İçeriğe geç
Anasayfa » Bir Rıza Kapısı: Ticaret

Bir Rıza Kapısı: Ticaret

Muhterem Hocam; Müslüman, ticaretle imtihanında nelere dikkat etmeli, Müslüman bir tacir nasıl olmalıdır?

Kuran-ı Kerime göre biliyorsunuz dünyaya tapmak yok ama dünyayı bütünüyle unutmak da yok. “Dünyadan nasibini unutma.”1 buyuruyor Allah Teâlâ. Yani İslamiyet denge dinidir. Başka bir ayet-i kerimede de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Rabbimiz!  Bize dünyada iyilik ve güzellik, ahirette de iyilik, güzellik ver.”2 Dünyada da mutluluk, güzellik ahirette de mutluluk güzellik. Onun için bir insan, Allah’ın yarattığı rızıklardan da faydalanarak dünyada kendisine tanınan hayat çilesini kimseye yük olmadan tamamlaması lazım. Bu da Allah’ın emri. Kimseye yük olmadan kendin çalışarak mutlaka bir iş yapacaksın, Allah da senin karnını dolduracak. Meryem anamız mesela; doğum sancıları tutunca kenara çekilmiş, kuru bir depmeceye dayanmış. Çünkü evlenmeden hamile kalmış, karnı da büyüyünce insanlardan utanıyor; kaçıyor şehrin kenarlarına, kırlara; kuru bir depmeceye dayanmış “Ya Rabbi! Ben şimdi burada ne yiyeceğim, ne içeceğim?” Evet, o zaman diyor Allah (c.c.) hazretleri “Dayandığın hurma kütüğünü sars elinle.”3 Bir hareket istiyor yani. Meryem, Allah’ın sevdiği bir kimse, kadın. Ona hiç çalışmadan da verebilirdi. Kanun bu, yani “Hurma kütüğünü sars elinle.” diyor. “Göreceksin, delirmiş hurmalar, ermiş, olgunlaşmış hurmalar dökülecek. Ayağınla da vur yere, oradan da su fışkıracak. Ye, iç gözün aydın olsun.”4 İnsan mutlaka kendine düşeni yapacak, ondan sonra Allah, rızkını gönderecek. Allah (c.c.), yarattığının rızkını yaratıyor, ama kanunu var; önce sen çalışacaksın, kimseye yük olmayacaksın.

Yani Cenab-ı Hak, insandan hareket bekliyor, çalışma bekliyor rızkını da Allah verecek. Bu rızık getiren uğraşlardan en güzeli de ticaret. “Rızkın onda dokuzu ticarettir.” buyuruyor Peygamberimiz (s.a.v.). Bütün peygamberler de çalışıp kazanmış, kimseye yük olmamış, evvel müddet ticaret yapmış, biliyorsunuz. Daha gençliğindetepelerde koyun gütmüş. Daha sonra da ticarî kervanlara katılmış, sonra da Hz. Hatice ile zaten evlenmesine sebep iş ortaklığı. Çalışma Peygamberden, sermaye Hatice’den. Buna mudarebe şirketi deniyor. Böylece çok iyi kârlar elde etmiş. Evet, ticarette bulunmak mü’minin, rızkını temin edici yollardan en kazançlısı. Güzel bir şey tabi, ancak mü’min her yerde imanını, Müslüman olduğunu ispat edecek. Yani, ne demek? Müslüman her türlü kötülüğe hayır deyip Allah’ı bulmuş; Allah’ın iradesine, Peygamber (s.a.v.)’in iradesine teslim olmuş insan demek. Mesela; haram yeme, yalan söyleme, karşındakini aldatma… ayetler var bunlarla ilgili. Peygamber (s.a.v.) de buyuruyor; mü’min, kimse görmeyecek, kimse bilmeyecek diye Allah’ın emrini çiğneyemez; çünkü Onun iradesine teslim olmuş, “Lâ” derken işte bunların hepsine hayır diyoruz. İnanırken bile her şeye hayır diyoruz, ancak Allah var diyoruz. Yani bu “Lâ” kelimesi içinde bunlar var; harama hayır, rüşvete hayır, Allah’ın emrine aykırı olan her şeye hayır diyeceğiz; Allah’ın emrine teslim olacağız. Allah’ı bulmak, Allah’ın emrine teslim olmak. Ticarette de doğru sözlü olmak. Allah’ın emrini tutarak ticaret yapmak gerekir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Şu tüccarlar ki; yalan söylemezler, sözlerine sadıklardır, döneklik yapmazlar, kendi karşısındakini aldatmazlar.” diye övmüş ticaret erbabını. Onun için Kur’an-ı Kerim’deki esaslara göre ticaret, alışveriş yapmak mü’minin kâr yollarının en güzellerinden biridir. Mü’min işte İslam’da gösterilen bu şeylere göre hareket gösterecek. “Allah, alışverişi, ticareti helal kıldı; faizi haram kıldı.”5 Evet, şimdi söylüyor banka müdürü, “Ticaret yapıyoruz.”, soruyoruz “Ne ticareti yapıyorsunuz.” diye, “Para ticareti yapıyoruz.” cevabını veriyor. Evet, ticaret; bir semen, değer karşılığında mal almaktır, satmaktır. Parayı parayla satmaya ticaret denmiyor. Ticareti faizden ayıran şey burada. Onun için o söz yanlış. Ticaret erbabı karşılıklı iradeyle, rızaya dayanan şekilde birisi değer verecek diğeri de mal verecek. Böyle bir akde dayanacak. Rızaya dayanan bir akid. Zorla alamaz, gasp edemez, korunmuş malı çalamaz, hırsızlık yapamaz, zulüm edemez, bir Müslüman kimsenin hakkına tecavüz etmez. Ticarette de işte böyle yalan söylemek, karşındakini aldatmak, onun darlığından, bilgisizliğinden faydalanarak onu soymak, onu aldatarak daha çok kâr etmeye çalışmak Müslümanlıkta yok. Gabin deniyor buna. Karşısındakinin sıkıntısını bilerek 3 kuruşluk malı 300 liraya satmak dinen yasak. Karşındaki senin kardeşindir, insandır. Geçimini sağlamak için ticaret helaldir ama onu aldatmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, yalan yere yemin de etmeyeceksin, para kazanacağım diye yalan yere yemin etmeyeceksin. Yalan yere yemin, günahların en büyüklerindendir. Kefareti de yok. Yeminin kefareti var; şu kadar oruç tutarsın, oruç tutamayacaksan şu kadar fakiri doyurursun. Ama yalan yere yemin o kadar büyük bir şey ki; dinimizde sınırı olmadığı için karşılığında şunu yaparsan ödenir diyememişler. Ticaret erbabı doğru sözlü olacak, kimseyi aldatmayacak. Efendimiz (s.a.v.) çarşıya çıkmış, dolaşırken bakmış birisi buğdayı yığmış; Peygamberimiz elini sokmuş içine, eli yaş çıkmış. “Neden bunu yaptın? Bu yaş buğdayı üstüne koysaydın herkes yaş olduğunu görseydi de öyle alsaydı ya. Üstü kuru buğday yığınının altı yaş. Aldatmasaydın ya! Bizi aldatan bizden değildir.” buyuruyor. Ayrıca “Dürüst ticaret erbabı da sıddîklerle, nebilerle beraberdir.” diye buyurmuştur Peygamber Efendimiz.

Ticaret böyle güzel bir şey. Ama tabi insan, yaratılışı itibariyle malı çok sever, parayı çok sever. Allah öyle yaratmış. Bu dünya imtihan dünyası. Bizim bir nefis tarafımız var, bir de ruh tarafımız var. İşte bu nefis tarafımız çok kâr elde etmeyi, çok para kazanmayı, dünyalığı sever. Buna karşılık ruhumuz da “Sen arştan geldin, Allah’a ulaşacak şekilde davran.” der. Nefs-i emmare tarafımız bizi aşağı çeker. Ruh tarafımız da arştan geldiği için bizi arşa çeker. Bu ikisi arasında insanda bir çatışma var, mücadele var. Bunun için hayat işleri, mücadele demek, nefisle ruh tarafı arasında mücadele demek. Bunda yardımcı olmak üzere Allah; Kur’an göndermiş, Peygamber göndermiş, bize akıl vermiş, irade vermiş. Akıl da iki türlü. Duygularla karışık akıl var, mesela; haset erbabının da aklı var ama aklını çalıştıramaz. Bunlardan arınmış akıl olan akl-ı selim, doğruyu gösterir. Akl-ı selimin dediğini yapacağız; harama el sürmeyeceğiz, çok haris olmayacağız; çünkü dünyaya biz geçici olarak geldik, burada kazık çakmayacağız. Ebedi âleme gideceğiz, ebedi âleme yararlı şeylere gözümüzü dikeceğiz, gelip geçici şeylere değil. Efendimiz ne güzel söylüyor, “İnsan dünyada bir yolcu gibidir. O varacağı yere kadar lazım olanı alsın.” Doğduk, çocukluk dönemimiz var, gençlik dönemimiz var, olgunluk dönemimiz var, ihtiyarlık dönemimiz var. Neticede ahirete gideceğiz, yolcuyuz yani biz. Bir yerden yola başlamışız, sonuca doğru gidiyoruz. Bir yolcuya ne kadar yiyecek, içecek lazımsa dünyalığı da o kadar elde etsin diyor; ihtiyacı kadar olsun, nefsine bakarak fazlasına göz dikerse ahireti unutur, imtihanı kaybeder, ebedi âlemde zor durumda kalır. Efendimizin çok güzel uyarıları var bu hadis-i şerifte.

Akid konusunda durmamız lazım. İslam hukukuna göre, alışverişte iki tarafın iradesi olacak. Yani akıllı olacak. Akıllı olmayanın iradesi olmaz. Yani çocuklarla akid yapamazsın, çünkü iradesi daha tam değil. Deliyle de akid yapamazsınız. Çünkü iradesi yok. Bunlarla alışveriş olmaz. İki tarafın da (satıcı ve alıcı) iradesi olacak ve bunların iradesi serbest şekilde olacak. Tabancayı dayamış, şöyle yapacaksın, demiş, ikrah etmiş. Zor durumda olan bu kimsenin iradesi yok demektir. Aldatılmış kimsenin de iradesi yok demektir. Aldatılmıştır. Böyle olmadan tamamen serbest iradesiyle birisi malını karşı tarafa teklif edecek, buna icab deniyor; karşı taraf da onun teklifini kendisine uygun bulursa kabul edecek, buna da kabul deniyor. İcab ile kabulden meydana gelen bir akidle ticaret olacak. Ortada bir mal olması lazım; bu mal da İslam’ın kabul ettiği bir mal olması lazım, değerli mal olması lazım; bazı şeylerin değeri yoktur. Mesela; İslam’a göre şarap değerli mal değildir. Şarap satamazsınız. Şarabı satarsanız karşı taraftan karşılıksız para almış olursunuz. İslam’a göre “mâl-ı mütakavvem”, değerli mal olacak. Bu da ortada olacak, olmayan bir şey satılmaz. Senin hâkimiyetinde olacak, senin tasarrufun altında olacak ki karşı taraftan bir meblağ aldığın zaman, semen aldığın zaman malı ona teslim edebilesin, adamın parasını boşuna almamış olasın. Genel prensip böyle olmakla beraber Müslümanlara kolaylık olsun diye Peygamberimiz, selem alışverişini tecviz etmiş. Ne demek o? Para peşin, mal veresiye; selem akdi bu demek. Kalitesinde, miktarında, niteliklerinde hiç ihtilaf, aldatma olmayacak.

Peygamber Efendimizin hadislerinde ticari şeylerin her türlü detayları açıklanmış, bize kadar gelmiş elimizde asıl şeyler var. Bunlara göre biz hareket edeceğiz. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a itaat edin, Rasûlullah’a itaat edin”6 buyuruluyor. Nasıl itaat edeceğiz Peygamberimize? Onun fiillerini bileceğiz, sözlerini bileceğiz. Sahabe-i kiram, Rasûlullah’a bakıyorlardı, aynısını yapıyorlardı. Ama biz sahabi değiliz. O şerefi kaçırdık. Biz nasıl uyacağız Peygamberimize? Bunun cevabı Kur’an-ı Kerim’de “Onu (ihtilafa düştüğünüz herhangi bir konuyu) Allah’a ve Rasûlüne götürün.”7 ayetinde var. Allah’la biz konuşamayız, Allah’ı göremeyiz. Allah nasip ederse cennette göreceğiz. Ne demek o zaman bu? Kur’an’a bakın demek. Kur’an’da bulamadık. O zaman Peygambere götüreceksiniz. Peygamber sağ olsaydı soracaktık ama yok şimdi. Hadisine götürün demektir. Hadisi kabul etmezseniz bu ayet askıda kalır. Altı olmayan, tabanı olmayan boş bir laf olur. Allah boş laf etmekten münezzehtir. Onun için hadisleri kabul etmeyen adamların dedikleri yanlış bir şey. Evet, Peygamberimiz bize fiilleriyle, sözleriyle, takrirleriyle örnek olmuş.

Ticarette de verdiği sözde durmak önemli. Vadeli satış caiz. Alışveriş anında malın fiyatı üzerinden pazarlık edersin, düşürürsün. Bir fiyat söylemişsiniz, karşı tarafın bir sene sonra ödeyeceğini öğrendiğinizde söylediğiniz fiyatı az bulup yüksek bir fiyata malı satıyorsunuz. Zamanı parayla satıyorsunuz. Zaman parayla satılmaz. 50 dediydi 100 diyor, olmaz. 100 diyeceksin en baştan. Peşin ödeyecek kimse için elliye düş. Ama fiyatı belirledikten sonra vade farkı koyamazsınız. Bir fiyat belirlemeden vadeye göre pahalı satabilirsiniz. Ama fiyat belirlemeden olacak o iş. Çünkü o adam bir sene peşin verdiğin parayı döndürecek, dokuzu yirmi dokuz yapacak. Ama sen bir sene vermeyince o hala dokuzda kalacak. Yani vade farkı olur da fiyat belirledikten sonra olmaz. Sözünüzde duracaksınız. Evet, bu parayı şu tarihte vereceğim dediğin zaman sözünde duracaksın. Malı şu tarihte teslim edeceğim diyen kişi sözünde duracak. Söz verdiği kalitede, nitelikte malı aynen aldatmadan teslim edecek. Söz namustur deniyor ya, evet, doğrudur. Ticaret erbabı sözünde duracak.

Bunlar, Allah’ın sevgili insanları. Neden? Ben mesela hocayım. Ayet, hadis okuyorum. İnsan ihtiyacını görüyor değil mi ayet, hadis. Namaz nasıl kılınır, abdest nasıl alınır… hepsini öğretiyor. Ama ben elbise giymeden herkesin huzuruna çıkıp vaaz edemem. Onun için elbise ticareti yapan bana iyilik yapmış oluyor, ayıbımı örtmeme sebep oluyor. Bu lambayı satan adam bana iyilik yapmış oluyor. Gözlük yapan adam bana iyilik yapmış oluyor. Dürüst olmak kaydıyla herhangi bir sahada insanların ihtiyacını karşılayan insan Allah’ın sevgili kuludur. Çünkü insan, Allah’ın bütün yarattıkları arasından en şereflisidir. Bundan dolayı insanlara hizmet eden de Allah’ın sevdiği bir kimsedir. Ticaret erbabı da insanlara hizmet etmiş olur. Ta uzaklardan malı getiriyor, senin ayağına, evinin yanına getiriyor. Peygamberimiz de övüyor bunları. Ama işte arz ettiğim gibi alım satımlarda dikkat edecek hususlar var. Ticaret erbabından bu hususlara dikkat eden çok büyük insanlar var. Mesela, Hz. Osman gıda toptancısıymış. Tebük Seferi’nde bin altın getirmiş, yığıvermiş Peygamber Efendimizin önüne. Savaşa katılan kimseler silahını, yiyeceğini kendi temin ediyor, yanına alıyorlardı. Ordu teşkilatını sonradan Hz. Ömer kurdu. Tebük Seferi sırasında Efendimize geliyorlar; adamın bir şeyi yok, potini yok, elbisesi yok; ben de cihada katılırım, diyor Savaşa katılacak. Ama Rasûlullah zamanında devlet güçlü değil ki fakir. Adam geliyor, ben hazırım diyor. Ama devletin kasasında bir şey yok. Peygamberimiz etrafına bakınıyor. O sırada Hz. Osman 1000 altın koyunca Efendimiz, “Evvel ya da sonra gizli veya açık ne yaptınsa şu sana yeter Osman. Bütün günahlarını Allah affetti.” diyor. Hz. Osman bu altınlardan başka binek de vermiş, elbise de vermiş. Yani ticaret erbabından olan Hz. Osman, paraya tapmamış.

Konuşmamızın başında da söylediğimiz gibi; insan, yaratılışı itibariyle parayı sever, malı da sever. Bunlara dur diyebileceğiz. Bizim esas hedefimiz Allah’ın rızasını kazanmak, Rasûlullah Efendimize ulaşmak olacak. İşte hedefimize ulaşırken bu dünyalığı, malı, ticareti vesile yapacağız; binek yapacağız. O zaman o da ahiret işi olur. Her saha böyledir. Efendim, hedefiniz insana hizmetse; zekâtımı vereyim, han hamam yaptırayım, cami yaptırayım, fakir insanları doyurayım, okutayım, yetiştireyim… Bunlar o zaman dünyalık değil ahiretlik olur. Ticaret de böyledir. “Seni Allah’tan alıkoyan, ahiretten alıkoyan şeydir. Seni Allah’tan ve ahiretten alıkoymuyorsa o ahiret olur.” Ticaret de böyledir. Kazanacaksınız Hz. Osman gibi gerektiği zaman vereceksiniz. Zekâtınızı tereddütsüz, seve seve vereceksiniz. Fakir fukaraya sadaka mecbur olmadığınız halde vereceksiniz. Allah’ın istediği bu. Gizli açık, kimse görmeden, sağ elin verdiğini sol el tanımayacak şekilde. Yani gösterişsiz, riyasız, süm’asız, sırf rıza-ı Bârî için, insanlara iyilik olsun diye borç vereceksiniz. Karşılığını istemeyeceksiniz.

Din kardeşliği ve insan kardeşliği… Müslümanlar bizim en yakınımız, insanlar da bizim aynı ana babadan doğmuş kardeşlerimiz. İnsan kardeşliği var. Bir kâfiri de Allah yarattı, onu doyursak, giydirsek ondan da sevap alırız. Ama önce en yakınına; hem Müslüman hem de kan yakınına bakmak mecburiyeti koymuş Allah. Muhtaçsa babana bakacaksın. Dedene bakacaksın. Oğluna bakacaksın. Kızına bakacaksın. Torunlarına da bakacaksın fakirlerse. Onların durumu iyiyse sonra kardeşlerine, yakınlarına. “Senin bakmakla yükümlü olduğun kimselerden başla.” diyor Peygamber Efendimiz. Para kazanmışın, ticaret yoluyla zengin olmuşsun, bu durumda zekâtını vereceksin ama ayrıca ihtiyacının üstünde sahip olduklarından sadaka vereceksin. Riya, süm’a olmaksızın, gizleyerek, gösteriş olmaksızın verirseniz cehennem ateşini söndürür. Sadaka söndürür. Yani para dünyalıktır. Ama bu şartlarda verdiniz mi ahiretlik olur, ateşi söndürür. Ona taparsanız Allah’ı unutturur, o zaman cehenneme gitmeye sebep olur.

İslam’ın her emri böyledir. Biz Allah’ın dini olan İslam’a girmekle, Allah’ın bize bunu nasip etmesiyle büyük şeref kazanmışızdır. İslam denge dinidir. Dünyanın nimetlerinden yiyeceğiz, ticaret yapacağız, zengin olacağız, ama ahireti unutmayacağız, dengeli yaşayacağız. İslam böyle en güzel yoldur. Allah bunu bize nasip ettiği sürece devamlı hamd u senalar edeceğiz, şükürler edeceğiz. Bu yolları O bize yarattı ve gösterdi. Peygamberini de örnek gönderdi. Bunu da unutmayacağız. Bu kazandığımız, elde ettiğimiz şeylerimizi bize nimet olarak veren Allah’a nimetin karşılığı olan şükrü unutmayacağız. Ticaret erbabı, Allah’ı unutmayacak, namazını geçirmeyecek. Ticaret yapacağım diye, pazarda mal satacağım diye namazını geçirirse bu kadar güzel olan ticaret onu kurtarmaz. Yani kazandığını yele veren adama benzer o. Bir hadis-i şerifte şöyle anlatılır: Bir kadın varmış. Yün alırmış, sabaha kadar onu iplik yaparmış, götürürmüş, yine yün alırmış. Kârı yok. Şimdi, Müslüman adam ticaret yapıyor. Ticaret helal ama namazını kılmıyor. Orucunu tutmuyor. Açık veriyor. Elinde bir şey kalmıyor öbür tarafa gittiği zaman. Cennete bedelle girilir. O bedel de “lâ ilâhe illallah” kelimesi. Cehennem ateşinden bedelle korunur. O bedel ise sadaka mesela. Cehennem ateşini söndürür sadaka. Bir hurmayla olsa bile ateşinizi söndürün, diyor. Ticaretle para kazanacağız, ihtiyacımızdan fazlasını vereceğiz. Ahiret gününde ebedi mutluluğumuzu da sağlamış olacağız.

Muhterem Hocam, ticaretin öneminden, ticaret erbabının nasıl olması gerektiğinden bahsettiniz. Bilmesi gereken fıkhî noktalara da değindiniz. Bu noktada şöyle bir sorumuz olacak. Kendini mütedeyyin olarak kabul edip tanıtmasına rağmen ticarî hayatında İslamî hassasiyetlere gereken önemi vermeyen bir kimsede fıkhî kaynaklardaki ticaret bahislerinden habersiz olmasının nasıl bir etkisi olabilir?

Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz. İslam’ın emirlerine göre ticaret yapmayan kimse, ben bilmiyordum, diyemez. Bir mazerete sığınamaz bilmediği için, öğrenmesi lazım. Ticareti nasıl Kitaba uygun hale getireceksiniz? Öğrenmek zorundasınız. Ticareti yaparken de İslam’ın kurallarını bilmezseniz ticaretiniz sizin aleyhinize olur, sizi cehenneme götürür. Çoluk çocuğa helal yedirmek istiyorsunuz ama kuralları çiğnerseniz helal olmaz. Çoluğunuz çocuğunuz, karınız davacı olur yarın. Herkes burada gülüm balım ama mahşerde bakacak ki sende hakkı var, hakkını almazsa kendi gidecek cehenneme. Onun için orda bozulacak dostluklar. Ben hakkımı alacağım, diyecek, hakkını alacak. Hakkını alınca bu adam cehenneme gidecek. “Aa bu benim kocamdı.” demeyecek. Oğlan, kız, bu benim anamdı, babamdı, demeyecek. Oğlundan, karısından kaçacak. “Senin hanımın, çocukların olarak bize helalinden yedirmek, giyimimizi kuşamımızı helalinden sağlamak zorundaydın. Bu senin görevindi baba olarak, aile reisi olarak. Sen ise haramdan yedirmişsin.” diye eşin, çocukların davacı olacaklar senden. Dünyada, anacım babacım diyen çocuklar davacı olacak. O zaman, “Oğlum, kızım geliyor benden hakkını almaya, bana dava açmaya. Kaçacak yer yok mu?” diye korkuya gark olursun. Yok, orada, kaçacak yer yok. İşte onun için dünyada bir Müslüman olarak her sahada sadece ticarette değil, her sahada bilmek zorundayız. Önce ilim. İlim de uygulanmak içindir. İlmi uygulayacaksın. Ama kimden alacaksın. Öyle bir devire geldik ki bir hoca kalkıyor, hiç kimse bu zamana kadar dini doğru anlamamış, diyor. Geçmiş hocaların hepsini reddediyor böyle olması lazım diye. Bir de Kur’an’ın hükmünü değiştirmeye kalkıyor. Namazı kaldırmak isteyenler var. “Faiz bu devirde haram olur mu, faizsiz ticaret olur mu ya? diye bana söylemişti bir adam. İlahiyat profesörü bunlar. “Bu devirde faizsiz ticaret olur mu?” diyorlar. Kimisi diyor ki; enflasyon var, enflasyon kadar faiz helaldir. Enflasyon Müslümanlığın kabahati değil ki. Yahudilerin dünyaya tuzağıdır. Adam enflasyonu yükseltiyor, dövizi yükseltiyor; döviz satıyor, paraları alıyor. Bir daha devalüasyona gidiyor, düşürüyor; aman çok zarar edeceğiz diye 1000’e aldığını 500’e satıyor, yine Yahudi alıyor. Devalüasyonda da enflasyonda da her seferinde soyuyor Yahudi. İp onun elinde. İslam’ın kabahati değil ki bu enflasyon devalüasyon. İslam prensipleri uygulansa bunlar olmayacak. Sen, Yahudi’nin oyununu, bunsuz olur mu, diyerek nasıl meşrulaştırmaya kalkabilirsin? Maalesef şimdi öyle. Ondan dolayı, kıyamet hacıdan hocadan kopacak, diyorum.

Evet, şimdi maalesef hocalarımız, faizsiz ticaret olur mu, diyor. Faiz artık mubahtır demek istiyorlar. Buna fetva veriyorlar şimdi. Böyle şey olur mu? Kıyamete kadar din değişmeyecek. Kur’an’dan başka kitap gelmeyecek. Son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), bunlar hiç değişmeyecek. Ama adam bunu değiştiriyor. Hükümleri değiştiriyor. Ticarî hükümleri değiştiriyor. Kapitalizmin, Yahudi’nin oynadığı oyunlara geliyor, onları da zaruretmiş gibi varmış gibi kabul ediyor. Sen İslam’ın ticaret esaslarını uygula bakalım enflasyon devalüasyon olacak mı? Olmaz. Sen Yahudi’nin tuzak olarak kurduğu şeyi benimsiyorsun. Sonra İslam’dan taviz vermeye kalkıyorsun. Bunlar olmaz yani, olmaz.

Efendim, biz batıya döndük yönümüzü. Batı sistemi, Tanzimat’tan beri Yahudilerin elinde. Amerika da Avrupa da Yahudilerin elinde. Hep ekonomik şeylerin başında Yahudiler var. Dünyayı avucu içine almış. O kendi çıkarına göre sigorta hukukunu çıkarmış; enflasyon, devalüasyon… hepsini kendine göre yontuyor.

Muhterem Hocam, Müslüman tüccarlar maalesef her geçen gün İslamî hassasiyetleri biraz daha göz ardı ediyor. Bunların en mühimi belki de kredi meselesi. Kredi kartları vasıtasıyla herkesin hayatına bir şekilde giriyor. Kredi kartı kullanmayan da nerdeyse yok gibi. Bir Müslümanın, kredi kartına bakışı nasıl olmalı?

Kredi kartı yani bankadan geçirecek seni. Paralar çok önemli ekonomi açısından. Bir milletin alım gücü elindeki tüm varlıklarla ölçülür. Hükümetler de bu ekonomik gücünü, malın gücünü bilmezlerse aldığı kararlar tutmaz. Onun için Batıda otobüse bile kartla biniyorsunuz. Ödemiyorsunuz. Her şeyi karta bağlamış. Yastığın altındaki para geçmiyor yani. Paranızla binemiyorsunuz otobüse. Yastık altında, şurada burada para kalmasın, her şey ortada olsun, ekonomik tedbir alayım diye her şeyi karta bağlamış. Şimdi Türkiye’de de oradan bakarak faizle iş yapmayanların evdeki sakladıkları paraları almak için finans kurumları filan kuruldu. O maksatla, onları meydana çıkarmak için bu kuruldu. İşte kredi kartı da bunun içindir. Kredi kartsız iş olmuyor. Yani para geçmiyor. Para geçiyor şimdi Türkiye’de. Ama herkes de para yok, kredi kartı kullanıyor. Yarın, diyecekler ki Avrupa’daki gibi otobüse bile parayla binemezsin. Efendim, faiz müessesi olan bankaları desteklemek caiz değildir. Sen onun işine geldiği şeyleri yapmasan niye versin sana kredi kartı; para kazanıyor ondan, faiz kazanıyor. Faiz kazanmasa kredi kartı niye çoğalsın ki? Senin aldığın şeyin parasını hemen versin; sana o kadar insancıl mı yani? Hayır. Ticari müessese orası, para kazanıyor, hem de faizi esas almış. Şahsen ben kredi kartı hiç kullanmadım kullanmam da. Ama vatandaş arasında kredi kartı yaygınlaşmış. Kredi kartıyla satmasanız, almasanız alışveriş yapamayacaksınız. Onun için kredi kartı olanlara zamanında almak, zamanında vermek kaydıyla ben ses çıkarmıyorum. Ben kendim kullanmam. Neden? Çünkü siz faiz almasanız, vermeseniz de orda bir varlık gösteriyor sizin hesabınız. Onun işine yarıyor. Onun için ben kullanmam, hiç kullanmadım. Cebimde para varsa gider, alırım. Ama yarın, Avrupa gibi yapacaklar. Hiçbir şeyi parayla alamayacağız. Kartsız alamayacağız. Kartla işimizi göreceğiz. O hale gelecek. Adam zamanında yatırıp zamanında çekerse sesimi çıkarmam. Erken çekerse kırdırıyorlar faiz veriyorlar, geç gelse adam zaten faiz veriyor. Aslında her durumda oraya bir şey yatırıyorsunuz yani. İyi bir şey değil. Zorunlu kalmadığın müddetçe kullanma, mecbur kalırsan da zamanında yatır zamanında çek arkadaş.

Muhterem Hocam, kıymetli vakitlerinizi bizlere ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. i


1 Kasas, 28/77.

2 Bakara, 2/201

3 Meryem, 19/25.

4 Meryem, 19/25, 26.

5 Bakara, 2/275

6 Muhammed, 47/33.

7 Nisâ, 4/59.

(*) Prof. Dr., İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Emekli Öğretim Görevlisi

Mülâkat: Ahmet Er