İçeriğe geç
Anasayfa » BAŞIMIZA GELEN BELÂ VE MUSÎBETLERİN ALÂMETLERİ

BAŞIMIZA GELEN BELÂ VE MUSÎBETLERİN ALÂMETLERİ

Sonsuz hikmet ve kudret sâhibi olan Allah Teâlâ Hazretleri kullarını bazen nimetlerle bazen de belâ ve musîbetlerle imtihan eder. Bu imtihanlar biz kullar için mahzâ hayırdır.

“… Onları, sonunda belki hakka dönerler diye, bazen nimetlerle, bazen de musîbetlerle imtihana çektik.”[1]

Mutlak ve sonsuz adâlet ve hikmet sâhibi olan Cenâb-ı Zü’l-Celâl hiç şüphesiz kullarını tâbî tuttuğu imtihanında da âdildir ve hikmetiyle bizlere muâmele etmektedir. Her kul kendisi için en hayırlı şekilde imtihan edilmektedir.

Kulların uğradığı belâ ve musîbetler kader planında çeşitli sebeplere bağlı olabilir. Bir belâ kulun işlediği bir günahın dünyevî cezası sebebiyledir:

“Kavuştuğun her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise kendindendir. Habîbim! Biz seni bütün insanlara bir elçi olarak gönderdik. Buna şahit olarak da Allah yeter.”[2]

“Hal böyle iken size hasımlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir musîbet isabet ediverince, bu nereden başımıza geldi mi dediniz? De ki: o kendi kusurlarınız sebebiyledir. Zîra Allah her şeye kâdirdir.”[3]

Bazen de bu belâ biz kulları günah ve kusurlarımızdan arındırmak içindir:

“… Allah sizi sıkıntıya sokmak istemez, Allah sizi tertemiz kılıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”[4]

“… Ey Ehl-i beyt, Allah sadece şunu ister: Sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak.”[5]

Bazen de uğranılan belâ ve musîbetlerin sebebi kulların Allah katındaki derecelerini yükseltmek ve onları Allah’a yaklaştırmaktır:

“Kullar Allah katında derece derecedirler. Allah, her ne yapıyorsanız görür ve duyar.”[6]

“Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (mü’minlerin) hepsine de en güzel olanı vadetmiştir. Ama mücahitlere cihattan geri kalanların üstünde büyük bir ecir vermiş, onlara kendi katından dereceler, bağışlanma ve merhamet ihsân etmiştir. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[7]

“… Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki Rabbin sonsuz hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”[8]

“Biz dilediğimizi nice derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.”[9]

Râmûzu’l-ehâdîs’de şöyle bir hadîs-i şerîf geçmektedir:

“Allah Teâlâ bir topluluğu sevdiğinde onları çeşitli belâ ve musîbetlerle imtihan eder. Sabredenlere sabır mükâfatı, sabretmeyip hüznünü kederini ifşâ edenlere ise onun günahı verilir.”[10]

Gümüşhânevî hazretleri bu hadîs-i şerîfin şerhinde Ârif Geylânî’den şöyle bir nakilde bulunmaktadır:

“Belâ ve musîbetlerden lezzet almak evliyâ makamıdır. Fakat Allah (c.c) bu makamı ancak rızâsı yolunda gösterilen cehd ü gayretten sonra ihsân eder. Zîra belalar bazen bir günah mukâbilinde olur. Bazen günahların keffâreti için olur. Bazen de derecelerin yükseltilmesi için olur. Her birinin bir alâmeti vardır:

Birincisinin yani günahlar sebebiyle başa gelen belânın alâmeti: belâ anında sabredememek, çokça feryâd u figân edip insanlara hâlinden şikâyet etmektir.

İkincisinin yani günahlara keffâret olması için başa gelen belânın alameti: Belâya sabredebilmek, şikâyet etmemek, belâdan sonra ibâdet ve taatların bedene hafif gelmesidir.

Üçüncüsünün yani derecelerin yükseltilmesi için başa gelen belanın alameti ise: Uğranılan belâ ve musîbet sebebiyle hoşnut ve memnun olmak, belâdan sonra öncesine nazaran amellerin hem bedene hem de kalbe hafif gelmesidir.”[11]

“İnsanlardan kimi Allah’a tek yönlü ibâdet eder (İmanları tek kanatlıdır). Eğer kendisine bir nimet erişirse hoşnut ve memnun olur. Eğer başına bir belâ ve musîbet gelirse yüzünün şekli şemâli değişir. O kimse dünyâda da âhirette de hüsrana uğramıştır. Bu ise apaçık bir hüsrânın ta kendisidir.”[12]


[1] A’râf: 7/168

[2] Nisâ:4/79

[3] Âl-i İmrân: 3/165

[4] Mâide: 5/6

[5] Ahzâb: 33/33

[6] Âl-i İmrân: 3/163

[7] Nisâ: 4/96

[8] En’âm: 6/83

[9] Yusuf: 12/76

[10] s. 25, 5. hadîs-i şerîf

[11] Levâmiu’l-ukûl, 1/175

[12] Hâc: 22/11