İçeriğe geç
Anasayfa » BİR HÜCREDEN, HÜCRE DEVLETİ OLAN İNSANA

BİR HÜCREDEN, HÜCRE DEVLETİ OLAN İNSANA

İnsan vücudu ve bütün diğer çok hücreli organizmalar, tek bir hücrenin, yani zigotun mitotik bölünmeleri ile oluşur. Arka arkaya gelen yeni hücre kuşaklarında hücre sayısı büyük bir hızla artarak, her organda belirli bir değere çıkar. Vücudumuzda ortalama 75 ila 100 trilyon hücre bulunur.

İnsanın yaratılması iki farklı süreçte ele alınmalıdır. Birincisi ilk insan Hz. Âdem’in (aleyhisselam), benzer bir genetik mirastan model ve kalıp olmaksızın doğrudan yaratılışıdır. İkincisi ise, anne ve babadan gelen genetik mirasın çeşitliliği kullanılarak sperm ve yumurtadan inşa edilme sürecidir.

‘’O (Allah)ki, ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun neslini basit bir sıvı özünden üretmiştir. Daha sonra onu yaratılış amacını gerçekleştirecek donanıma sahip kılarak Kendi ruhundan üflemiştir.’’ (Secde,7-9) Ruhun üflemesi ile insanın yaradılışındaki üçüncü temel aşama dile getiriliyor. İlk çamurdan yaratılış elementer kökenine, zürriyet biyolojik kökenine delalet eder. Bunlar insanın maddi kökenidirler. Bir de üçüncüsü vardır ki, manevi kökeni olan üflenen ruhtur.

Döllenmeyi takiben rahim duvarına tutunan ve anne karnında yaratılıştan yaratılışa sürüklenen cenin, dinamik değişikliklere ve biçimlenmelere maruz kalır. Bu hızlı halden hale geçişler hassas bir program içinde yürütülür. Ceninin hiçbir anı ve dakikası bir önceki ile aynı değildir.

Döllenmiş yumurtanın (zigot) içine yerleştirilen ve bundan sonraki bütün biyolojik süreçleri ihtiva eden bilgi, kademe kademe okunarak hayat sahnesine çıkar. Henüz döllenmenin ikinci günü tek hücre olan zigot, ard arda bölünmelerle 2,4,8,16,32……. şeklinde çoğalır. Üçüncü gün yuvarlak bir dut (morula) veya böğürtlene benzerken dördüncü gün içi boş bir top şeklini (blastosist) alır. Beşinci gün asıl cenini oluşturacak hücreler, bu kümenin bir tarafında toplanır ve ortaya çıkan şekil taşlı bir yüzüğü andırır (geç blastosist). Altıncı gün tüpteki yolculuğunu bitirip, dokuz ay kalacağı anne rahmine gelir ve bir tohumun toprağa ekilmesine benzer tarzda anne rahmine tutunur (implantasyon).

Anne rahmine tutunması için daha önceden salgılanan hormonların (östrojen, progesteron) tesiriyle rahim duvarları kalınlaştırılıp kanlandırılır (toprağın çapalanıp kabarması gibi) ve ceninin büyüyüp şekilleneceği ortam hazırlanır. İkinci haftanın başında anne rahmine tutunan cenini teşkil eden kübik ve silindir şeklindeki dev hücreler üst boşlukta yan yana dizilir (germinal disk). Bu safhada iken hücrelerde özelleşmeler başlamış, ileride organların oluşacağı ektoderm, endoderm ve mezoderm tabakaları artık belli olmuştur.

İkinci haftada embriyo adeta toprağa gömülen bir bitki gibi, rahim iç duvarının (endometriyum) içine tamamen yerleşir ve rahim boşluğu ile irtibatı kalmaz. İki elin parmaklarının birbirine geçmesi gibi embriyo hücreleri arasındaki boşluklar (lakunler) ile annenin kan damarları birbiriyle kaynaşır. Artık anne kanı ile embriyo arasındaki irtibat kurulmuştur.

Bitkinin toprakta kökleriyle su ve mineral madde alması gibi, emriyo da irtibat kurduğu anne kanından oksijen, glikoz ve aminoasitler başta olmak üzere her türlü gıdasını hazır olarak alır. İkinci haftanın sonunda başlangıçta küre şeklinde olan embriyo (0,2mm) giderek belli bir eksende uzamaya başlar.

Ektoderm, endoderm, mezoderm tabakalarında insan vücudundaki bütün doku ve organların meydana gelmesinde, şekillenip en güzel biçim almasında en önemli prensip, programa dayalı tedrici mükemmelleşmedir. En dış tabakadan (ektoderm) deri ve sinir sistemi; orta tabakadan (mezoderm) kaslar, kemikler, bağ dokuları, kan ve kıkırdak dokuları; en iç tabakada (endoderm) sindirim borusunun iç duvarı ve bazı sindirim organları geliştirilir. Organların bazısı üç tabakada birlikte, bazısı da tek bir tabakada yapılır.

Mezoderm tabakasından gelişen dolaşım sistemi yirmi birinci günde önce bir boru şeklinde belirir. Yirmi ikinci günde bu boru hafif kıvrılmaya, dördüncü haftadan itibaren kalp ile birlikte kan damarları ve kan hücreleri gelişmeye başlar. Yedinci haftada kalp olması gereken dört boşluklu haline kavuşturulur. Onuncu haftada kalp gelişimi büyük ölçüde tamamlanır. On üçüncü haftada göbek kordonu içindeki kan damarları plasentadan cenine gerekli maddeleri taşırken artık maddeleri annenin dolaşımına aktarır. On altıncı haftada özel bir stetoskopla çocuk kalp sesleri duyulabilir.

Solunum sistemi hem mezoderm hem de endoderm tabakasından geliştirilir. Beş ila on altı haftada bronşlar oluşur. Bronşçukların ve hava keselerinin tamamlanması süresi doğuma kadar devam eder. Hatta hava keselerinin (alveol) gelişmesi 10 yaşına kadar sürer. On birinci hafta sonunda ise ses telleri oluşmaya başlar. On altıncı haftada ses tellerinin gelişmesi tamamlanır ve cenin ses çıkartabilecek potansiyeli kazanır.

On birinci hafta sonunda böbrekler idrar üretecek hale gelmiştir. İdrar torbası ve boşaltım yolları aynı zaman seyrinde birbirini tamamlayarak gelişir. On üçüncü haftada dış cinsiyet organları belli hale gelmiştir. On dördüncü haftada ise ultrasonda görünebilir, dolayısıyla cinsiyet tayini yapılabilir.

Sindirim sistemi ve bağlı organlar en içteki endoderm tabakasından gelişir. On birinci hafta sonunda pankreas, on ikinci haftanın başında karaciğer tamamlanmış ve safra üretmeye başlamıştır. Altıncı haftanın başında mide kıvrımlı hal almaya başlamıştır. Sekizinci haftada kıvrımlı hal alan bağırsaklar on ikinci haftada karın içindeki normal yerlerine geçmeye başlarlar.

Yaklaşık yirmi beşinci günde yüzde kendine has kimliği kazandıracak tarzda çöküntüler oluşmaya başlar, ağız, yüz ve çene çıkıntıları belirir, yedinci haftanın başında yüz, elmacık kemikleri şişliği belirlenir, dil oluşmaya başlar. Yedinci haftanın sonunda ceninin şekli insana benzemeye başlamıştır. Onuncu haftada dudakların gelişimi tamamlanmıştır. On ikinci haftada ceninin yüzü insan görünümündedir. On altıncı haftada kaş ve kirpikler oluşur.

Dört aylık bir embriyoda beynin ana bölümlerinin çoğu tamamlanmıştır. Giderek sayısı artan ve 50 milyara ulaşan sinir hücrelerinin her biri diğeri ile tanışıp irtibat kurarak hususi bölge ve merkezler (görme, işitme, koklama, denge vs.) teşkil edilir. On yedinci haftada emme, yutma, göz kırpma refleksleri gelişmiştir.

Beşinci haftanın başında, mezoderm tabakasındaki hücrelerden adeta bir bitkinin tomurcuk vermesi gibi cenin gövdesinin hususi yerlerinde (omuz ve kalça) kol ve bacak tomurcukları şekillenir.

Beşinci ve altıncı haftalarda annenin geçireceği her türlü olumsuzluk kol ve bacakların gelişmesine tesir eder. Mesela bir zamanlar hamilelerin bulantısını kesmek için piyasaya sürülmüş Thalidomide ilacını kullanan hamilelerin embriyolarında kol ve bacakların gelişmesi engellendiği için çok sayıda kolsuz ve bacaksız çocuk dünyaya gelmiştir. Altıncı haftada ana iskelete ait kemiklerin kıkırdak halindeki modelleri belirlenir. Bunu müteakiben önce kemikler sonra kaslar gelişmeye başlar.

Yedinci haftanın başında henüz kısa olan kol ve bacakların ucunda el ve ayak parmakları geliştirilmeye başlanır. On üçüncü haftada ayaklar tamamıyla gelişmiş el ve ayak parmakları tamamen oluşmuş, eklemler çalışır hale gelmiş; on dördüncü haftada artık bebeğin bir parmak izi vardır. On altıncı haftanın sonunda el, kol, bacak hareketlerini tam yapar.

Ceninin doku ve organları tamamlandıkça giderek boyu ve ağırlığı artar.

On yedinci haftadan sonra cenin artık küçültülmüş bir insan modelidir. Uzuvların vücuttaki ölçüm oranları son şeklini almıştır.

Bir tekerrür tablosu olarak önümüzde seyreden bu yaratılma süreci, akıl sahiplerinin dikkatini çekmekte ve marifete vesile olmaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de yaratılma süreçleri çok veciz bir şekilde ifade edilmiştir.

‘’Ey İnsanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphedeyseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurta), sonra uzuvlar, (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimiz belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için sizi büyütürüz. İçinden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrünün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra birşey bilmez hale gelsin.’’(Hac,5)

‘’Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden alakayı bir parçacık et haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık, sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.’’ (Mü’minun,12-14)

‘’O değil mi seni yaratan, bütün vücut sistemini düzenleyen ve sana dengeli bir hilkat veren ve seni dilediği gibi bir surette terkip eden.(İnfitar,7-8)

İnsan organizmasını çeşitli metotlarla inceleyenler onu muhteşem bir sanatla, yüksek mühendislik bilgisinin hassas hesaplarıyla ve hatasız planlanmış bir sistemle idare edilen büyük bir şehre benzetirler. Bu şehir milyonlarca evden meydana gelmiştir. Bu evlerde hiç durmadan çalışan atomlar bulunur. Evler belli üniteler halinde kümelenerek siteleri, fabrikaları, mahalleleri meydana getirmiştir.70–75 kiloluk bir insanda aşağı yukarı 100 trilyon hücre vardır.

Dünyada şu anda yaşayan insan sayısının 20 bin misline yakın sayıda hücreden meydana gelen bu şehirde mükemmel bir iş bölümü ve iş birliği gösteren, belli bir biyolojik düzeni şaşmadan devam ettiren bir hücreler arası yönetim vardır. Şehir kusursuz işleyen bir yol ve kanal şebekesiyle donatılmıştır. Bu şehrin evlerine benzettiğimiz ve hepsi canlı olan hücreler, gıda maddelerini bu şebekeden alıp artık maddelerini onun aracılığı ile gönderiyorlar. Bu evler (hücreler) belli bir müddet yaşayıp çalıştıktan sonra ölüyor. Ölenlerin yerini yenileri alıyor. Şehir içinde her an sayısız yıkılış, yapılış sürüyor. Buna rağmen şehrin düzeninde hiç aksaklık meydana gelmiyor.

Ahsen-i takvim (en güzel kıvam ve biçimde, en üstün kabiliyetlerle) yaratılan insan, Cenab-ı Hakk’ın böyle mükemmel bir sanatıdır. Ve kudretinin en nazik ve nazenin bir mucizesidir ki insanı, bütün güzel ve mukaddes isimlerinin tecellisine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata küçültülmüş bir misal suretinde yaratmıştır.

Evet, insan minyatür bir kâinattır. Çünkü ne var ise âlemde, Âdem’dedir.

İnsanın bir ferdinde, mükellef bir cemaat bulunur. Evet, her bir uzuv, birşey için yaratılmıştır. O uzuv (organ) o şeyde kullanmakla mükelleftir. Her bir duygu için bir ibadet vardır. Ondan başka şeyde kullanılması dalalettir. Mesela, baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, başkası için dalalettir.

Cenab-ı Hak, insanı, kâinatı içine alır bir nüsha ve on sekiz bin âlemi ihtiva eden şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esma-i Hüsna’dan (ilahi güzel isimlerden) her birisinin tecelli yeri olan her bir âlemden bir misal, bir numune insanın cevherine yerleştirilmiştir. Eğer insan, maddi manevi her bir uzvunu Allah’ın emrettiği yöne sarf etmekle ‘’hamd’’ın şubelerinden olan örfü şükrü ifa eder ve İslamiyet’e sarılırsa, insanın cevherinde emanet bırakılan o misallerden her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden o âleme bakar.

İşte ey bu küçük hücrelerden meydana gelen ve ‘’Ene’’(ben) ile tabir edilen ve ‘’İnsan’’ denilen büyük hücre! O kulübeciğin küçüklüğüyle beraber, dolu olduğu harika icatlarını gör, imana gel! Ve ‘’Ya İlahi!, Ya Rabbi!, Ya  Haliki!, Ya Musavvir!, Ya Maliki! Ve ya men lehü’l-mülkü vel-hamd! Senin mülkün ve senin emanetin olan şu kulübecikte misafirim,malik değilim’’ de; o batıl malikiyet  davasından vazgeç. Çünkü o malikiyet davası, insanı pek elim elemlere maruz bırakır.