İçeriğe geç
Anasayfa » Borç Hassasiyetimiz

Borç Hassasiyetimiz

İslam Hukuku’nda para veya piyasada benzeri bulunan mislî bir malı daha sonra mislini almak üzere ödünç olarak vermeye “karz” veya “ikrâz” denir. Paraya ihtiyaç duyan birisine para cinsinden bir malı belirli bir süre sonra geri almak üzere borç vermek bir karz akdidir. Aynı şekilde komşudan bulgur, pirinç, ekmek gibi mislî malları tüketip daha sonra mislini geri vermek üzere ödünç almak da karz akdine örnektir. Âlimlerimizden bazıları şartlarına riayet etmek kaydıyla bu tür karz akitlerinin sadakadan evlâ olduğunu ifade etmişlerdir. Bu yazımızda bu tür borç alış verişlerinde tarafların nelere dikkat etmeleri gerektiğini ortaya koymaya çalışacağız.

Hiç şüphesiz böyle bir karz akdinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus akdin yapıldığı esnada tarafların ödünç verilen/alınan miktardan fazlasını almayı/vermeyi şart koşmamalarıdır. Böyle bir şart ribâ/fâiz hükmünde olacağından kesinlikle haramdır. Hadis-i şerîfe göre taraflar için fazladan bir menfaatin şart koşulduğu her karz akdinde ribâ söz konusudur.

Borç veren kişinin belirlenen süreye riâyet etmesi, belirlenen süreden önce alacağını talep etmemesi uygun olur. Bu süreye riâyet fukaha tarafından mendup kabul edilmiş ve ahlâken bağlayıcı olduğu ifade edilmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki borç veren böyle bir süreye riâyet etmek zorunda değildir. Alacağını vaktinden önce de talep edebilir. Zira karz akdi başlangıç itibariyle bir teberru yani karşılıksız bir yardım hükmündedir ve bu tür yardımlarda süreye riâyet bağlayıcı değildir. Bu nedenle borçlu kimselerin böyle bir taleple karşılaştıklarında alacaklı tarafın böyle bir hakkının olduğunu bilmeleri ve buna uygun hareket etmeleri gerekir.

Ödeme gücü olan borçlunun ödeme zamanı geldiğinde borcunu ödemeyip geciktirmesi doğru değildir. Hadîs-i şerifte bu husus “zulüm” olarak ifade edilmiştir. Borçlunun zamanı geldiğinde ödeme gücü yoksa bu hususta alacaklı tarafı bilgilendirmesi uygun olur. Alacaklının da zor durumda olan ve borcunu ödemeye gücü yetmeyen tarafa bir müddet daha süre tanıması âyet-i kerimede tavsiye edilmiştir.

Borçlu olan kimsenin aldığı borcun sorumluluğunun farkında olup bu borcu ödemek için elinden geleni yapması gerekir. Şahsî harcamalarına dikkat etmesi hatta borcunu ödeyinceye kadar sofrasına koyacağı katık cinsinden şeylere dahi dikkat etmesi gerektiği kitaplarımızda ifade edilmiştir.

Karz verilen malların misliyattan yani ödeme zamanı geldiğinde piyasada mislinin bulunabileceği mallardan olması icap eder. Aksine kıyemiyattan olan malların borç olarak alınması ve verilmesi fasit bir muameledir ve caiz değildir. Bu tür kıyemî bir mal borç olarak alınmışsa derhal sahibine iade edilmesi lazım gelir. Altın, gümüş, et ve ekmek gibi, buğday, arpa, pirinç gibi veya ceviz ve yumurta gibi kiloyla, ölçekle veya sayıyla alınıp satılan mislî malların ödünç verilmesi câizdir. Ekmeğin sayıyla da kiloyla da ödünç alınıp verilmesi caiz görülmüştür. Her iki görüş de müftâbihtir yani fetvaya uygundur.

Şu husus da karz akitlerinde muhakkak surette göz önünde bulundurulmalıdır: Borç verirken karşı taraftan alacağımız malın hususî bir vasfını kastederek yani o vasfa sahip olmayı amaçlayarak ve bunu şart koşarak borç verirsek bu karz akdi faize dönüşür. Örneğin bir ton tohumluk buğdayı borç verirken karşı tarafın yeni mahsul buğday vermesini şart koşarsak, bu amaçla bir akit yaparsak bu karz akdi faize dönüşür ve haram olur.

Vasîler yetimlerin mallarını kendilerine de başkalarına da borç veremezler. Karz teberru mahiyetinde olduğundan yetimlerin mallarında teberruda bulunulamaz.

Borç alan kişinin borcunu öderken karşı tarafa ikramda bulunması veya fazlasıyla ödemesi tavsiye edilmiştir. Zira bir hadis-i şerifte Rasûlullâh (s.a.s): “Sizin hayırlınız borcunuzu en güzel şekilde ödeyeninizdir” buyurmuştur. Tabi bunun önceden şart koşulmaması ve toplumda bu şekilde bir örfün bulunmaması gerekir. Önceden şart koşulduğu takdirde ribâ olur. Toplumda böyle bir örf varsa o da önceden şart koşulmuş hükmündedir.

Borç alışverişlerinin yazıya geçirilmesi ve kayıt altına alınması, önemli mahiyette bir borç ilişkisi ise buna en az iki kimsenin şahitlik etmesi âyet-i kerimede tavsiye edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’deki en uzun âyet olan müdâyene âyetinde bu husus ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Her ne kadar fukaha, âyet-i kerimedeki emrin tavsiye niteliğinde olduğunu ifade etmişse de bu emrin vücûp ifade ettiğini söyleyen bazı fukahâ da vardır.

Şartlarına riayet edilerek Allah rızası için verilen borçlar ve genel anlamda bütün sadakalar “karz-ı hasen” olarak nitelendirilmiştir. Karz-ı hasen şeklinde verilen borçların ve genel anlamda bütün sadakaların karşılığının Cenâb-ı Zü’l-Celâl Hazretleri tarafından katbekat fazlasıyla verileceği pek çok âyet-i kerimede müjdelenmiştir. Bir karzın “hasen” olarak nitelenebilmesi için şu on şartı hâiz olması gerektiği ifade edilmiştir:1

  1. Helalden olmalı, çünkü Allah Teâlâ temizdir, temiz olmayanı kabul etmez.
  2. Kişinin mâlik olduğu malın en iyisinden olmalı.
  3. Kişinin sağlıklı olup yaşama ümidini beslediği, fakirlikten korkup iktisatlı davrandığı bir dönemde yapılmış olmalı.
  4. En muhtaç ve evlâ olana verilmeli.
  5. Yaptığı sadakayı gizlemeli, kimseye söylememeli.
  6. Arkasından başa kakmamalı, ezâ etmemeli.
  7. Maksadı sırf Allah rızası olmalı.
  8. Verdiği çok da olsa az ve ehemmiyetsiz görmeli.
  9. En sevdiği malından olmalı.
  10. Fakirin evine götürüp vermek gibi onu en fazla memnun edecek yolu seçmeli. i

KAYNAKLAR:

  • Abdülğanî el-Meydânî, el-Lübâb fî şerhi’l-kitâb
  • Ömer Nasûhi Bilmen, Hukuk-i İslamiyye ve Istılahat-i Fıkhiyye Kamusu
  • Elmalı’lı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili
  • Ekmelüddîn el-Bâbertî, Şerhu’l-İnâye ale’l-Hidâye

1 Hak Dini Kur’ân Dili, Hadîd Suresi 11. Âyetin tefsiri.