İçeriğe geç
Anasayfa » BİR DOSTA MEKTUP…

BİR DOSTA MEKTUP…

Muhterem kardeşim,

Bu gün 27 Ocak …… Salı günü, saat : 19:37.

Seni hatırladım. Yine Makam-ı İbrahim’in hizasında, Kâbe’nin önünde, Allah’ın huzurundayım.

Sarı sırmalı, altın işlemeli, siyah ipekten bir gelinlik giymiş  KÂBE… Onu seyrediyorum. Allah’ın beytini… Evet, heybetli, vakarlı, ihtişamlı kıblegâhı temâşâ da ibadet…

Cenab-ı Hakk’ın “evim” dediği bu mübarek mekanda, Hâlik-ı Zülcelâlin değişik hilkat elbiseleri ile yarattığı insanlar elvan elvan renklerle  âlemi insanlığı ve Ümmet-i Muhammedi temsilen bulunuyorlar.

Dilleri farklı, renkleri farklı… onca fark arasında yürekler hep aynı imanı, diller hep aynı ikrârı terennüm ediyor: ” LÂİLÂHE İLLELLAH”, “LEBBEYK ALLAHÜMME LEBBEYK”  “Buyur Yâ Rabbi, özüm ve sözümle sana geldim. Ne emredersen emret, başım üstüne Yâ Rabbi…”

Farklılıklar arasında tevhidde birleşmek… işte imtihanın esprisi… Kavrat ve yaşat bize Ya Rabbi…

Akşam ezanı 18:06 da okundu. ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER… İkindi namazını müteakip iftara hazırlıklar yavaş yavaş başlamıştı…40 cm. genişliğindeki naylon sergiler yerlere  serildi. Çeşit çeşit hurmalar, zemzemler vazgeçilmez fix menü  Müslümanlara iftar açtırmak isteyen sofra sahipleri hiç tanımadığı kişiye “Faddal ehî”, buyur kardeşim iftarını bizim sofrada aç diye adeta yalvarır bir eda ile davetiye çıkarıyor…

Âlemi insanlık yardımlaşmanın, dayanışmanın, infâkın, fedakarlığın, ferâgatin, çeşitliliğin, çeşitlilik içinde birliğin, hoşgörünün velhâsıl bütün güzellikleri içinde barındıran İslamî yaşama biçiminin tezâhürlerini görmek için bu atmosferi ilmel yakîn, aynel yakîn, hakkel yakîn teneffüs etmeli aziz kardeşim…

18:13’ü gösteriyor saatin akrebi ile yelkovanı. Yüz binler iftarını açmış, sofralar toparlanmış müezzin efendinin kâmeti ile akşam namazının farzına hazır vaziyete kıyamda, Allah’ın beytinde, en mübarek mekânda biraz sonra Allah-u Azîmüşşân’a en yakın an olan secdeye varmak üzere… secdede dualar ve yine dualar…

İslâm ümmetinin beyefendilerinin gömlek, pantolon, fistan entari, ihram havluları ile kimi baş açık kimi takkeli, bereli, fesli, kimi sarıklı, kimi kavuklu, hanımefendilerinin ise kimi pardesülü, kimi çarşaflı, kimi cilbâplı feraceli, peçeli… Mahallî kıyafetlerin İslam ölçüsü içinde sergilendiği bir defile, bir panayır, kültür ve fikir alış verişinin yapıldığı bir kongre merkezi, uluslar arası bir fuarı andıran, genci yaşlısı, çoluğu çocuğu ile farklı kültür ve fikirlerin buluştuğu ve İSLÂM POTASINDA eridiği yer BEYTULLAH…

Bir ara dört siyahî yağız delikanlının; bizim İstanbul’daki simitçilerin kafasına koyduğu desteğe benzer şey üstünde üstü açık sanduka, onun içinde tavafa takati olmayan bir yaşlı zâtın, âlemin bir yörünge üzere akıp gitmesi gibi, Allah’ın beytinin etrafında dönen mahşerî kalabalığı koşar adımlarla yara yara geçmesi takılıyor gözüme…

İlmin kapısı Hz. Ali (k.v)’nin insanı, zübde-i âlem, merhum Bediüzzamân Hazretlerinin misal-i müsağğar olarak tanımlaması geliyor hatırıma. Makro kozmos olan kainatın küçültülmüş bir maketi mikro kozmos insan… İnsan da evren gibi dönüyor KABE’nin etrafında…

Ve minareleri, üç kubbeli sütun enindeki Osmanlı revakları ile çevrili bembeyaz mermerlerin ortasında, simsiyah örtülü KABE gece ayrı bir güzellik ve gizemlilikte… Bir mıknatıs gibi çekiyor kendine doğru insanı. Pervaneler vardır hani ışık etrafında semâ ederek, ifnâ olan, ışığın-nurun merkezine doğru atılarak kendini yok eden…

Allah’ın beytinde, Allah (c.c) için ifnâ olmak niyyet ve  arzusu ile kimi Kabe’nin kapısının eşiğinde ellerini dayamış, yüzünü duvarına yaslamış tüm bedeni ile birlikte… İçin için ağlıyor, dua ediyor, yalvarıyor…

Kimi cennetten gelen hediyeyi öpmek, koklamak için birbiri ile yarışıyor…

Kimi  “Hâtim” de kılıyor namazını, adeta ne içindeyim diyor Kâbe’nin ne de dışında…

Son teravih kılınıyor… Yirminci rekattayız. Artık, başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem ateşinden kurtuluş olan ve içinde bin aydan daha hayırlı bir geceyi misafir eden mübârek Ramazan ayına elvedâ denecek. 30 Ramazan boyunca hatimle kıldırılan teravih namazının sonuna gelinmiş… “Minel cinneti ve’n nâs”. Ruküya gitmeden imam efendi duaya başlıyor. Yaklaşık yarım saat sürüyor. Hep birden “âmin” diyor cemaat, gönülden gelen titrek bir sesle… Öyle bir an geliyor ki, Allah (c.c)’ın adının anıldığında kalpleri titremesi gereken mümin ve mü’mineler hıçkırıklara boğuluyor… Kalbin itmi’nâna ermesinin zevkini işte o an tadıyorlar… Ah ne olurdu o anı dâimî olarak yaşayabilmek….

29 Ocak Perşembe günü Ramazan Bayramını Mekke’de idrâk ediyoruz. Kabe’nin etrafında tavaf eden kuşlar paylaşıyor sevincimizi, bayramın imdi, bayramın imdi, bayram ederler HAK ile şimdi diyorlar âdetâ hâl dilleri ile…

Vedâ vakti garip bir hüzün çöküyor yüreklere … Allah’ın beytinden, Medine-i Münevvere’ye, cennet bahçesine yolculuk başlıyor…

Şairin ” Bezminde geçen geceyi bir yıl uzatsam.” dediği Efendimiz (s.a.v)’in  mübârek mekânına varıyoruz. Yeşil kubbeni altında, kalplere sekînet üfleyen ortamda yatan, bütün insanlık için kendisinde en güzel nümûneler bulunan, kendisini anan ziyaretçilerden haberdar olan, Âlemlere rahmet olarak gönderilen çöle inen nûrun, ismimi İsminden aldığım Efendimiz (s.a.v)’in huzurundayım. Ya Rasûlallah (s.a.v) Sana, Âline ve ashâbına sonsuz salât-ü selâmlar…

“Medyûn O’na ümmeti, medyûn O’na beşeriyet

Yâ Rab bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.”

 

Yâ Rabbi bizi Kendine ve O’na lâyık eyle… Huzûr-u Nebevî’de gönlümden mühtedî bir Rum’un, Yaman Dedenin, nâtı geçiyor:

 

                     DAHîLEK YA RASULALLAH

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlallâh

Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Rasûlallâh

Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasûlallâh

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlallâh

 

Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen

Muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen

Habîb-i Kibriyâsın sen, Muhammed Mustafâ’sın sen

Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ Rasûlallâh

 

Cenâb-ı Hak; “Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin.” buyuruyor Efendimiz (s.a.v) için. “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” diyor Efendimiz (s.a.v).

“Müminlerin en olgunu ahlâken en güzel olanıdır. Sizin en hayırlınız ise hanımına karşı hayırlı davrananınızdır.” buyuran aleyhissalâtü ve’s selâm Efendimizin mübârek ve mutahhar eşleri Hz. Âişe (r.anha) validemize O’nun ahlâkı ne idi diye sual edildiğinde “O’nun ahlâkı Kur’an idi.” cevabını veriyorlar.

 

Muhterem ve Muazzez kardeşim,

Cenâb-ı Hakk-ı zül Cemâl ve Tekaddes Hazretleri (c.c), Efendimiz (s.a.v)’in ahlâkı ile ahlâklanmayı lütûf , ihsân ve nasîb eylesin. ( Âmin Yâ Muîn.)

Medine-i Münevvere’de;

” Ruhum sana, varlık sana hayrandır Efendim

Bir ben değil âlem sana hayrandır Efendim. ”

mısraları ile iki cihân serverine aşkını izhâr eden, Muhterem Ali Ulvi Kurucu Beyefendi ile de bir araya gelip, sohbetinden istifade etme imkanı bulduk…

 

Azizim;

Mekke mükerrem, Medine ise münevver bir şehir hakîkaten… Medine insanının, Ensâr’ın vârisleri olduğunu müşâhede etmemek mümkün değil… yardım edicilik ve yumuşaklık tevârüs edilen bir huy ve karakter haline gelmiş âdeta.

19 Ocak …. Pazartesi günü İstanbul’dan başlayan üçüncü umre yolculuğum, 2 Şubat …… pazartesi günü nihayete eriyor…

Medine Medine nurlanmış şehir

Misafirin sevgilimdir, Efendimdir

Hasretinle kavrulan yanık gönlüm

Bir vesîle kılsa da yüce Rabbim

Yine gelsem, yine gelsem sana Efendim.

25 Nisan …….

M. Faruk Bayramoğlu