İnternet üzerinden araştırma yaptığımızda, İslam teşrîinin en önemli ve güvenilir kaynaklarından biri olan Sahîh-i Buhârî isimli eserle ilgili iftiralarla dolu yazıların ve yorumların karşımıza çıktığına şâhit olmaktayız. Birazcık dikkatle bakıldığında bu yazıların ilmî değeri hâiz olmayan, mantıkî tutarlılıktan yoksun yorumlar olduğunu görmekteyiz. Fakat aynı içeriğe sahip bu ciddiyetsiz yorumların, farklı pek çok sitede karşımıza çıkması, bu yazıların sistemli bir şekilde kaleme alınıp kastî olarak yayıldığına dair kuvvetli bir şüpheye sebep olmaktadır.
Meselenin hakikatine vakıf olmayan biri tarafından ilk okunduğunda insanın öfkesini celbeden ve dinimizin temel kaynaklarından biri olan Sahîh-i Buhârî kitabına güveninin sarsılmasına sebep olan bu yazı ve yorumların iyi niyetle ve ilmî kaygılarla yazıldığını söylemek oldukça zordur. Zira bu derece yanlış, tutarsız ve ilmî yeterlikten uzak değerlendirmeler ancak bir sû-i niyetin neticesi olabilir.
Bu yazımızda İmam Buhârî ve eserine nasıl iftira atıldığını göstermek gayesiyle çarpıcı bir örneği ele almaya çalışacağız.
Bahsi geçen internet sitelerinde Sahîh-i Buhârî’de “Kıyamet gününde Allah’ın baldırını açacağı” şeklinde bir ifadenin geçtiği ve bu tür bir ifadenin böyle bir eserde nasıl yer aldığı tenkit edilmektedir. İçinde böyle bir ifadenin yer aldığı kitaba mü’minlerin nasıl inanıp güvendikleri sorgulanmaktadır.
Gelelim işin hakikatine:
Evet, doğru Sahîh-i Buhârî’de böyle bir ifade geçmektedir. Fakat bu ifade Arap Dili’nde “Bir işin çetin ve güç bir hal alması” veya “Bir işin hakîkâtinin açık ve net bir şekilde ortaya çıkması” anlamında kullanılan bir deyimdir. Türkçe’de önemli bir işe başlamak için kullanılan “kolları/paçaları sıvamak” veya “bir hakikatin önündeki perdeyi aralamak” deyimlerine benzemektedir.
Bu ön bilgiden hareketle öncelikle Buhârî’de geçen rivayeti ele alalım. İmam Buhârî, Kalem Sûresi’nin 42. âyetinin tefsiriyle ilgili açtığı bâb’da Ebû Sâid el-Hudrî radiyallahu anh’tan naklen şu rivayeti zikretmiştir:
“Kıyâmet gününde Rabbimiz sâkını (baldırını) açtığında (yani kıyamet gününün dehşetinden, hesap verme duygusunun azametinden dolayı işler çetin ve güç bir hal aldığında veya Allah Teâlâ kendi varlığının hakikatini şüpheye mahal bırakmayacak şekilde âyan beyan ortaya koyduğunda) erkek ve hanım bütün mü’minler Allah’a secdeye kapanırlar. Dünya hayatında O’na, başkaları görsün ve işitsin diye riyâkârâne secde edenler ise o esnada secde edemezler ve ayakta dimdik kalırlar. Secdeye varmak için teşebbüs ederler fakat secde edemezler. (Hâkim ve Taberî rivayetine göre, omurgalarının içerisine demir bir mil girmiş gibi) sırtları tek bir plaka halinde dümdüz kalır (bu hal onların secde etmelerine imkân vermez).”
Buhârî’de yer alan bu hâdise Kalem Sûresi’nin 42 ve 43. âyetinde de anlatılmaktadır ve “baldırın açılması” deyimi orada da geçmektedir. Âyet-i Kerimenin meali şöyledir:
“Baldırın açılacağı (yani işlerin çetin bir hâl alıp, her şeyin hakikatinin açığa çıkacağı), kâfir ve münafıkların secdeye davet edileceği ve buna güç yetiremeyecekleri günü hatırla. O gün gözleri önlerine bakar ve kendilerini zillet duygusu kaplar. Hâlbuki sağ sâlim iken de secdeye davet edilmişlerdi (de Allah’a bihakkın secde etmemişlerdi).”
Âyet-i Kerime bize kıyâmet günü bütün insanlığın şahit olacağı bir hadiseyi haber vermektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi Buhârî’deki bu rivâyet aslında âyet-i Kerimenin neredeyse birebir tefsiri mesâbesindedir. Bu hadis-i şerifi anlamayıp varlığını inkâr edenler âyet-i Kerimenin mefhûmunu da anlamadan inkâr etme konumundadırlar.
Hatta dil ve tefsirde otorite kabul edilen Zemahşerî, Kalem Sûresi’ndeki ayetin tefsirinde Beyan/Belağat ilimlerinde ufku dar olan nâehil kimselerin âyet-i Kerimede geçen “sâkın (baldırın) açılması” deyimini aslî manasında anlayıp Allah Teâlâ hakkında teşbih ve tecsîme düştüklerini ifade etmekte ve onları tenkit etmektedir.
Sünnet-i seniyye, bizzat Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm tarafından Kur’an-ı Kerim’in yaşantıya aktarılmış hâlidir. O’nun ağzından çıkan sözler Kur’an’ın bir tefsiri mahiyetindedir. Kur’an-ı Kerim’i O’nun anladığı gibi anlayıp yaşantımıza tatbik etmediğimiz sürece murâd-ı ilâhîyi anlamamız imkânsız hâle gelir.
Bu çarpıcı örnek bize şunu göstermektedir ki Sünnet-i seniyye, Kur’an-ı Kerim’in bir açıklaması ve tefsiri olduğu gibi Kur’an-ı Kerim de aslında sünnet-i seniyyenin muhâfızıdır. Hadis-i şeriflerin pervasızca inkârının önündeki en büyük engeldir.
Allah Teâlâ bizleri dîn-i mübîn-i İslâm’ı hakkıyla anlayan kullarından eylesin. Âmin.