İçeriğe geç
Anasayfa » BAŞ AÇIK NAMAZ

BAŞ AÇIK NAMAZ

1. Konunun Çerçevesi

Fıkıh kitaplarımızda erkeklerin namazı baş açık bir şekilde kılmaları namazın mekruhlarından yani dînen hoş karşılanmayan fiillerden sayılmıştır. Ama namaz sahih kabul edilmiştir. Günümüzde bazıları “mekruh”lardan kaçınma hususunda hassasiyet göstererek namazda başlarını örtmeye gayret ederken bazıları çeşitli bahanelerle bu hususu önemsemeyip namazlarını baş açık kılmaktadır. Bu durumun özellikle genç musalliler arasında daha da yaygınlaştığı söylenebilir.

İbadet hassasiyetini kendine ilke edinen Reyhan Dergisi bu sayısında bu konuyu gündemine almış ve her okuyucusuna bir takke veya “takke bilinci” sunmak istemiş, bilgi altyapısını oluşturmayı da tarafıma havale etmiş bulunmaktadır. Bu münasebetle önce hadîs-i şerîflerde yer alan “başı örtme”ye dair rivayetlerden bazılarını aktaracak sonra da Zâhidü’l-Kevserî’nin (v. 1952) aynı konuda kaleme aldığı bir makalesini özetleyerek uhdeme havale edilen vazifeyi yapmaya çalışacağım. Gayret kuldan tevfik Allah’tan.

2. Hadîs-i Şerîflerde Namazda Başı Örtme

Ezherî’nin “Arabın tâcı” dediği sarığı Peygamberimiz’in de kullandığı, rivayetlerde sabittir. Bazıları şöyledir:

“Rasûlullah’ı (s.a.v) gördüm, abdest alıyordu, başını sarığının altından mesh etti, sarığını çözmedi.”[1]                

“Rasulullah’ı (s.a.v) gördüm sarığı dâhil tüm elbiselerini zaferanla boyuyordu.”[2]

“Mekke’nin fethi günü Rasûlullah’ın (s.a.v) başında siyah bir sarık vardı.”[3]

“Rasûlullah’ı (s.a.v) minberde hitap ederken gördüm, başında siyah bir sarık vardı.”[4]

“Rasûlullah (s.a.v) abdest aldı mestlerine ve sarığına mesh etti.”[5]

 Rukâne’nin işittiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Bizim müşriklerden farkımız kalensüve (takke) üzerine sarıktır.”[6]

3. Değerlendirme

Bu rivayetlerin toplamından anlaşıldığına göre Peygamberimiz (s.a.v) her zaman başını sarıkla örtüyordu. Buna göre namazlarını da başı kapalı kıldığını söylemek için müçtehit olmak gerekmez. Ancak Efendimiz’in, sarığı o günkü örf öyle olduğu için kullandığı da rahatlıkla iddia edilebilir. Bu sebeple bunun namazla alakasını kurup ibadet vasfı kazandırmak için bir karine bulunmalıdır.  Çünkü usulden bilindiğine göre Peygamberimiz’den yeme-içme, giyim-kuşam ve uyuma gibi bir insan olarak sadır olan fiilleri, onun namazın bir hükmü olup ümmeti için bağlayıcı olmasını gerektirmez. Nitekim bir cenaze namazı esnasında Rasûlullah (s.a.v), ayakkabılarını çıkardı, onu gören ashab da çıkarmaya davrandı. Peygamber Efendimiz: “Siz çıkarmayın, Cebrail geldi ayakkabılarımın altında necaset olduğunu haber verdi de ben onun için çıkardım.” buyurdu. Dolayısıyla bir karine bulunmadıkça Rasûlullah’ın (s.a.v) namazda başını örtmesine de böyle bakmak usule daha uygun düşmektedir.

Ancak, sıhhati konusunda farklı değerlendirmeler olsa da sarığın/başı örtmenin namazla alakasını ifade eden bir rivayet bulunmaktadır.  Şöyle ki:

Deylemî’nin Câbir’den rivayetinde Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Sarıkla kılınan iki rekât namaz sarıksız kılınan yetmiş rekât namazdan hayırlıdır.”[7]

Hadisin delaleti:

 Ali el-Kârî, “Bu hadis mutlak olarak (namazla alakası olmaksızın sadece) sarığın faziletine delalet eder.” demiştir.[8]

Münâvî ise namazla da alakasını kurarak, “Çünkü namazda melekler de hazır bulunur, meleklerin huzuruna zînetsiz (sarıksız) girmek edebe aykırı olur.” demiştir.[9] Sanki Münâvî, sarığın, “Her namazda zînetinizi takının.”[10] ayetinde emredilen zînete dâhil olduğuna işaret etmiş olmaktadır.

Bu rivayetten bir giysi olarak sarığa bir fazilet atfedildiği açıkça anlaşıldığı gibi, işaret yolu ile namazda başın kapalı olması gerektiğini anlamak da mümkündür. Belki bu bağlantıdan dolayı Hanefîler namazda başın açık olmasını mekruh saymışlardır.[11]

4. Merhum Kevserî’nin Makalesi

Bu mesele 20. asrın ortalarında Mısır’da gündeme gelmiş ve merhum Zahidü’l-Kevserî, namazda başı örtmeyi önemsemeyenlere karşı örtmek gerektiğini savunan bir makale kaleme almıştır. Ben de burada o makaleyi özetleyerek konuyu bağlamak istiyorum. Kevserî merhum özetle şöyle diyor:

Baş açık kılınan namaz, diğer rükun ve şartlarını taşıyorsa sahihtir. Ancak asırlardan beri Müslümanların tevarüs edegeldikleri sünnete muhalefettir, “Namaz esnasında zînetinizi takının.”[12] ayetinin Müslümanlara emrettiği zîneti terk etmektir. Ayrıca “namazda Allah için zîneti takınmayı” emreden hadis ve eserleri de dikkate almamaktır. Şöyle ki:

Beyhakî’nin es-Sünenü’l-Kübrâ’da[13] Nâfi’den rivayet ettiği “mürsel” bir hadiste Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurur:

“Namaz kılarken iki elbisenizi de (izar ve rida) giyinin, çünkü Allah kendisi için süslenilmeye daha layıktır.” Abdullah b. Ömer (r.a) bir gün Nâfi’yi tek parça elbise ile namaz kılarken gördü ve ona: “Bu şekilde seni Medine halkından birine göndersem gider misin?” dedi, o da “Hayır.” dedi. Bunun üzerine Abdullah (r.a): “Allah mı kendisi için süslenilmeye daha layıktır, insanlar mı?” dedi.”

            Bu yüzden fakihler kişinin, saygı duyduğu birinin yanına çıkmaktan utanacağı bir kıyafetle -mesela pijama ile- namaz kılmasının mekruh olacağını söylemişlerdir. Zira eskiden beri Müslümanların örfünde, saygı duyulan birinin huzuruna baş açık çıkmak saygısızlık sayılır. Öyleyse baş açık namaz kılmak da mekruh olmalıdır.

             “Namazda zînetinizi takının.” ayetindeki “zînet”in başı örtmeyi de kapsadığında hiç şüphe yok. İslam’ın başından beri hiçbir zaman ve mekânda Müslümanların saflarında -ihramlı erkekler hariç- başı açık namaz kılan görülmemiştir. Rasûlullah’ın, kalensüvesini çıkarıp namazda önüne sütre yaptığı rivayeti zayıf bir rivayettir. Bu rivayetin başını daima kapattığına dair tevarüs eden uygulama karşısında ilmî bir değeri olmaz.

 Münyetü’l-Musallî şerhinde: “Baş örtmeyi önemsiz görerek baş açık namaz kılmak mekruhtur, huşu‘ ve tezellül için örtmezse bir sakıncası olmaz.” der. “Sakıncası olmaz” sözü “evlâ olanı yapmaması, huşu‘ ve tezellülü kalbi ile yapmasıdır, çünkü huşu‘ ve tezellül kalbin fiillerindendir” demektir.

Diğer mezheplerde de hüküm böyledir.

Velhasıl Rasûlullah’ın (s.a.v), mazeretsiz başı açık namaz kıldığı sabit değildir ki namazda başı açma konusunda Ona (s.a.v) uyalım. Hristiyanlar kilisede baş açık ibadet ederler. Hristiyanlara benzemeyi hiç önemsemeyip de başı örtme konusunda tevarüs edip gelen bu sünneti ve uygulamayı küçümsemek iyi niyet göstergesi değildir.

Anlatacağım şu olay da Müslümanların, baş açmanın neredeyse imanla bağlantısı olduğunu kabul ettiklerini göstermektedir:

Yarım asır süren bir savaştan sonra hicrî 1280’de Kafkas topraklarını işgal eden Ruslar, Müslümanları resmî dairelere girerken başlarını açmaya mecbur ettiler. Kalbi İslam’ın izzeti ile dolu bir âlim bunu kabul etmedi ve genel valiye dedi ki: “Siz bizim dinî işlerimize karışmayacağınıza söz verdiniz, yetkililerin huzuruna girerken Müslümanın başını açması dinimizde haramdır. Siz şimdi bizi buna nasıl zorluyorsunuz?”

Vali bölgenin âlimlerini topladı, fakat bir sonuç veremediler. O âlim görüşünde ısrar etti. Vali ona, “Konu hakkındaki delilini yaz, onu diyanet işleri reisinize göndereceğim, cevap senin dediğin gibi gelirse bu emri kaldıracağım.” dedi. Âlim şöyle yazdı: “Müslümanlar camiye girerken ve Allah’ın huzurunda namaz kılarken başlarını açmazlar. Valilerin huzuruna girerken açacak olurlarsa bu, idarecilere Allah’tan daha fazla saygı göstermek demek olur ki İslam dininde bu caiz değildir.” Gelen cevap da bu âlimi tasdik ediyordu. Böylece Kafkas Müslümanları resmî dairelere girerken başını açmaktan kurtuldu.

Dinler arası engelleri kaldırıp birleştirmeye ve hepsini eşit yapmaya çalışanların rağmına, ehl-i kitaba benzemekten uzak durup İslam’ın izzetini yaşamak işte budur.[14]

Allah (cc) allâme Kevserîye rahmet eylesin, makamı Cennet olsun.

6. Değerlendirme ve Sonuç

 Ülkemizde erkeklerin baş giysisinin başına da çok şey gelmiş; sarık, fese, fes şapkaya evrilerek inkılabını tamamlamış, sonunda baş çıplak kalmıştır. Özellikle Sultan İkinci Mahmud’un yaptığı “kıyafet inkılabı”ndan itibaren Müslümanlığın sembolü haline gelen sarığa karşı devletin takındığı baskıcı tavır, “garplılaşma” adına İslam’a karşı yapılmış bir hareket olarak algılandığından, dindar vicdanlarda kabul görmemiş, şapka inkılabı ve sonrasında da toplum hafızasında bu algı devam etmiştir. Gelinen noktada normal hayatta baş açıklık erkekler için örf haline geldiğinden genelde bundan herhangi bir rahatsızlık söz konusu değildir. Ancak bu halin namazda da devam etmesi, bilinen ve tevarüs edegelen hale pek uygun düşmemektedir. Zira Zâhid Efendi merhumun belirttiği gibi namazda başı örtmek, asr-ı saadetten beri tevarüs eden bir sünnettir. Başı açmak on beş asırlık bu mirasa muhalefettir. Ayrıca fukahadan İbrahim Halebî (v. 956 h.) Mültekâ’sında[15], Timurtâşî Tenvîr’ul-Ebsâr’ında[16] baş açık namaz kılmanın mekruh olduğunu söylemektedir. Mekruh, dince hoş karşılanmayan şeydir. Namazın sıhhatine mani olmasa da insan ibadetine hoş karşılanmayacak bir şeyin karışmasını istemez. Ayrıca böyle fetvalar olmasa bile insan namazını başı kapalı kılarsa daha huzur ve huşû‘ içinde olmaktadır. Kalbine soran her musallî bunu görür. Huşû‘ Münâvî’nin ifadesi ile namazın ruhudur. Sırf bu huşû‘a ermek için bile namazda başımızı örtmeye değmez mi? Öyleyse cebimizde bir namaz takkesi daima bulunsun.

Haccın alameti ihram, namazın alameti takkedir. Allah (c.c) ibadetlerimizi kabul eylesin.  Âmin.


[1] Ebû Davud, Taharet, 57; İbn Mâce, Taharet, 89.

[2] Ebû Davud, Libas, 15.

[3] Ebû Davud, Libas, 24; İbn Mâce, Libas, 14; Tirmizî, Libas, 11.

[4] İbn Mâce; İkâme, 85.

[5] Tirmizî, Taharet, 75; İbn Mâce, Taharet, 89.

[6] Ebû Davud, Libas, 51; Tirmizî, Libas, 22.

[7] el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr,  4/37; Süyûtî bu rivayeti el-Câmiu’s-Sağîr’ine aldı ve “zayıf” dedi. Zayıflığın sebebi senedindeki Târık b. Abdurrahman’dır. Bu zat hakkında Buhârî, Neseî ve Zehebî, “zayıf”; Hâkim de “hıfzı kötü” demişler. Sehâvî de: “ Öyleyse bu hadis sabit olmaz” demiştir.

[8] Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 8/250.

[9] el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, 4/37.

[10] A‘râf, 7/31.

[11] Dâmad, Mecmau’l-Enhur, 1/124; Hâşiyetü İbn Âbidîn, 1/431.

[12] A‘râf, 7/31.

[13] es-Sünenü’l-Kübrâ, 2/236.

[14] Makâlâtü’l-Kevserî, s. 213.

[15] Damad, Mecmeu’l-Enhur, 1/124.

[16] Hâşiyetü İbn Âbidîn, 1/431.