Rasûl-i Ekrem (sav) meâlen şöyle buyurmuştur: “Dosdoğru ol, insanlara karşı huyun güzel olsun.”1 Yani mümkün olduğu ve gücün yettiği kadar istikamet göster ve halka karşı ahlakını güzelleştir istikamet; sözde, işte, birlikte yaşamak ve iyi geçinmekte kısaca bütün maddiyat ve maneviyatta aranır Güzel huy ise ‘‘Sana yapılmasını istediğin şeylerin başkalarına da yapılmasını; istemediğin şeylerin de başkalarına yapılmamasını istemek” diye tarif buyrulmuştur.
Alimlerimiz, bu hadis-i şerifi şerh ederken şunları kaydetmiştirler: “istikamet, dosdoğru olmak demek, dinin emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak demektir ve iki türlüdür:
- Hakk’a doğruluk etmektir ki; bu ona fiilen itaat etmek ve muhalefetten sakınmaktır.
- Halka doğruluk etmektir ki; bu da onlara güzel davranmak ve onlarla iyi geçinmektir.
Evet; istikamet, herkesin bulunduğu yerden dinin gösterdiği yola gitmesi ve gerek insanların gerek diğer yaratılmışların hukukunu korumasıdır. İstikamet, kişinin bütün hizmetlerinde her türlü alış veriş ve muamelelerinde tükenmez bir sermayesidir. İstikamet sahibi sorumluluktan, mahcup olmaktan korkmaz. Çünkü onları davet eden yollarda bulunmaz. Her zaman alnı açıktır Serbest gezer; istediği gibi konuşur; sözü her yerde geçerli ve itibarlı olur istikamet sahipleri umdukları derecede servet bulmasalar bile hiçbir vakit aç kalmazlar. Sevilirler; aranırlar; hoş karşılanırlar iyi bir yüzle kabul olunurlar. Bunlar dünyadaki faideleri… Ahiretteki mükâfatları da ayrı.
İşte dünya ve ahiret saadetini kazandıran istikamet… Rasûl-i Zîşan Efendimiz “Allah’a iman ettim de sonra istikamet et” 2 buyurmuş. Boşuna değil. Çünkü İslâm adeta her hususta istikametten ibarettir. Bir kere Allaha iman ettin mi o imanı istikametle imza ederek üzerinde sabit kal. O imana ait olan ahkâma, hukuka riayet ve devam et. İnsani mertebelerin en uç derecesi istikamettir. İstikamet yiğitliğin, samimiyetin baş tâcıdır istikamet, bir saadet beratıdır ki; onu elde edenler bütün fena şeyleri güzel göstererek aldatmaya kalkan şeytanların şerlerinden kurtulurlar.
İstikamet sahipleri, oldukları gibi görünürler halka görünmek istedikleri gibi olurlar. Alemin “desinleriyle demesinleriyle” bağlı değildirler. Hakk’ı bilir Hakk’ı severler. Hakk’ı söyler Hakk’ı kabul ederler. Hakk’ı gizlemez Hakk’a dair hiçbir şeyde çekiştiricinin kınamasından korkmazlar.
Hulasa, onların bu gibi meziyetleri saymakla bitmez. İşte bunun içindir ki Kur’an-ı Kerim’de bu gibi büyük insanlara müjdeler veriliyor.
“Hakikat; o kimseler ki ‘Rabbimiz Allah’tır’ dediler sonra (amelde) doğruldular. Onların üzerine (ölümleri anında) melekler an be an iner iner(de şöyle der) durur(lar); “Gerçek siz (ölümden ve ondan sonrasından) korkmayın (arkada bıraktığınız aile ve evlattan dolayı) üzülmeyin (hemen biz size onlar hakkında halef oluruz) o (dünyada iken peygamberin diliyle) vaad edilmekte olduğunuz cennetle müjdelenin (sevinin) çünkü siz ona kavuşacak ve içinde temelli kalacaksınız.”
“Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Sizin için orada (ahirette) nefislerinizin arzu edeceği (her) şey vardır Sizin için orada isteyeceğiniz (bütün) şeyler vardır.”
“(Bu isteyeceğiniz şeyler) çok yarlığayıcı çok esirgeyici (olan Allah nezdin)den bir konukluk olarak (size sunulacaktır).”
İşte her hususta doğru hareket eden müminlere böyle müjdeler verilmiş oluyor .O halde mümin kulların üzerine düşen, şu mealdeki Ayet-i Celîle’ye kulak vermek ve gereğini yapmaktır:
“Ey iman edenler: Allah(a karşı gelmek)’dan korkun. Ve doğru olanlarla beraber olun.” Yani Allah’ın emirlerini yerine getirmek yasaklarından uzak durmak suretiyle Allah’tan korktuğunuzu ve doğru olduğunuzu ispat edin. Her biriniz inanılır güvenilir adam olun .Ve sonra imanlarında, sözlerinde, amellerinde sadık olanlarla beraber olun demek oluyor. Anlaşılıyor ki sadece ferden doğru olmak yetmiyor. Bir de doğrularla beraber olmak gerekiyor.
Yazık o kimseye ki Allah’a karşı gelmekten çekinmez, doğrularla asla beraber olmaz. Vatanı içinde “eğrilik” ile şöhret bulur akran ve emsali arasında “yamukluk ve fenalık” ile tanınmış olur.