Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında birtakım inceliklerin, tecellilerin ve varidâtların dile getirildiği manzum türde eserlere “nefes” denilmektedir. Kendine özgü bir beste ile icra edilen bu nefeslere karşılık olarak Anadolu coğrafyasında “ilahi” kavramı kullanılmaktadır. Dinî-tasavvufî kavramları çeşitli tasavvurlarla, benzetme ve mübalağalarla ilahi formunda dile getiren şair mutasavvıflar şiirlerini ağdalı kelimelerle süslemek değil, dini inanç, düşünce ve duyguları öğretici bir tarzda anlatmayı benimsemişlerdir. Bu itibarla nice divanlar kaleme alınmıştır. Bu divanlarda yer alan nefesler/ilahiler birçok sohbet ve muhabbet meclislerinde dilden dile, gönülden gönüle aktarılmıştır.
Tasavvufî literatürde ise nefes kelimesi “sâlikin ilâhî aşk ateşiyle yanıp tutuşan kalbinin bu ateşin hafiflemesi neticesinde rahatlığa kavuşması” anlamına gelmektedir. Ancak bu rahatlık kalbin gaflet haline düşmesi değildir. Bilakis gönlün gaybdan gelen lütuflarla rahatlamasıdır. Bu itibarla nefes kelimesi lütuf, ilham, himmet, dua, muhabbet, aşk ve zikir kavramlarıyla yakından ilişkilidir.
Gönle gelen lütufların ziyadeleştiği, gözlerin yaşla dolduğu, âşıklık hâllerinin tezahür ettiği ve hakîkatlerin ortaya çıkıp sırların paylaşıldığı bir vakit olan seher vakti ise nefeslerin en çok hissedildiği hususi ânlardır. Buna binaen sâlikin nefeslere ve seherlere ihtimam göstermesi gerekmektedir. Nitekim Şâh-ı Nakşibend Hazretleri tarikat yolunun nefes üzerine binâ edildiğini ifade etmektedir. Her nefeste zikir hâlinde olup mânen uyanık bulunmak, gafletten sakınmak anlamına gelen “huş der dem” ilkesi de bu gerçekliği ortaya koymaktadır. Ayrıca Osman Hulûsî Efendi’ye ait dîvân-ı hulûsi ve bilhassa bu divanda yer alan “seher/seherden” redifli nefes/ilahi ise seher vakitlerindeki nefeslerin inceliklerini ve tesirlerini gözler önüne sermektedir.
Osman Hulûsî Efendi¸ kalp ve baş gözlerinin açık olduğu, varlığın önündeki perdelerin kalktığı¸ var edilenlerin aslî kimliğiyle arz-ı endâm ettiği, cansız gibi görünen dağların¸ taşların¸ ağaçların kendi kabına sığmadığı ve her nesneyi sevgiliye yakın olmanın telaşı kapladığı seher vaktinin dinginliği içerisinde cümlesinin lisân-ı hâl ile hep bir ağızdan şöyle feryat ettiğini satırlara işlemektedir:
Cûşa gelir dağ ile taş, feryâd eder vakt-i seher
Her nesneyi kaplar, telâş feryâd eder vakt-i seher
Ol demde gül handân olur, bülbül görüp nâlân olur
Her ehl-i dil şâdân olur, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde diller zâr eder, dil-ber arz-ı dîdâr eder
Her cân özün izhâr eder, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde eşcâr u nebât, tâze bulurlar hep hayât
Ol demde cümle mümkinât, feryâd eder vakt-i seher
Çağlar akar âb-ı revân, yüz yere kor eyler figân
Ol demde zerrât-ı cihân, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde ins ile melek, raksa gelir çarh-ı felek
Hû, Hû deyü suda semek, feryâd eder vakt-i seher
Ol demde Zât-ı Kibriyâ, âşıklara eyler salâ
Olan bu sırra âşinâ, feryâd eder vakt-i seher
Hulûsî âşıksan eğer, dur yatma gel vakt-i seher
Bak gör ki âlem ser-te-ser, feryâd eder vakt-i seher
…