İçeriğe geç
Anasayfa » BİR MÜNAFIKLIK KARAKTERİ KORKAKLIK VE KORKU

BİR MÜNAFIKLIK KARAKTERİ KORKAKLIK VE KORKU

İslâm, övülmüş ahlakı tamamlamak ve kalp hastalıklarını şifaya kavuşturmak üzere bütün insanlığa gönderilmiş son ilahî hitaptır. Ahlakı kemâlât[1] yoluna girmiş, kalp hastalıklarına şifâ bulmuş (veya bulma çabasında olan) insan iki cihanda saadete erişecektir. Tam tersi ahlaksızlık çukurlarında hapsolmuş, kalp hastalıklarına gark olmuş insan ise hırs, şehvet ve arzuları tükenmek bilmediğinden bu dünyada huzur bulmayacak;
sürekli acil (dünya) olanı âcil (ahiret) olana tercih etmesi sebebiyle de ahirette Rabbinin razı olduğu kullarından olmayıp saadetten mahrum kalacaktır. Netice itibariyle bu insan tipi her iki cihanda da mutluluğa erişemeyecektir.

Bu sebeple bir Müslüman için İslam’ın yegâne kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’deki hiçbir ayet salt edebî veya tarihten haber veren metinler olarak görülemez. Ondaki her kıssa ve her ayet insanlık için kurtuluş rehberidir. İnsanın üzerine düşen, bu örnekleri tekrar tekrar tefekkür edip kendi zihin dünyasını aydınlığa kavuşturmasıdır.

Zihin dünyasını Kur’an’la buluşturan insanın en çok karşılaşacağı meselelerden biri münafıklar ve nifaktır. Peygamber Efendimizin (sallahu aleyhi ve sellem) münafıklarla olan mücadelesini ve Medine dönemi münafıklarını vasfeden birçok ayet-i kerime bulunmaktadır. Konuyla ilgili ayetler ve hadisler bir arada düşünüldüğünde ise münafık insan tipinin bir takım karakteristik özellikleri olduğu görülür. Biz bu yazımızda münafığın en temel özelliklerinden biri olan “korkaklık”ı ele alacağız. Önce münafıkların korkaklığını ifade eden ayetleri tahlilleriyle birlikte kısaca inceleyip ardından genel olarak korkuyu ve korkaklığı izah etmeye çalışacağız.

Münafıkların Korkuları ile İlgili Ayetlere Genel Bir Bakış

Hakikat, onlar muhakkak sizden olduklarına (dâir) Allaha yemin de ederler. Hâlbuki onlar sizden değildir. Fakat onlar öyle bir kavimdir ki dâima korkarlar. Eğer sığınacak bir yer, yahud (barınabilecekleri) mağaralar veya (sokulacak şöyle) bir delik bulsalardı yüzlerini koşa koşa o tarafa çevirirdi onlar” (Tevbe Suresi 9/56-57)

Onlar sizinle toplu olarak, ancak surla çevrilmiş kasabalar içinde veya duvarlar arkasından savaşı kabul edebilirler. Kendi aralarındaki çekişmeleri ise serttir; onları birlik sanırsın, oysa kalbleri birbirinden ayrıdır. Bu, akletmeyen bir topluluk olmalarındandır.” (Haşr Suresi 59/14)

“Bunlar, düşman birliklerinin bozulup gitmedikleri evhamı içindedirler. Müttefikler ordusu yine gelecek olsa, isterler ki, çölde göçebe Araplar içinde bulunsunlar da, sizin haberlerinizi (uzaktan) sorsunlar. Zaten içinizde bulunsalardı dahi pek savaşacak değillerdi.” (Ahzab Suresi 33/20)

 “Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır.” (Tevbe Suresi 9/64)

Kendilerine: ‘Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekât verin’ denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve ‘Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?’ derler. De ki: ‘Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez.” (Nisa Suresi 4/77)

İnananlar: ‘Keşke bir süre indirilse de cihada çıksak’ derlerdi. Fakat hükmü açık bir süre inip, orada savaş zikredilince, kalblerinde hastalık olanların, ölüm korkusuyla bayılmış kimselerin bakışları gibi, sana baktıklarını gördün. Oysa onlara itaat etmek ve uygun olanı söylemek yaraşırdı. İş ciddileşince Allah’a verdikleri yeminde doğruluk gösterselerdi, onların iyiliğine olurdu.” (Muhammed Suresi 47/20)

 “(Gelseler de) size karşı (yardımda) pek cimri adamlar olarak (gelirler). Hele kendilerine korku çatdı mı, onların ölümden üstüne baygınlık çökmüş kimseler gibi gözleri dönerek, sana bakdıklarını görürsün. O korku gidince ise hayra karşı pek düşkün adamlar tavrıyle, sizi keskin dilleriyle incitirler. Onlar (hakikatde) îman etmemişlerdir. Bundan dolayı Allah onların amellerini hiçe indirmiştir. Bu, Allaha göre kolaydır.” (Ahzab Suresi 33/19)

Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar.” (Munafikun Suresi 63/4)

Bu ayetlerden hareketle şunları söyleyebiliriz:

1) Münafıklara izafe edilen mekânlar mağara, çöl, kuytu ve dört tarafı kapalı duvar arası gibi insanlardan uzak yerlerdir. Bu betimlemeler ise onların korkusunu ifade etmektedir. Çünkü hastalık derecesinde korkak insan karakteri; insanlardan ve insanlardan gelecek muhtemel zararlardan uzakta olması sebebiyle bu mekânları sever.

2) Onların gerek yukarıda sayılan mekânlarla zikredilmesi gerekse her sesten tedirgin olduklarının ifade edilmesi onların korkularının normal ölçüde olmadığı hastalık derecesinde olduğunu gösterir. Birlik gözükseler bile birbirlerinden dahi korkarlar, bu sebeple birlik de değildirler.

3) Seyid Şerif Cürcânî korkuyu özetle şu şekilde tarif etmektedir: “Çirkin görülen bir durumun meydana gelmesi veya sevilen bir şeyin elden kaçmasıdır (ya da ihtimalleridir).” Çirkin görülen durum, dolaylı olarak kişinin sevdiğine zarar gelmesi şeklinde düşünülürse korkunun merkezine sevgiyi koyabiliriz. Bir şeye sevgi ne kadar kuvvetli ise onda meydana gelecek zarar ihtimali az dahi olsa kişide korku o denli fazla olur. Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü üzere münafıkların en çok korktukları şey ise ne aile, ne toplumdan dışlanmak ne de başka bir şeydir, sadece ölümdür. Bu ise onların korkularının merkezinde tam bir bencillik ve kendilerine olan aşırı sevgi olduğunu gösterir.

4) Yukarıdaki ayetlerin genelinden iki tip münafık var olduğu anlaşılmaktadır. Biri kalben tamamen inkârcı diğeri ise kalben imanla küfür arasında gidip gelmektedir, sürekli kuşkucudur. Muhammed Suresinin 20. ayetinde geçen “kalplerinde hastalık olanlar” tabiri ise kuşkucu ikinci karakteri ifade etmektedir. Tevbe Suresinin 64. ayetinde kendileri hakkında ayet inmesinden çekinen münafık tasviri açıkça ikinci münafık tipine delalet etmektedir.

5) Allah’a imanla korku arasında derin bir bağ vardır. Şayet iman ne kadar kuvvetli ise dünyevî korkular o kadar azalır. Nitekim bir tarafta imanı kuvvetli olan mü’minler cihadı arzularken diğer tarafta imandan nasibini alamamış münafıklar sadece cihat emrini işitmekle renkleri değişmektedir.

Bir Kalp Hastalığı Olarak Korkaklık (Cübn), Belirtileri ve Tedavisi

Kur’an’da korku üzerinde çokça durulmuş, havf, haşyet ve takva gibi korkuyu ifade eden birçok farklı kelime kullanılmıştır. Bunlardan bazısı salt zarar gelmesinden korkmayı ifade ederken bir kısmı saygı ve tazim sebebiyle korkmayı ifade etmektedir. Bu açıdan korkunun farklı şekilleri olduğu gibi farklı yansımaları da vardır. O sadece kalbî bir duygu olmayıp kişinin eylemlerini etkileyen en birincil duygulardandır. Bu sebeple âlimler Allah korkusunu sadece duygu boyutunda tarif etmeyip “Allah’ın emirlerine itaat etmek, yasaklarından kaçınmaktır” şeklinde fiil bağlamında da ifade etmişlerdir.

Görüldüğü gibi korkunun kendisinde sıkıntı yoktur. Sıkıntı olan, korkunun fiillerimize yansıması şekilleridir. Kişi, toplumdaki statüsünü, şanını, şerefini, ailesini ve daha birçok şeyi sevebilir ve bunlara zarar gelmesinden korkabilir, bu tabi bir durumdur. Ancak bu durumda korkularının fiillere yansımalarına bakılır. Yazımızın esas konusu olan münafıkların sürekli ikiyüzlü yaşamalarının merkezinde bu durum vardır. Peygamber Efendimiz sallahu aleyhi ve sellem bize öğrettiği şu duada korkunun olumsuz bu yönünü kastetmektedir: “Allah’ım! Korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım[2]

Yukarıdaki ayetler her ne kadar Peygamber Efendimiz sallahu aleyhi ve sellem dönemindeki itikâdî münafıklardan bahsetse de İslâm’ın evrensel niteliği sebebiyle aynı ayetler kalben mü’min olup münafıkça bir hayat süren Müslümanları da uyarmaktadır, uyandırmaktadır. O dönemki münafıklar nasıl ki korktukları için inandıkları gibi davranmıyorsa günümüzde de birçok Müslüman aile, makam-mevki, mal-mülk korkusu sebebiyle hakkı söylemekten çekinmekte ve iyiliği emredip kötülüklerden sakındırmak bir yana kendileri kötülükleri bizzat çekinmeden yapmaktadır. Adeta “Muhakkak sizi biraz korku, (biraz) açlık ve (biraz da) mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele![3] ayetinde ifade edilen hadiselerin imtihan boyutunu unutmaktadır. Münafıklar gibi günü kurtarma peşinde olup bâki olanı düşünmemektedir. Mü’min mü’minin dayandığı bir tuğla olması gerekirken dünyevî korkuları sebebiyle mü’min kardeşinin kurdu olabilmektedir.

Müslüman üzerinde olumsuz etkisi olan bu tür korkuyu İslâm âlimleri cübn (c-b-n) başlığı altında kalp hastalıklarından biri olarak zikrederler. Cübnün birçok sebebi bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı münafıkla doğrudan ilgiliyken bir kısmı genel olarak herkeste bulunabilecek sebepler olup nifakla ilişkili değildir. Ancak okuyucuda korkaklıkla alakalı genel bir fikir vermesi için sadece nifakla alakalı olanları değil aşağıdaki gibi diğer çokça bulunan sebepleri de zikretmeyi uygun gördük:

1- İman Zayıflığı

Yukarıdaki ayet-i kerimelerde görüldüğü üzere iman arttıkça korku azalır. Bu durumda Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimse için dünya musibetleri sadece başarıyla geçmeleri gereken bir imtihan olur.  “Allah hayrını dilediği kişiyi sıkıntıya sokar”, gibi hadis-i şerifler de bu durumu destekler. Mü’min kimse musibetlere sabır gösterdiği zaman imtihanı başarıyla tamamlar ve netice olarak musibet, mü’mine bir ceza değil kazanç olur. Ancak korkak münafık, sabır hasletinden yoksun olması sebebiyle bu durum onun için sadece sıkıntı ve yakınmaktan ibaret kalır. Özelikle münafıkların vasfı olan bu tür korkaklıktan kurtulmanın ilk yolu imanını kuvvetlendirmekten geçmektedir.

Allah’a (c.c) iman, diğer bütün korkaklık sebeplerinin de tedavisidir. Diğer taraftan iman zayıflığı diğer korkaklık sebeplerine de kapı aralamaktadır. Bizim burada “iman zayıflığı” şeklinde müstakil başlık altında açmamız (veya diğerlerine müstakil başlık açmamız) ise korkaklık sebebi doğrudan iman zayıflığı olanlara dikkat çekmek içindir.

2- Psikolojik zayıflık

Birbirlerinden farklı mizaçlara sahip olan insanların kimi çok cüretkâr, kimi çok asabî, kimi çok halîm, kimi çok ürkek vs. olabiliyor. Onların bu temel karakterleri sonradan kazanılmış olmayıp doğuştandır. Bu şekilde çocukluğundan itibaren mizacı gereği korkak olanların bu hastalıktan kurtulması daha da zordur. İmam Birgivi’ye göre bu durumdaki kimsenin yapması gereken kendini, korktuğu ve kaçtığı şeylerle karşılaşmaya hazırlaması; kendisinde şecaat duygusu hâkim oluncaya kadar korkaklığın zararlarını ve şecaatin faydalarını tekrar tekrar düşünmesi ve hatırlamasıdır.[4] Korkaklığın zararlarına gelince; rezil bir yaşayış, karakter zafiyeti, sabır azlığı ve hor görülmek gibi çok zararı vardır.

3- Bilgisizlik

Özellikle dini konulardaki bilgisizlik sebebiyle birçok Müslüman olmadık şeyler için korkmaktadır ya da korkutulmaktadır. Özellikle bazı sözde dini gruplar, insanların dini konulardaki hassasiyetini istismar ederek onları korkutmakta ve bu yolla onlardan her türlü maddi desteği almaktadır. Türkiye’de “şefkat tokadı” adı altında insanların sözde cemaatler tarafından korkutulması bunun en açık örneğidir. Oysa Müslümanlar Allah’ın şefkat tokadının hiçbir grubun tekelinde olmadığı bilincinde olsa böyle istismarlara kapalı olacaktır. Bunun gibi pek çok dinî konuda yanlış bilgi sebebiyle insanların şizofrenik derecede korkuya kapıldığı görülür. Bunun için Müslümanlar dinî konulardaki bilgilerini sahih kaynaklardan öğrenmeli ve mevcut bilgilerini tashih etmelidir.

4-Aşırı sevgi

Yukarıda bahsettiğimiz gibi korkunun asıl merkezinde sevgi vardır. Bir şeyde sevgi ne kadar kuvvetli ise o şeyin üzerine o kadar çok titrenir. İnsan, hayatında “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek” hadisi-i şerifini düstur edinmediği takdirde dünyevî sebeplerle sever, dünyevî sebeplerle buğz eder. Bu noktada dünyevî olana haddinden fazla sevgi ve önem verebilir. Binaenaleyh onların zevâle uğramasından hastalık derecesinde korkabilir. Bu durumda kişinin en etkili yapacağı şey emrolunduğu gibi[5] Allah sevgisini kalbinde hâkim kılmasıdır, buna çabalamasıdır. Çünkü kişi en çok Allah’ı sevdiği zaman en çok korktuğu şey de doğrudan Onun sevgisini kaybetmek olacaktır. Şu ayet-i kerime bunu açıkça ifade etmektedir: “Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”[6] Kalpte Allah sevgisini hâkim kılmanın yolu ise Onu ve bize verdiği sınırsız nimetleri çokça hatırlamaktan geçer.

5- Acı hatıralar

Kişi daha önce tecrübe ettiği elim hadiseler nedeniyle aynı durumun benzerlerin başına gelmesinden korkar. Mesela kişinin bir yakını otobüsle yolculuk yaparken kaza neticesinde vefat etmişse başka bir yakınının otobüsle seyahat etmesinden korkabilir. Böyle bir durumda ise sebepleri inkâr etmeksizin kadere iman, kişinin korkusunu yenmesini sağlayabilir. Zira kişi, yakınının ecel vaktinin o an dolduğuna ve bunun otobüs kazası gibi herhangi bir sebeple gerçekleşeceğine iman ettiği takdirde onun için ölümün otobüs kazasıyla gerçekleşmesi önemsiz hale gelecektir. Onun için artık sadece yakınının ölümüne sabretmek kalacaktır.

Şunu da belirtmek gerekir ki korkunun tedavisi için ilk olarak kişinin bu manada hasta olduğunu kabul etmesi lazım gelir. Hasta olduğunu kabul etmeyen kimse tedaviye de başvurmaz. Bu bakımdan Müslümanın amelindeki münafıklık alametlerinin en tehlikeli sebebi de korkudur. Çünkü bu durumdaki insanların çoğu, korkunun verdiği dehşetle anı düşünmekten öteye gidemedikleri için nasıl bir bataklığın içinde olduklarının farkında değildir.

Sonuç olarak Müslümanın her türlü kalp hastalığından berî olması gerekir. Nasıl ki bir kimse fizikî hastalıklarda bedenin selameti için tedaviye başvuruyor ve bunu ihmal etmiyorsa kalp hastalıklarında da ruhun selameti için tedaviyi arayacak, hastalığını ihmal etmeyecektir. Evvela Rabbinin tevbe kapsına münacaat edecektir. “Allah’ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah’ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hala bilmezler mi?[7] Bu kapı münafıklar dâhil her kula açıktır.  “Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah’ın kitabına sarılanlar ve dinlerine Allah için candan bağlananlar müstesnadır. Onlar inananlarla beraberdirler. Allah müminlere büyük ecir verecektir.[8]

اللَّهُمَّ إنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الجُبْنِ والْبُخلِ وَأَعوذُ بِكَ مِنْ أنْ أُرَدَّ إلى أرْذَل العُمُرِ وَأعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الدُّنْيا ، وأَعوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ القَبر.

Ya Rabbi! Korkaklıktan ve cimrilikten sana sığınırım. Erzel-i ömürden sana sığınırım. Dünya fitnesinden sana sığınırım. Kabir fitnesinden sana sığınırım.[9]

 

[1] Ahlakın kemâlinin bir sınırı yoktur. O süreçtir, yoldur ve sayısız mertebeyi içerir. Bu sebeple çoğul “kemâlât” ifadesini kullanmayı uygun gördük.

[2] Buhârî, “Cihad” 25; Müslim, “Zikir” 50.

[3] Bakara, 2/155.

[4] İmam Birgivi, et-Tarîkatu’l-Muhammediyye

[5]İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da ona ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir” (Bakara 2/165) Kişinin Allah (c.c) kadar veya daha fazla sevdiği ne varsa onu ona ortak koşmuş demektir. Yani şirktir, şirkin affedilmesi söz konusu değildir.

[6] Tevbe, 9/109.

[7] Tevbe, 9/104.

[8] Nisâ, 4/145-146.

[9] Buhârî, “Cihad” 25; Müslim, “Zikir” 50.