İçeriğe geç

BAŞKASINA AİT OLUP ELİMİZDE BULUNAN MALLARA KARŞI HAKLARIMIZ VE SORUMLULUKLARIMIZ

İslam Hukuku’na göre bir kimse başkalarına zarar vermemek kaydıyla kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Başkasının mülkünde, onun izni olmaksızın tasarrufta bulunmak ise caiz değildir. Bu yazımızda, başkasının mülkünde, başkasına ait bir mal bizim elimizde bulunduğunda, o mal üzerinde ne gibi haklarımızın ve o mala karşı ne tür sorumluluklarımızın olduğunu tespit etmeye çalışacağız. Başkasına ait bir mal bizim elimizdeyken kaybolduğunda, helak olduğunda, kullanılamaz hale geldiğinde veya zarar gördüğünde hangi durumlarda bu malı tazmin etmemiz gerektiğini örneklerle izah etmeye gayret edeceğiz.

İslam Hukuku’na göre başkasına ait olup bizim elimizde bulunan bir mal, ya “emanet” hükümlerine veya “damân” hükümlerine tâbîdir. Emanet hükmünde olan mallar, elinde bulunduran şahsın kasıt, kusur ve teaddîsi (normal ölçülerin dışında kullanımı) olmaksızın helâk olduğunda tazmin edilmez. Tazmin edilmesi için elinde bulunduran şahsın muhakkak kasıt, kusur ve teaddîsinin bulunması gerekir. Damân hükmünde olan malların ise elinde bulunduran şahsın kasıt, kusur ve teaddîsi olmasa da tazmin edilmesi gerekir. Kasıt, kusur ve ihmâlin var olup olmadığının tespiti, alanında uzman olan, tecrübeli şahısların yani bilirkişilerin görüşleri doğrultusunda yapılır.

Emânet hükmünde kabul edilen mallar, elinde bulundurana faydası dokunan ve dokunmayan olmak üzere iki kısımda değerlendirilir. İkisi arasındaki temel fark şudur: Elinde bulundurana faydası dokunmayan emanet akitlerinde kişi kasıt, kusur ve teaddîsi olmadan malı örfe uygun, makul bir şekilde muhafaza ettiğinde tazmin sorumluluğu üzerinden kalkar. Normal ölçülerin dışında malı muhafaza ederse kasıt, kusur ve teaddîsi olmasa da helak olduğunda o malı tazmin etmesi gerekir. Normal ölçülerin dışına çıkararak malı muhafaza eden şahıs tekrar eskisi gibi örfe uygun şekilde muhafaza etmeye devam etse, mal yine emanet hükümlerine tabi olur. Yani kasıt, kusur ve ihmali olmadan helak olsa o malı tazmin etmez. Elinde bulundurana faydası dokunan emanet akitlerinde ise malı elinde bulunduran şahıs bir kere örfe uygun şekilde o malı muhafaza etmeyip normal ölçülerin dışına çıksa, tekrar eski şekilde muhafazaya dönse bile o mal helak olduğunda kusuru olsun veya olmasın tazmin etmesi gerekir. Aşağıda bu akitleri örneklerle izah etmeye çalışacağız.

Malı elinde bulundurana faydası dokunmayan emanet hükmündeki mallar şunlardır:

Vedîa: Başkasının muhafaza etmemiz için bize bıraktığı mallardır. Bu tür mallar, kendisine emanet bırakılan şahsın o maldan faydalanması için bırakılmamıştır. Yalnızca o malı makul ve maruf ölçüler içerisinde muhafaza etmemiz için bırakılmıştır. Bu tür mallar bizim elimizde kasıt kusur ve teaddîmiz olmadan helak olsa tazmin etmemiz gerekmez. Örneğin, komşumuzun bize muhafaza etmemiz için bıraktığı bir eşya böyledir. Onu normal ölçüler içerisinde muhafaza ettiğimiz takdirde tazmin sorumluluğumuz olmaz. Ancak bu eşyayı alıp örneğin giriş kattaki evimizin penceresinin önüne koyduğumuzda saat yıldırım çarpması gibi bizim dışımızda bir sebeple bile helak olsa saati tazmin etmemiz gerekir. Pencerenin önünden alıp evimizin içerisinde muhafaza etmeye başladığımızda tazmin sorumluluğu yalnızca kasıt, kusur ve teaddîmizin olduğu hallerde gerçekleşir.

Vekâleten yapılan alış veriş ve kiralamada vekilin elindeki mal: Bir kimsenin vekili olarak satın aldığımız veya kiraladığımız yahut da vekâleten satmak üzere elimizde bulunan mallar da emanet hükmündedirler. Bu tür malları da kasıt, kusur ve teaddîmiz yoksa tazmin etme sorumluluğumuz yoktur.

Mudârabe, inan ve mufâvada şirketlerinde ortakların elindeki mallar: İslam’daki şirket türlerinden olan bu tür şirketlerde ortaklar birbirlerinin vekili sayıldığı için şirket akdi gereği elde bulunan mallar emanet hükmündedir ve tazmin sorumluluğu ancak kasıt, kusur ve teâddî (ölçüleri aşacak şekilde kullanma) hallerinde söz konusudur. Bu tür şirket akitlerinde meydan gelen zarar, sermayeler oranında taraflar tarafından karşılanır. Kasıt, kusur ve teaddîsi yoksa, zararı yalnızca, mal elinde iken zarar gören ortağın karşılaması talep edilemez.

Malı elinde bulundurana faydası dokunan emanet hükmündeki mallar şunlardır:

Âriyet: Komşudan kullanıp iade etmek üzere aldığımız bir matkap örneğinde olduğu gibi menfaatinden faydalanmak üzere ödünç olarak aldığımız mallar, âriyet olarak elimizde bulunan mallardır. Bu tür mallar elinde bulunan şahsa fayda sağlarlar ve emanet hükümlerine tâbîdirler. Kasıt, kusur ve teaddîmiz olmaksızın elimizde helâk olsa tazmin sorumluluğumuz olmaz. Aksi durumlarda mala gelecek zararı tazmin etmemiz gerekir. Yalnızca ahşap delmek üzere tasarlanmış bir matkabı ödünç alan ancak onu duvar delmek için kullanan şahıs kusurlu davranmıştır ve teaddî söz konusudur. Dolayısıyla matkap bozulduğunda onu tazmin etmek zorundadır. En fazla beş bin devirde kullanılabilecek bir arabayı âriyet olarak alan şahıs, yedi bin devirde kullandığında araba zarar görürse âriyet alan şahıs bu arabanın zararını tazmin etmek zorundadır. Ancak normal ölçüler içerisinde kullanıp muhafaza ettiği takdirde malın başına kendinden kaynaklanmayan bir zarar gelirse bu zararı tazmin sorumluluğu yoktur. Tabi mala zarar veren üçüncü şahısların tazmin sorumluluğunun hiçbir zaman ortadan kalkmayacağını unutmamak gerekir.

Kiracının elinde bulunan mal: Kiraladığımız bir mal da bizim elimizde emanet hükmündedir. Örneğin kiracı olarak oturduğumuz ev bizim kasıt, kusur ve teaddîmiz olmadan zarar görecek olsa tazmin sorumluluğumuz yoktur. Bir deprem neticesinde ev yıkılacak olsa kiracının tazmin sorumluluğu olmaz. Ancak evin yapımında müteahhit, mühendis gibi üçüncü şahısların kusurları söz konusuysa bu, onların tazmin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. “Zarar izâle olunur (giderilir)” kaidesi İslam Hukuku’nun temel, küllî kaidelerindendir.

“Damân” hükmünde olan, yani malı elinde bulunduran şahsın kusurlu olsun olmasın tazminle mükellef olduğu mallar ise şunlardır:

Satın alınan ve teslimden önce helak olan mallar: Satın aldığımız bir mal henüz tarafımızdan teslim alınmadan önce bâyi/satıcı elinde helak olsa, bâyi kusuru olmasa da o malı tazmin etmek zorundadır. Malın bedeli satıcı tarafından teslim alınmışsa o bedeli iade etmek zorundadır. Teslim alınmamışsa bir şey gerekmez. Buradaki tazminin, malın gerçek değeri (kıymeti) üzerinden değil alış veriş esnasında konuşulup razı olunan fiyat üzerinden gerçekleştiğini unutmamak gerekir.

Gasp edilen mal: Başkasına ait bir mal onun rızası olmaksızın gasp yoluyla alınır ve gâsıbın (gasp eden şahsın) elinde helak olursa, gâsıp bu malı tazmin etmek zorundadır. Gâsıbın kusurunun olup olmaması tazmin sorumluluğuna etki etmez. Gâsıbın tazmin edeceği miktar, malın gerçek değeri yani kıymetidir.

Pazarlık yapılıp fiyatı belirlendikten sonra (sevm-i şirâ usûlüyle) satın almak üzere kabzedilen ve götürülen mal: Satın almak üzere fiyatı belirlendikten sonra malı denemek veya başka bir amaçla alıp götüren kimsenin elindeki mal damân hükümlerine tabidir. Bu şekilde kabzedilen mal, kabzeden şahsın elinde helak olursa, kusuru olsun veya olmasın kıymetiyle tazmin edilir. Bu durmda malın fiyatı belirlenmeseydi yahut yalnızca görmek veya başkasına göstermek amacıyla mal sahibinin izniyle kabzedilseydi fiyatı belirlensin veya belirlenmesin mal emanet hükümlerine tâbi olurdu.

Rehin olarak alınan mal: Borç verme karşılığında rehin olarak elde bulunan mallar da ulemânın icmâıyla damân hükümlerine tâbidir. Bu tür rehin mallar mürtehinin, yani rehni elinde bulunduran alacaklı kimsenin elinde helak olduğunda tazmin edilir. Tazmin edilecek miktar, rehnin kabz edildiği gündeki kıymetidir. Şayet rehnin kabz edildiği gündeki kıymeti borca denk ise borç sâkıt olur (düşer). Alacaklının borçludan başka bir şey talep etme hakkı yoktur. Şayet rehnin kıymeti borçtan daha fazla ise borç yine sâkıt olur, artan miktar emânet hükümlerine tâbidir. Yani rehnin helâki mürtehinin kasıt kusur ve teaddîsi neticesinde olmuşsa fazla olan kıymeti tazmin eder, aksi takdirde tazmin etmez. Rehnin kıymeti borçtan daha az ise rehnin kıymeti kadar borç sâkıt olur, kalan borç alacaklıdan talep edilir.

Emânet konusundan bahsederken can emanetinin mal emanetinden daha üstün olduğunu, dolayısıyla işverenlerin maiyetlerinde çalışan işçilerin can güvenliklerinin işverenlerin emanetinde ve sorumluluğunda olduğunu, bunun için gereken tedbirleri almalarının gerekliliğini, işçi haklarının İslam’da üzerinde titizlikle durulan konulardan biri olduğunu da unutmamak gerekir. ü

Kaynaklar:

– el-Mevsılî, el-İhtiyâr li ta’lîli’l-Muhtâr

– el-Meydânî, el-Lübâb fî şerhi’l-Kitâb

– Mecelle-i Ahkâm-i Adliyye

– Ömer Nasûhi Bilme, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu

– Orhan Çeker, Fıkıh Dersleri

– Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri