İçeriğe geç
Anasayfa » BAZI KUR’ÂN KAVRAMLARI YA DA KUR’ÂN’A BAŞVURUYORUZ O DA SÜNNETİ İŞARET EDİYOR

BAZI KUR’ÂN KAVRAMLARI YA DA KUR’ÂN’A BAŞVURUYORUZ O DA SÜNNETİ İŞARET EDİYOR

 

Müslüman olmamızın bir gereği olarak hiçbir ihtilafa mahal bırakmaksızın “Kitab”lı bir peygambere inanıyoruz ve bundan dolayı ortak bir ismi taşıyoruz. Yine hiçbirimiz Peygamber Efendimiz’in bir kitapla gönderilmesinden hareketle Yahudilikte olduğu gibi, kitap adına peygamberin kurban edildiği ‘Tevrat’ merkezli bir dinî düşünceye sahip değiliz. Böyle Peygambersiz bir ‘İsrailoğlu’ ahlâkı kokan itikadımız olmadığı gibi Kitab’ın hükmünün olmadığı tamamıyla ‘İsa’ merkezli bir itikadî zemine de sahip değiliz.

Esasında bu iki uca da sapmamamız dahi nasıl bir vasatta, ‘vasat’ ümmet olduğumuzu ortaya koymaya yetmektedir. Çünkü neden son ümmet ve seçkin olduğumuza dair sayılan birçok husustan biri de bizdeki Kitab-Sünnet arasındaki ayrılmaz bağdır.

Bu bağın ne kadar sıkı olduğunu görmek için Peygamber Efendimiz’den nakledilen hadislere bakmamız yeterlidir. Çünkü hadisler Kur’ân-ı Kerim’i işaret etmektedir. Rasûlullah (s.a.v)’tan bize ulaşan hadislerin ve Onun sünnetinin kokusunu alan selef âlimlerinin aynı zamanda Kur’ân-ı Kerim’e düşkünlüğü sadece bir iddia değildir. Bu doğrudan Hz. Aişe validemiz tarafından dillendirilen ‘Onun ahlâkı Kur’ân’dı.’ ifadesinin farklı veçheleriyle açık bir tezahürüdür de.

Peki, benzer bir durumu Kur’ân-ı Kerim’de müşahede etmek mümkün müdür? Meselâ Kur’ân-ı Kerim’in idealize ettiği insan/insanlar kimdir/kimlerdir? Kaç kişiden bahisle bu Kitab’da üsve-i hasene denilmektedir? Kur’ân-ı Kerim penceresinden bakıldığında Peygamber Efendimiz dışında, yaptıkları, söyledikleri kontrolden geçmiş ve tasdik edilmiş herhangi bir insan var mıdır? Kitabımızda, Allah’a itaatle beraber Peygamber Efendimiz’e itaatin ısrarla vurgulanmasının sebebi nedir? Peygamber Efendimiz’e itaati zihnimize gelen şekliyle sadece Kur’ân-ı Kerim’deki emirlerin tebliğidir şeklinde bir cümleyi iddia edebiliyor ancak ispatlayabiliyor muyuz? Kur’ân’da, Allah’a itaat Peygambere itaat ile birlikte veya sadece Peygambere itaat zikredilirken yalnız başına Allah’a itaatin zikredilmiş olmaması yüce Kitabımızın üslûbu ve muhtevası açısından bize bir şeyler ifade etmez mi?

Bu istifhamları uzatmak mümkündür. Ancak amacımız bu istifhamlarla Kur’ân-ı Kerim’in bize Peygamber Efendimiz’i işaret ettiğine zemin hazırlamaktır. Bu çerçevede Allah’ın kitabında Peygamberimiz (s.a.v)’in nübüvvet görevi açısından, öne çıkan bazı kavramlara genel olarak göz attığımızda şu terimler özellikle dikkat çekmektedir:

  1. Tilavet, Tezkiye, Talim

“Nitekim içinizde kendinizden bir peygamber gönderdik ki o, size âyetlerimizi okuyor, sizi (Allah’a eş tutmaktan, günahlardan, maddî ve manevî kötülüklerden kurtarıp) tertemiz yapıyor, size Kitâb’ı (Kur’ân’ı) ve hikmeti (içinde bulunan hükümleri) öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor.”[1]

Âyet-i kerime, Kur’ân-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Burada Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e yüklenen Kitab’ın tilaveti, mü’minlerin tezkiyesi ve Kitab’ın ve hikmetin talimi gibi üç temel vazifeden söz edilmektedir. En kestirme ifade ile Peygamber Efendimiz’in görevi sadece Kitab’ın tebliğinden ibaret olsaydı âyetlerin tilaveti bu vazifeyi ifade için yeterli bir kavramdı. İmam Şafiî’nin, Kitab ile beraber kullanıldığında hikmeti sünnet olarak yorumladığını da dikkate alırsak mesele biraz daha belirginleşecektir.

Ancak her hâlükârda âyetin zâhirinden anlaşılan Peygamber Efendimiz (s.a.v), ‘Kitab’ dışında bir şeyler öğretmiştir ve bunları Kitab’ı öğretir gibi talim etmekle vazifelidir. Kritik soru şu: Onun Kitab dışında öğretmekle vazifeli olduğu şeyleri biz öğrenmekle vazifeli olduğumuza göre sünnetin bu kadar tartışılması sadece teorik bir zeminden ibaret bir mesele diyebilir miyiz? Onun Kitab dışında öğrettiği o geniş sahayı hangi veçhesiyle olursa olsun gözden çıkarılabilir bir alan olarak görebilir miyiz?

  1. İttibâ

(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.[2]

Doğrudan örnek alınabilecek, peşi sıra yürünebilecek birini ifade eden en sarih kavramlardan biri de ittibâdır. Biz beşer olarak söz gelimi akla ilk gelen anlamı ile meleklere ittibâ edemeyiz. Ancak bizim gibi beşerî vasıfları olan ‘bir’ine ittibâ edebiliriz ki Cenâb-ı Hak bunun için bizim önümüze içimizden birini rehber yapmıştır.

Peygamber Efendimiz’e ittibâ meselesi/emri doğrudan sünnet veya hadisle ilgili bir meseledir. Çünkü bu yönüyle Peygamber Efendimiz, Kitab’ın müşahhas numûnesi olmakta ve Kitab’a uymak için başvurulması/bakılması/izlenmesi zorunlu biri konumunda karşımızda durmaktadır. Sahâbe için düşündüğümüzde onların âyetler nazil olduktan sonra doğrudan Efendimiz’den acaba âyetle ilgili nasıl bir uygulamada bulunacak şeklinde Onu (s.a.v) yakından izlemeleri en azından bir kısmı için asla ‘âyetlerin lafızlarını’, ‘mefhumunu anlamamaları’ ve buna benzer sebeplerden dolayı değildi. Aksine bu dindeki, Kitab’ımızın yirmi üç yılda nazil oluşunu, bir peygamber vasıtasıyla indirilişini ve ittibânın nasıl bir şey olduğunu gösteren temel dinamiklerden birisiydi. Burada da yine temel sorumuz şu: Ashâb-ı kiramın içinde, bize vahyi aktar, onun dışında bir şeye ihtiyacımız yok, ifadesini zımnen karşılayacak bir örnek bulabilir miyiz?

  1. İtaat

Kur’ân-ı Kerim’de karşımıza çıkan temel kavramlardan birisi de itaattir. Çoğu zaman Allah’a itaat emrinin hemen arkasından gelir. Allah’a hakikî manada itaatin gerçekleşmesi ise ancak Kitab’ı açıklayan, pratiğe aktararak inanlara gösteren ‘peygamber’ vasıtasıyla mümkün olur. Bunun bir sonucu olarak “Kim o peygambere itaat ederse muhakkak Allaha itaat etmiştir.”[3]  buyruğunda olduğu gibi Rasûl’e itaat ile Allah’a itaat özdeşleşmiştir.

Bu açıdan bakıldığında Peygamber Efendimiz’in sünnetinin/hadisinin tamamıyla bu itaatin dışında olduğunu, buradaki itaatin sadece Kur’ân-ı Kerim’in tebliği ile sınırlı olduğunu iddia etmek mümkündür. Ancak bu iddia Rasûlullah (s.a.v)’a karşı emredilen ‘itaat’i daraltmak olur. Bu yapıldığında ise peygamberlik makamının Kur’ân-ı Kerim’in tebliği dışındaki fonksiyonlarını da devre dışı bırakmış oluruz. Burada kritik soru; Peki bu yapıldığında ne olur? cümlesidir.

  1. Beyân

Sünnetin konumuna dair Kitab’ımızdaki en sarih terimlerin başında beyân gelmektedir. Âyetten iktibasla doğrudan ‘‘Kitabı açıklayasın’ diye sana indirdik’ şeklinde özetleyebileceğimiz bu görev doğrudan Kitab’ın haricinde yapılan bir ‘beyân’ faaliyetini ihtiva etmektedir. Peygamber Efendimiz’in hadisleri ve sünnetleri de esasında bu beyânın sistemli bir şekilde bize nakledilmiş halidir.

Peygamber Efendimiz’in âyette sadece farz yerleri zikredilen abdesti ayrıntılı bir şekilde öğretmesi bu beyân vazifesinin bir tezahürüdür. ‘Eğer cünüpseniz temizlenin/yıkanın[4] şeklindeki yüce Kitab’ımızın emrine tatbiki ondan öğreniyoruz. Zira ‘cünüp’ kime denir ve nasıl bu halden kurtuluruzun cevabı sadece Onun sünnetinde var.  Namazımızın rekâtlarını, kıyamının ölçüsünü ve orada neler yapacağımızı, tekbir almayı, ellerimizi kaldırmayı, sübhâneke duamızı velhasıl namaza dair her şeyi o beyan etmiştir. Sadece namaz ve abdest değil, dostlarımızı nasıl seçeceğimizi, düşmanımızla sınırımızın ne olacağını, cihadın bir ahlâkının olduğunu da her uygulaması ile O, canlı bir Kur’ân olarak beyân etmiştir.

Beyân, sadece Kur’ân-ı Kerim’in ilk muhatapları açısından bir ihtiyaç olmadığına göre bugün de Kitab’ın bir ‘beyân’ ediciye ihtiyacı vardır. Kitab önümüzde durduğuna ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de irtihal ettiğine göre Kitab’ın açıklayıcısı Sünnet-i Nebî olmaktadır.

  1. Üsve-i Hasene

Muhakkak Allah’ın Rasûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.”[5] âyeti, Peygamber Efendimiz’in bir misyonunu daha ortaya koymaktadır: Üsve-i hasene/numune/en güzel örnek. Bu âyetin özellikle, Hendek’te yaşanan sıkıntılara karşı ashâbın, Peygamber Efendimiz’in duruşunu kendilerine örnek almaları gerektiğine işaret etmek üzere inmesi de dikkat çekici bir meseledir.

Bunu dikkat çekici bir mesele haline getiren şudur: Vahy-i İlâhî’nin, sıkıntılar var öyleyse şunları yapın, demek yerine Peygamber (s.a.v)’i işaret etmesi. Sadece bu hadise açısından değil tabi ki. Mü’minlerin, her işinde Rasûlullah (s.a.v)’ı örnek almaları yine sadece Hendek ile, asr-ı saadet ile sınırlı değil, her dönem geçerli bir kanundur. Ashâb-ı kiram için üsve olan bizim için de pek tabiî olarak üsvedir.

[1] Bakara, 2/151.

[2] Âl-i İmrân, 3/31.

[3] Nisâ, 4/80.

[4] Mâide, 5/6.

[5] Ahzâb, 33/21.