gününden itibaren İslam’a gönül verenleri kardeş kabul etmiş, ırk, renk, kavim ve kabile ayrımını reddederek bütün müslümanların Allah’ın huzurunda ve hukuk önünde eşit olduklarını ifade etmiştir.

Medinelilere “Ensar” ismi bizzat Cenab-ı Hak tarafından verilmiştir.

Sevgili Peygamberimiz’e ve Mekke’li cefakâr hicret erbabına kucak açan, bütün imkânlarını muhacirlerle cömertçe paylaşan, İslâm dâvâsına gönül veren Medineli yerli Müslümanlara Kur’an-ı Kerim şerefli bir rütbe vermişti: ENSAR… (Yardımcılar) anlamında idi bu rütbe…

Gaylan b. Cerîr anlatıyor: Enes b. Malik (r.)’e sordum:

—Sizin hakkınızda daha önce Ensar ismi kullanılır mıydı? diye sordum. Enes:

—Hayır, Bu ismi bize Allah verdi, dedi.[2] Zira Cenab-ı Hak kitabında şöyle buyurmaktadır: “İlk muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar var ya… İşte onlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’dan razı olmuşlardır”.[3] 

Kendilerine “Ensar” ismi verilen bu farklı şahsiyetler; kardeşlik, ikram severlik, yardım severlik, cömertlik, fedakârlık vefakârlık ve diğergâmlığın en müşahhas ifadesi idiler. Ensar; iman, ibadet, ahlak, cihad, ihlâs, takva, hayır ve ilimde öncü kimselerdi.

Allah Rasûlü Ensar’ı takdir etmek üzere şöyle buyuruyordu:

—Ey Ensar! Siz cihada ve yardıma çağırıldığınızda akın akın koşuyorsunuz. Dünyalık bir şeye çağırıldığınızda ise müstağni davranıyorsunuz”.[4]

Kişinin Ensar’a bakışı, iman ve nifak konusunda ölçü olarak kabul edilmektedir: “İmanın alâmeti Ensar’ı sevmektir. Münafıklığın alâmeti Ensar’a buğz etmektir”.[5]

Medineli Ensar; iman, ilim, hayâ, iffet, takva ve cihad yolunda kadını-erkeği, genci-yaşlısı ile elbirliğiyle şanlı bir mücadele sergilemişlerdir. Hz. Aişe validemiz: “Şu Ensar hanımları ne güzel hanımlardır. Hayâ sahibi olmaları dini ilimlerde ilerlemelerine engel olmadı”, diyordu.[6]

Ensar, Evs ve Hazrec isimli iki kardeş kabileden oluşmaktaydı. Evs ve Hazrec kabilesi temsilcileri 621 ve 622 yılı hac mevsiminde bayram günlerinde akşamları gizlice Mekke’de Peygamberimiz’le görüşmüş, O’nu dinlemişler ve İslâm’a gönül vermişlerdi. Bu Medine heyeti, Akabe Bey’ati esnasında Allah Rasûlü ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye hicret etmeleri halinde onlara yardım edeceklerine dair söz vermişti. Medineliler, gerçekten bu sözlerinde durdular. Vefakârlık ve fedakârlıkta insanlığa örnek oldular.

İslam Medeniyeti inşasında ilk adım: Kardeşlik Akdi (Muâhât)

İslam tarihinde iki defa Kardeşlik akdi yapılmıştır. Bunlardan biri hicretten önce Mekke’de, diğeri hicretten sonra Medine’de gerçekleştirilmiştir.

Mekke’de Kureyşli bazı müslümanlar, bazı azatlı kölelerle kardeş ilan edilmiştir. Bu insanlık tarihinde muazzam bir devrim idi. Tarihte ilk defa köleler, hür kimselerle kardeş ilan ediliyordu. Meselâ: Hz. Hamza, Zeyd b. Harise ile; Ebu Ubeyde b. Cerrah Ebu Huzeyfe’nin azatlı kölesi Salim ile; Ubeyde b. Haris Bilâl-i Habeşî ile kardeş ilan edilmişlerdir.[7]

Mekkeli muhacirler, Medine’ye hicret ettiklerinde Ensar onları evlerinde misafir edip ağırlamak için âdeta yarış etmişlerdir. Gelen muhacirleri aralarında paylaşamamışlar, bu değerli misafirleri evlerinde ağırlamak için aralarında kura çekmişlerdir.[8]

İslam Tarihinde ikinci kardeşlik akdi Medine’de hicretten beş ay sonra Enes b. Malik’in evinde gerçekleştirilmiştir. Bu kardeşlik akdinde doksan kişi bir araya gelmiş, Muhacirlerle Ensar ikişer ikişer kardeş olmuşlardır.[9]

Medine’deki bu kardeşlik sözleşmesinde Hz. Ebubekir Harice b. Zeyd ile; Hz. Ömer Utban b. Malik ile, Hz. Osman Evs b. Sabit ile; Selman Ebu’d-Derdâ ile kardeş olmuşlardı.

Rasûlullah (s.a.v), ashabı arasında kardeşlik akdi yaptığında Hz. Ali (r.a)’yi kendisine kardeş seçip ona:

—Sen dünya ve ahirette benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim, buyurmuştur.[10]

Habeşistan hicreti dönüşünde Peygamberimiz (s.a.v)’in yanında iki ay kadar kalan Mus’ab b. Umeyr, Hicretten on iki gün önce Medine’ye vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) onu Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a) ve Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a) ile kardeş ilan etmişti.[11]

Her Medineli aile, evinde bir muhaciri misafir etmişti. Ensarî müslüman, muhacir kardeşini evine, işine, bağına, bahçesine ortak etmişti. Muhacir kardeşiyle birlikte çalışacak, elde edilen kazancı paylaşacaklardı. Medineli Ensar kullanmadıkları arazileri kendi arzularıyla Peygamberimize bağışlamışlar, Efendimiz de bu araziyi Muhacirler arasında paylaştırmıştı.

Medineli Ensar daha da ileri gitmişler, İslâm kardeşleri için şu teklifte bulunmuşlardı:

-Ya Rasûlallah!. Hurma bahçelerimizi de muhacir kardeşlerimizle aramızda paylaştırır mısın? Peygamberimiz (s.a.v):

—Hayır, olmaz, diye cevap verdi. Bunun üzerine Ensar:

—Hurma ağaçlarının bakım ve sulama işini muhacirler üzerlerine alsın, çıkan mahsulü paylaşalım, diye teklifte bulunmuşlar, Peygamberimiz (s.a.v) bu teklifi kabul etmişti. Hepsi:

—Dinledik, itaat ettik, dediler.[12]

Saadet asrı müslümanları, İslam kardeşliğini uygulamada en güzel örnek idiler.

Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde Muhacirler:

—Ya Rasûlallah! Biz şu Medineliler kadar hayırsever ve iyiliksever kimseler görmedik. Malı çok olan bol bol veriyor, az olan da bizzat yardımda bulunuyor. Medineliler, bütün geçim masraflarımızı karşıladılar. Bizi mallarına ortak ettiler. Bütün sevabı alıp götürecekler diye korkuyoruz, dediler. Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurdu:

—Hayır hayır! Onlara dua ettiğiniz ve kendilerine teşekkür ve takdir ettiğiniz müddetçe siz de (sevaba nail olursunuz).[13]

Ensar’dan Cabir b. Abdillah (r.a) anlatıyor: Medineliler hurmalarını topladıklarında paylaşma esnasında iki küme yaparlar, bir kümeye daha çok, diğer kümeye daha az hurma koyarlardı. Az olan tarafa hurma dallarını koyarak o tarafı çok gösterirlerdi. Medineliler muhacir kardeşlerinin iki kümeden az olana talip olacaklarını, Medinelilere daha büyük kümeyi bırakacaklarını biliyorlardı. Muhacirlere:

—Buyurun hangi kümeyi tercih ederseniz alın, derlerdi. Muhacirler de büyük kümenin Ensar’a kalması için daha az görünen kümeyi aldıklarında büyük küme muhacirlere gitmiş olurdu. Hayber Fethi’ne kadar Ensar’ın bu güzel tavrı aynen devam etti.[14]

Peygamberimiz (s.a.v) Bahreyn arazisini parça parça ayırıp ashaba dağıtmak üzere önce Ensar’ı davet etti. Ensar:

—Ya Rasûlallah! Muhacir kardeşlerimize aynı hisseyi vermedikçe biz bir şey almayız dediler. Allah Rasûlü:

—Ey Ensar! Siz dünya malında başkalarını kendinize tercih ederek almıyorsanız Kevser havuzunun başında bana kavuşuncaya kadar sabredin. Zira benden sonra zaman değişecek, başkalarının size tercih edileceği zaman gelecektir.[15]

Din kardeşlerine yük olmak istemezlerdi.

Abdurrahman b. Avf, Medine’ye hicret edince Peygamberimiz Abdurrahman b. Avf ile Ensar’dan Sa’d b. Rebi’in kardeş olduğunu ilan etti. Sa’d b. Rebi’, Abdurrahman’a:

— Kardeşim! İşte evim, yarısı senin, işte mülküm, yarısı senin, işte eşlerim, birisini boşayıp sana nikâhlayayım”, diyerek fedakârlığın en güzel örneğini ortaya koymuştu. Ancak Abdurrahman bin Avf, hazırcılığı iyi görmemiş ve Sa’d bin Rebi’e,

—Sağ ol kardeşim! Allah aileni de, malını da sana bağışlasın. Sen bana çarşının yolunu göster, dedi. Sa’d, ona çarşıyı gösterdi. Abdurrahman alışveriş yaptı. Akşama bir miktar peynir ve yağ ile eve döndü. Çok geçmeden zengin oldu.[16]

Maddî imkânlarını ilim, cihad, hayır ve hasenat yolunda harcayan Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman (r.a) gibi şükreden zenginlere örnek olan müstesna bir hayat yaşadı.

Hizmet ehline hizmet etmeyi görev bilirlerdi.

Saadet asrı müslümanları hizmet ehli olan din kardeşlerine hizmet etmeyi ulvî bir görev telâkki ediyorlardı.

Cerîr b. Abdillah (r.a), Yemen’de Becile kabilesi reisi idi. Hicretin onuncu yılında 150 kişilik bir heyetle gelip müslüman olmuştu. Peygamberimiz’i çok severdi. Peygamberimiz de onu sever, onu gördüğünde tebessüm ederdi.

Cerir b. Abdillah (r.a) Enes b. Malik ile birlikte bir yolculuğa çıkmıştı. Enes b. Malik’den daha yaşlı olmasına rağmen Enes b. Malik’e hizmet etmeye başladı. Enes ona:

-Böyle yapma dedi. Cerir:

—Ya Enes! Ben Ensar’ın Allah Rasûlü’ne nasıl hizmet ettiklerini gördüm. Kendi kendime: Eğer Ensar’dan biriyle arkadaşlık edersem ben de ona hizmet edeceğim, diye yemin etmiştim, dedi.[17]

Hizmet ehli olan iman kardeşlerine hizmet etmek, kat kat ecir ve sevaba vesile olacaktır. Ya bu hizmet ehli, Allah Rasûlü’ne ve onun değerli muhacir ashabına hizmet edenler olursa! Elbette böylelerine hizmet, şereflerin en büyüğü olacaktır.

İslam kardeşliğinin berekete vesile olduğuna inanırlardı.

Saadet asrı müslümanları, İslâm Kardeşliğinin mucizevî bir berekete vesile olduğunu bizzat yaşamışlardı.

Abdurrahman b. Ebî Bekir Sıddık (r.a) anlatıyor: Suffe Ashabı gayet fakir kimselerdi. Peygamberimiz bir gün şöyle buyurdu:

—İki kişilik yemeği olan Suffe Ashabından bir üçüncü kişiyi, üç kişilik yemeği olan bir dördüncü kişiyi, dört kişilik yemeği olan bir beşinci hatta bir altıncı kişiyi yemeğe davet etsin.

Allah Rasûlü (s.a.v) Suffe ashabından on kişiyi evine götürdü. Babam Ebubekir ise onlardan üç kişiyi eve getirdi. Allah’a yemin olsun ki yediğimiz her lokmanın ardından yemek daha çok artıyordu. Nihayet misafirler doydular. Yemek ilk geldiğinden daha fazla ortada duruyordu.

Babam Ebubekir yemeğe baktı ve anneme hitaben:

—Ey Firas Oğullarının kızı! Bu durum nedir? dedi. Annem:

—Yemin ederim ki, yemek şu anda öncekinden üç kat daha fazla, dedi.[18]

En zor durumda bile din kardeşlerini kendilerine tercih ederlerdi.

Saadet asrı müslümanları, en güç durumda bile din kardeşlerini kendilerine tercih etme faziletini gösteriyorlardı. İslâm kardeşliği onların ruhlarına işlenmişti. Onlar, İslam kardeşliğinin gereğini yerine getirme uğrunda nefsî arzularına hâkim olabiliyorlardı.

Beyhakî, İmam Nafi’ den naklediyor: Abdullah b. Ömer (r.a) hastalanmıştı. Üzümün ilk çıktığı mevsimde üzüm arzu etmişti. Hanımı Safiye, hizmetçisini üzüm almaya gönderdi. Hizmetçi, bir dirheme bir salkım üzüm satın aldı.

Onun üzüm aldığını gören bir dilenci hizmetçiyi eve kadar takip etti. Hizmetçi eve girince dilenci kapıyı çaldı. Hasta yatağında yatan Abdullah b. Ömer:

-“Bu üzüm salkımını dilenciye verin. Bu üzüm salkımını dilenciye verin”,[19]

Hasta yatağında çok arzuladığı üzüm satın alınıp kendisine takdim edildiği halde hiç tatmadan din kardeşine verme, ancak bir sahabîye yaraşan ahlakî bir güzelliktir.

Yermük Savaşında, Haris b. Hişam, İkrime b. Ebî Cehil ve Süheyl b. Amr (r.anhüm) akşam üzeri ağır yaralar alarak yere düştüler. Haris b. Hişam içmek için su istedi. Askerlerden biri ona su götürdü. İkrime’nin kendisine baktığını görünce:

—Bu suyu kardeşim İkrime’ye götür” dedi. İkrime suyu alırken, Süheyl’in kendine baktığını gördü, suyu içmeyerek:

—Bu suyu götür, Süheyl kardeşime ver, dedi. Fakat su, Süheyl’e yetişmeden Süheyl ruhunu teslim etti. Bunun üzerine suyu taşıyan kişi İkrime’ye koştu. Fakat İkrime de şehit olmuştu. Hemen Haris’in yanına koştu. Haris de son nefesini vermişti.[20]

Üçü de o akşam o sudan bir yudum içemediler. Onlar, Allah’ın izniyle Kevser havuzundan içeceklerdi. Çok sıcak bir mevsimde, yorgun, bitkin ve ağır yaralı oldukları halde her biri arkadaşını, din kardeşini kendisine tercih etmişti. Her biri sudan birkaç yudum içip kardeşine verebilirdi. Ama onlar sahabe idiler. Onlar apayrı bir nesle mensuptular. Onlar İslam kardeşlerini kendilerine tercih etme gibi üstün İslâmî bir kişiliğe sahip idiler.

İslâm kardeşlerine güzel bir şekilde hitap ederlerdi.

Saadet asrı müslümanları, birbirlerine güzel hitaplarla hitap ederlerdi. Peygamber-i Zîşan Efendimiz’den kardeşlerine güzel bir şekilde hitap etme sünnetini öğrenmişlerdi. Güzel hitap sevgi ve kardeşliğin gereği idi. Muhatabımıza güzel hitap etme psikolojik ve pedagojik açıdan onun gönlünü fethetme anahtarı idi.

Hz. Ömer (r.a) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v)’den umreye gitmek için izin istedim. Bana izin verdi ve ona:

“Sevgili Kardeşim!.. Dualarında bizleri unutma”, dedi. Hz. Ömer  (r.a) diyor ki:

—Peygamberimiz, o zaman bana “Sevgili Kardeşim, diye hitap etmişti. Bana öyle bir güzel kelime söyledi ki, bütün dünya benim olsaydı bu kadar sevinmezdim.[21]

Müslümanın müslüman kardeşinin gıyabında yaptığı güzel dualara melekler âmin diyecek, “Aynısı sana da olsun”, diye dua edeceklerdir. Karşılıklı dualarla gönüller arasındaki ülfet ve muhabbet, karşılıklı sıcaklık ve samimiyet artacaktır.

Evlerine gelen misafiri aile halkına tercih ederlerdi.

Saadet Asrı müslümanları evlerin gelen misafiri aile halkına tercih ederlerdi. İmkânları kıt olsa bile hayır yapmaktan geri kalmazlardı.

Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: Bir adam Allah Rasûlüne geldi.

—Ya Rasûlallah! Çok bitkinim, günlerdir aç ve susuzum dedi. Peygamberimiz (s.a.v) hanımlarına haber gönderdi. Annelerimizin evlerinde misafire takdim edecek sudan başka bir şey yoktu. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v) ashabına:

-“Bu gece bu zatı misafir edecek kimse yok mu? Allah onu rahmetiyle mükâfatlandırsın”, dedi. Ensar’dan biri (Müslim’in rivayetine göre bu zat Ebu Talha idi.) kalktı. Peygamberimiz’e:

—Ben misafir edebilirim, ya Rasûlallah! dedi. Misafirle birlikte evine gitti. Hanımına:

—Bu gelen zat, Allah Rasûlü’nün misafiridir. Evde ne varsa ona ikram edelim, dedi. Rumeysa Hanım:

—Evde çocukların yemeğinden başka hiçbir şey yok, dedi. Ebu Talha:

—Akşam yemeğini yemeden çocukları uyut. Kandili de hafif yakalım. Bu gece karnımızı tok tutalım, dedi. Hanım bu şekilde davrandı. Ev sahibi de misafirinin yanında yemek yemeden yer gibi davrandı. Ertesi gün Ebu Talha, Allah Rasûlü’nün yanına gelince Peygamberimiz (s.a):

-“Allah, senin ve hanımının misafirinize gösterdiğiniz bu ikramdan memnun oldu”, buyurdu. Bu olay üzerine “Onlar kendileri muhtaç olsalar bile kardeşlerini kendilerine tercih ederler”,[22] ayeti nazil oldu.[23]

Din kardeşleri tenkid edildiğinde onları savunurlardı.

Saadet Asrı müslümanları, din kardeşlerini gıyabında savunur, din kardeşine yöneltilen eleştirileri kendilerine yapılmış gibi kabul ederlerdi. Din kardeşinin gıybetinin yapılmasına fırsat vermezlerdi.

Peygamberimiz (s.a.v) ashabıyla birlikte Tebük Seferine çıkmıştı. Sıcak bir mevsimdi. Peygamberimiz (s.a.v) Tebük’te Ka’b b. Malik’i sordu. İçlerinden biri gururu sebebiyle bu sefere katılmadığını söyledi. Aslında Ka’b b. Malik gururu sebebiyle değil, bazı basit sebeplerle bu sefere katılmamıştı. Sahabe-i Kiram’dan Muaz b. Cebel (r.a):

—Ya Rasûlallah! Biz Ka’b hakkında iyi şeyler biliyoruz”, diyerek din kardeşini savundu. Ka’b b. Malik, Muaz’ın bu güzel tavrını hiç unutmadı.[24]

İman kardeşlerine kin ve kıskançlık gütmezlerdi.

Saadet asrı müslümanları, müslüman kardeşlerine kin gütmez. Allah’ın kullarına verdiği nimeti kesinlikle kıskanmazlardı. Onlar rıza, kanaat, teslimiyet ve tevekkül sahibi idiler.

Enes b. Malik (r.a) anlatıyor: Bir gün Peygamberimiz’le beraberdik. Allah Rasûlü:            “-Şu anda şuradan Cennetlik biri gelecek, buyurdu. Ensar’dan Sa’d isimli biri geldi. Selam verdi. Ayakkabıları sol elinde idi. Yeni abdest almış, sakalından su damlıyordu. Peygamberimiz, ertesi gün de bir üçüncü gün de aynı zat için bu müjdeyi tekrarladı.

Bunun üzerine genç sahabî Abdullah b. Amr b. Âs (r.a) bu zatın peşinden gitti. Ona:

—Müsaade ederseniz evinizde üç gün misafir kalmak istiyorum, dedi. Sa’d kabul etti. Abdullah b. Amr, üç gece Sa’d ile aynı odada kaldı.

Abdullah, Cennetlik olan bu zatın farklı nafile ibadetini merak ediyordu. Ancak farklı bir gece namazı yoktu. Sadece konuştuğu zaman güzel sözler söylüyordu.

Üçüncü gün akşamı o zata Peygamberimiz’in müjdesini haber verdi. Farklı nafile ibadeti olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Sa’d:

—Gördüğün gibi benim başka yaptığım bir ibadetim yok, dedi. Abdullah kalkıp giderken Sa’d:

—Ben hiçbir müslüman kardeşime kin gütmem. Allah’ın bir kuluna verdiği nimeti kesinlikle kıskanmam”, dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Amr:

—Tamam, senin Cennetlik olmana sebep, bu özelliğin olmalıdır, dedi.[25]

Din kardeşlerini güzellikle uyarırlardı.

Ashab-ı kiram din kardeşliği gereği dini konularda birbirlerini uyarır, irşad ederlerdi. Ölçülü, dengeli ve mutedil bir İslâm anlayışını sergileme konusunda Peygamberimiz (s.a.v)’den aldıkları dersleri birbirlerine naklederlerdi.

 Selman el-Farisî ile Ebud’-Derdâ arasında İslâm kardeşliği kurulmuştu. Bu sebeple Selman, Ebu’d-Derda’yı zaman zaman ziyaret ederdi.

Selman bir ziyaret esnasında Ebu’d-Derdâ’nın hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı oldukça eskimiş elbiselerle gördü. Bunun sebebini sorduğunda Ümmü’d-Derdâ:

—Kardeşin Ebu’d-Derdâ, dünya malına ve zevklerine önem vermiyor. Gece sürekli namaz kılıyor, gündüzleri de devamlı oruçludur, dedi. Yemekte Ebu’d-Derdâ misafiri Selman’a:

—Ben oruçluyum. Sen buyur ye, deyince; Selman:

—Sen yemedikçe ben de yemem, dedi. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ sofraya oturdu. Birlikte yemek yediler. Gece aynı odada yattılar. Biraz uyduktan sonra Ebu’d-Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selman:

—Şimdi yat uyu, dedi. Onun kalkmasına müsaade etmedi. Bir müddet sonra tekrar kalkmak istediğinde;

—Yat uyu, dedi. Yine kalkmasına müsaade etmedi. Gecenin sonlarına doğru Selman:

—Şimdi kalk, dedi. İkisi birlikte gece namazı kıldılar. Sonra Selman Ebu’d-Derda’ya şöyle dedi:

—Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.

Sabah namazından sonra Ebu’d-Derdâ bu durumu Peygamberimiz’e anlatınca; Peygamberimiz (s.a.v):

-“Selman doğru söylemiş”, buyurdu. [26]

Selman el-Farisî, din kardeşliği gereği Ebu’d-Derdâ’yı uyarmış, aşırılığa kaçmaması, ölçülü ve dengeli davranması için ona nasihatte bulunmuştur.

Bu konudaki ilahî tavsiye gayet açıktır: “Ey Habibim! De ki: Bu benim yolumdur. Ben bana uyanlarla birlikte Allah’a basiretle davet ediyorum”.[27]

Sahabeden sonra gelen bütün mü’minler, Rasûlullah’ın kardeşleridirler. 

Saadet asrı müslümanları iman, ihlâs, takva, ilim, cihad, infak, yolunda örnek nesil oldular. Onlara Allah Rasûlü’nün arkadaşları, dostları, onunla birlikte olanlar anlamında “Ashab”, “Sahabe” dendi. Kur’an-ı Kerim onlardan övgü ile söz etti. Ancak aynı yolda yürüyen gelecek nesiller için de müjde verildi. Sonraki nesillerden “onlara güzellikle uyanlar” Kitabımızda onlarla birlikte zikredildi. Bu sonraki hayırlı nesiller, Allah Rasûlü’nün kardeşleri olarak kabul edildiler.

“İlk muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle uyanlar var ya… İşte onlardan Allah razı olmuştur. Onlar da Allah’dan razı olmuşlardır”.[28] 

Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.v), bir gün kabristana geldi ve kabir ehline hitaben:

– “Allah’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler yurdu!.. Biz inşaallah size kavuşacağız. Ama ben kardeşlerimizi görmeyi temenni ederdim”, dedi. Ashab-ı Kiram:

— Biz senin kardeşlerin değil miyiz, Ya Rasûlallah? dediler. Rasûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi:                                                                   

-“Sizler benim ashabımsınız, “Kardeşlerimiz” ise henüz dünyaya gelmeyenlerdir. Kardeşlerimiz, beni görmeden bana inananlardır”. [29]

Ya Rabbi! Rasûlünün “Kardeşlerimiz” dediği kimselerden olmayı bizlere nasib eyle… Bizi, muhacirlerin ve Ensar’ın yoluna güzellikle uyanlardan eyle… Kardeşler olmayı, birbirimize kardeşçe davranmayı nasib eyle, Allahım!…

 

 

[1] Ebu Davud: Vitir 27; Tirmizî: Deavât 110; İbn Mace: Menasik 5.

[2] Buharî: Menakıbu’l-Ensar 1

[3] Tevbe 9/100

[4] Aliyyü’l-Müttekî, Kenzü’l-Ummal: 14/66

[5] Buharî, İman 10; Menakıbu’l-Ensar 4; Müslim: İman 128..

[6] Buharî: 1/228, İlim 50.

[7] İbn Abdil-Berr, Dürer: s.90

[8] Buharî: Menakıbu’l-Ensar 6

[9] Buharî: Edeb 67

[10] Hakim, Müstedrek: 3/14

[11] İbn Sa’d, Tabakat: 3/120.

[12] Buharî: Hars 5; Menakıbu’l-Ensar 3

[13] Tirmizî: Kıyame Bab 44 No: 2487

[14] Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid: 10/40.Bezzar’dan naklediyor.

[15] Buharî, Menakıbu’l-Ensar 8.

[16] Buharî, Menakıbu’l-Ensar 3; Muhammed Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahabe (Hadislerle Müslümanlık: 1/370. İstanbul 1973)

[17] Buharî, Cihad 71; Müslim: Fedailü’s-Sahabe 181.

[18] Buharî: Mevakît 41; Menakıb 25; Edeb 87; Müslim: Eşribe 176.

[19] İbn Kesir, Tefsir: İnsan 8. (Beyhakî’den naklediyor)

[20] İbn Kesir, Tefsir: Haşr 9; Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s Sahabe, Hz. Muhammed ve Ashabının Yaşadığı İslami Hayat, Cilt 1, Sentez Neşriyat, Temel Eserler Serisi: 2/1)

[21] Ebu Davud: Vitir 27; Tirmizî: Deavât 110; İbn Mace: Menasik 5.

[22] Haşr 59/9

[23] Buharî: Tefsir, (Haşr: 9) Bab 6; Menakıbu’l-Ensar 10; Müslim: Eşribe 172. bkz. İbn Kesir, Tefsir: Haşr : 9.

[24] Buharî: Megazî 80; Müslim, Tevbe 53; Tirmizî: Tefsir 9.

[25] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/166; Abdullah b. Mubarek, Zühd: 1/241; Abdurrezzak, Musannef: 11/287; Abd b. Humeyd, Müsned: s.350; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6/215; Heysemî, Mecmeu’z-Zevaid: 8/78.

[26] Buharî: Savm 51; Edeb 86.

[27] Yusuf 12/108.

[28] Tevbe 9/100

[29] Müslim: Taharet 39; Nesaî: Taharet 109; İbn Mace: Zühd 36; Malik, Muvatta: Taharet 38.