Şükür ve sabır birbiriyle oldukça ilişkili iki kavram. Bir nimete nail olduğumuzda şükrederiz; bir musibete, hastalığa, kedere uğradığımızda da sabrederiz. Bu iki kelime hayata “Müslümanca bakış”ımızın temelini oluşturmaktadır.
Sabır ve şükür kelimelerini olumsuzlaştırarak ifade ettiğimizde “şükürsüzlük” eldeki nimetlerin kıymetini bilmemek, o nimetleri küçük görmek, nankörlük etmek anlamına gelmekte; “sabırsızlık” da elde olmayanı kabullenememek, başa gelene razı olmamak, Allah’a teslim ol-a-mayıp şikâyette bulunmaktır.
Hem şükürle hem de sabırla oldukça ilişkili bir kelime daha var ki o da “acelecilik”tir. Bu, iyiliğe, güzel şeylere, “hayr”a çabucak ulaşma isteği, diğer taraftan kötülükten, sıkıntılı hususlardan derhal kurtulma arzusudur. Acelecilik, “sabırsızlık” kapsamında da değerlendirilebilir lakin şükre sebep nimeti beklerken de musibetten kurtulmayı isterken de mümkün olduğundan ayrı bir nokta olarak işaret edildi.
İnsan aceleci yaratıldı…
İnsanın dikkat çekici vasıflarından biri de aceleci olmasıdır. İnsanoğlu, iyiliği çarçabuk elde etmeyi; kötülükten bir an önce kurtulmayı isteyen tabiatta yaratılmıştır. İnsanın bu yönüne işaret eden birçok ayet ve hadis bulunmaktadır. Lakin konunun anlaşılması için şu iki ayetin yeterli olduğu kanaatindeyiz.
“İnsan aceleci olarak yaratıldı, size ayetlerimi göstereceği fakat acele etmeyin.”[1]
“İnsan pek acelecidir.[2]
İnsanın acelecilik yönüne işaret eden ayetler, insanı tanıtması yanında aynı zamanda insanda var olan bu tabiatın terbiye edilmesi gerektiğini ifade eden bir hatırlatmadır. Dolayısıyla “acelecilik”i yeren ayet ve hadislerin insanoğlundaki bu tabiatı terbiye etmesi için varit olduğu söylenebilir.
Aceleciliğin psikolojik etkisi…
Aceleciliğin, insanı yıpratan, bunaltan, yaşama sevincini kıran psikolojik bir yanı vardır. İyi şeyleri bir an önce elde etmeyi, arzu ettiği nimetlerin hemen kendisini bulmasını isteyen insan kolay kolay mutlu olamaz. Pozitif bakış açısını kaybettiğinden yaşadığı olumsuz hadiselerden fazlasıyla etkilenir. Sabredilmesi gereken küçük bir iş bile onun için büyük bir yük halini alır. Şükür sebebi olan nimetler ise hep daha iyisini isteyen bu aceleci gözün tamahkârlığı sebebiyle çoğu zaman göz ardı edilir.
Aceleciyiz… Farkında mıyız?
Çoğumuz belki de hayatımızda hiç farkında olmadan, kınanan bir “acelecilik karakteri” taşıyoruz. Sahip olmak istediğimiz dünyevî nimetleri bir an önce elde etmeyi ve içinde bulunduğumuz sabredilmesi gereken zamanların çabucak bitmesini arzu ediyoruz. Ve dahası, acelecilik çoğumuzun hayatını yaşanmaz hale getirmiş durumda…
Maddî sıkıntılarımızın bitmesini, nice hayırların bizi bulmasını, şerrin gitmesini, iyi niyetle bile olsa fitnelerin derhal yok olmasını istiyoruz. Zorluklardan kolaylıklara geçmek, problemlerden çözümlere ulaşabilmek, hastalıklardan sağlığımıza kavuşabilmek için acele ediyoruz.
Mesela, saygın bir meslek sahibi olduğumuz halde gurbete sabredemiyoruz, konforlu bir işimiz olduğu halde halledilebilir küçük problemleri büyütüyoruz, şehirde büyüyüp yetiştikten sonra köy şartlarında veya ücra köşelerde görev yapmayı ciddi bir zorluk olarak görüyoruz. Bakış açımız böyle olunca günbegün görev mahallimizden ayrılık hayalleri kuruyoruz, içinde bulunduğumuz sürecin bir an önce bitmesini istiyoruz. Katkı sağlayalım diye bulunduğumuz yerlerde maalesef pek bir faydamız olmadan nakil tarihi gelip çatıyor da geriye baktığımızda iç açıcı bir sonuç göremiyoruz.
Her şeyin bir vakti olduğunu, Allah’ın hakkımızda en hayırlısını bildiğini, içinde bulunduğumuz şartların da bizler için ahirette ne büyük hayırlara gebe olduğunu çoğu zaman unutuyoruz.
Güzel günler yakın ama acele ediyorsunuz…
Hadis kaynaklarımızda yer alan, bu yazının da yazılmasına vesile olan şu hadise dikkat çekmek istiyoruz. Habbâb b. Eret (r.a.) şöyle anlatır: “Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlendiği bir sırada Rasûlullah (s.a.v)’a müşriklerden gördüğümüz işkencelerden şikâyette bulunduk ve “Bize yardım dilemeyecek ve Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz?” dedik. Rasûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi:
“Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir şeyden endişe etmeksizin San‘a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki, siz acele ediyorsunuz.”[3]
Dikkat edilirse Allah Rasûlü (s.a.v)’nün, “Siz acele ediyorsunuz.” dediği kimseler arasında vücudu kızgın demirlerle dağlanarak işkence edilen Habbâb b. Eret ve müşriklerden çeşitli zulümler gören diğer sahâbîler var. Allah Rasûlü (s.a.v), onlara kendilerinden daha zor durumlar yaşamış olan geçmiş mü’minlerin hallerini anlatmış ve sabırlı olmalarını istemiştir. Ya biz…
Geçmiş mü’minlerin ve ashab-ı kiramın yaşadığı nice eziyetleri bilirken, şu veya bu sebeple içinde bulunduğumuz halden sızlanmaya hakkımız var mı, dert zannettiğimiz nice hususlar gerçekten “dert” mi?..
Aceleci olmamak vazifeyi ihmal etmek midir?
Aceleciliğin olumsuz yönünü böylece vurguladıktan sonra şunu da ifade etmeliyiz ki aceleci olmamak demek; asla vazifeyi ihmal etmek, gayreti bırakmak, hedefi ertelemek değildir. Hedef doğrultusunda vazifeyi gayretle yerine getirdikten sonra takdiri Allah’a bırakmak ve O’nun hükmüne razı olmaktır.
Zaten şehadet anlayışımız da böyle değil mi? Müslüman canıyla malıyla cihad eder de neticesini Allah’tan bekler. Allah Teâlâ zafer nasip ederse dünyadayken muradına ermiş olur, şehit olursa cenneti kazanmış olur. Her iki durumda da kazanan cihad eden Müslümandır.
Hayırlı işlerde acelecilik özendirilmemiş mi?
“Hayırlı işlerde aceleci olmanın özendirilmesi” zikrettiğimiz “acelecilik” karakterinin zemmedilmesine bir çelişki oluşturmamaktadır. Zira ilkinde, imkân sahibi kişinin hayırlı olduğunu bildiği veya zannettiği işi yapmasına teşvik vardır. Diğerinde, imkânın olmaması veya bazı şartların istenilen şekilde bulunmaması durumunda sabırlı olunmasına teşvik vardır. Bu konuda pek çok örnek verilebilir, lakin evlilik üzerinde durmak istiyoruz.
Hepimizin malûmudur ki İslâmî ölçülere riayet edilerek yaşanan bir evlilik, şükür sebebidir ve dünya ve ahiret saadetini sağlayan önemli nimetler arasındadır. Bu yüzden evlilik arzusu taşıyan ve imkân sahibi olan bir Müslümanın böylesi hayırlı bir işte gayretli davranması istenir, bir hadis-i şerifte geçtiği gibi evlilikle dininin yarısını tamamlaması tavsiye edilir. Diğer taraftan iffetini koruma adına evlenmeyi arzu eden fakat çeşitli sebeplerle bir süre evlenemeyen veya evliliğini ertelemek zorunda kalan Müslümanın bu durumda sabretmesi ve bu nimete ulaşma hususunda aceleci olmaması gerekir.
O halde hayırlı bir işte muvaffak olmayı istedikten ve bunun için gayret ettikten sonra bizden yahut bizim dışımızdaki etkenlerden kaynaklanan çeşitli sebeplerle bir nimeti elde edemiyorsak o nimet için uygun zamanın henüz gelmediğini söyleyebiliriz.
Aceleci olmalı fakat hangi konuda?…
Acelecilik ile belki de en anlamlı ilişki ancak “ölüm” olgusu arasında kurulabilir. Ölüm, dünyevî hayallerin kurulduğu bir anda hatırlanınca hevesleri kursakta bırakan, arzuları terk ettiren ibret verici bir hadisedir. Dünya yönüyle bakınca insanı pasifize eden tarafı da vardır. Ancak ölüm ahirete hazırlık yönüyle hatırlanınca, başka hiçbir şeyde olmayan teşvik edici unsur taşır.
Müslüman, tabiatındaki acelecilik yönünü doğru şekilde kullanabilirse ahirette kazanca çevirebilir. Bu açıdan dünya hayatının geçiciliğinin ve ölümün ansızın geleceğinin bilinmesi, Allah’a kulluk hususunda Müslümana pozitif etki eder. Ölmeden önce ahirete yönelik iyi bir hazırlık yapmakta ve salih ameller işlemekte kulun aceleci olmasını sağlar. O halde denebilir ki acele edilmeye layık olan şeyler, ahirette bize kazanç sağlayacak olan kulluğumuzdur, salih ameller ve tevbemizdir.
Duamız…
Duamız odur ki, Rabbimiz bizi sahip olduklarımıza şükredenlerden, imtihan olduklarımıza sabredenlerden kılsın. Daima kendisine teslimiyet ve tevekkül ile kulluk eden hakiki Müslümanlardan eylesin. İnsanî yönümüzden kaynaklı “acelecilik” tabiatımızın bize, dini tutum ve davranışlarımıza zarar vermesinden muhafaza buyursun.
[1] Enbiyâ, 21/37.
[2] İsrâ, 17/11.
[3] Buhâri, Menâkıb, 25. (Ayrıca bk. Riyâzü’s-Sâlihin, Hadis no:42).