Rivayete göre bir adam Şam’dan Medîne’ye, Hz. Ömer’in yanına gelir. Hz. Ömer, bu kadar uzak yoldan niçin geldiğini sorunca adam:
– “Teşehhüdde okuyacağım duayı öğrenmek için.” der.
Hz. Ömer bu cevap üzerine sakalları ıslanıncaya kadar hüngür hüngür ağlar ve:
– “Yemin ederim ki sana ebediyyen azap etmemesi için Allah’a dua edeceğim.” der.
Yüce dinimiz her bir ferdin doğduğu andan ölüp mezara konulacağı âna, tuvalet adabından öldükten sonra geride bıraktığı malının nasıl taksim edileceğine varıncaya kadar hayatın her alanını koyduğu ölçülerle tanzim etmiştir. Bu ölçüler kimi zaman kişinin bedenindeki necaseti nasıl gidereceğini gösterirken, kimi zaman alışverişe çıktığında nelere dikkat etmesi gerektiğini belirler. Bazen yiyecek ve içeceklerin hangilerinin helal hangilerinin haram olduğunu gösterirken, bazen de öldüğünde bedeninin nasıl yıkanması gerektiğini öğretir.
Rivayete göre Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır: “Dinini güzel bir şekilde anlayıp öğrenmekten daha faziletli bir yolla Allah’a kulluk edilmemiştir.” Ayrıca dinini öğrenip inceliklerini kavrayarak şeytanla mücadele eden kişilerin, ibadete düşkün olduğu halde dinini hakkıyla öğrenmeyen kişilerden bin kat daha dayanıklı ve güçlü oldukları da zikredilen hadîs-i şerifin bazı rivayetlerinde ifade edilmiştir.1
Hayatımız boyunca nerede, ne zaman, nasıl davranmamız gerektiğini bize öğreten ilmi “hikmet” olarak tarif edebiliriz. Cenâb-ı Zü’l-Celâl’in esmâsından biri de “Hakîm”dir. Rabbimiz yarattığı hiçbir şeyi sebepsiz, boşu boşuna yaratmamıştır. Kullarının üzerindeki -istisnâsız- bütün tasarrufları, hem bu dünyada hem de âhirette, bildiğimiz ve bilmediğimiz nice hikmetlerle doludur. Kur’ân-ı Kerîm hikmet sahibi bir kitaptır. Çünkü bize günlük hayatımızdan uluslararası ilişkilere varıncaya kadar nasıl davranmamız gerektiğini öğretir. Peygamberler hikmet sahibidirler. Allah’tan aldıkları ilimle, nerede nasıl davranmaları gerektiğini en iyi bilen insanlar onlardır. Bu ilmi insanlığa öğretmeleri için Allah Teâlâ onları bize birer öğretmen olarak göndermiştir. Zira bu ilmi, mahzâ aklımızla ihâta etmemiz mümkün değildir. Cenâb-ı Hak aklımızı sınırlı kabiliyetlerle yaratmıştır. Aklımıza lütfedilen en büyük ihsanlardan biri de, sınırlı olduğunu fark edebilmesi ve vahiy yoluyla bizlere kadar ulaşan hayat ölçülerimizi öğrenip anlayabilmesidir.
Âyet-i kerimede “Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çok büyük hayırlar ihsân edilmiştir.”2 buyurulmaktadır. Ulemamız bu âyet-i kerimedeki “hikmet” kelimesinin fıkıh ve ilmihâl bilgisi anlamına da gelebileceğini ifade etmişlerdir.
Bir rivayette “Hikmet, şerefli kimsenin şerefini artırır, köleleri yüceltir ve onların, kralların meclisinde oturmasına vesile olur.” buyurulmuştur. İbn Abbas’tan (radiyallahu anhuma) gelen bazı rivayetlerde hikmet kelimesi yerine ilim kelimesinin geçtiği görülmektedir.3
İbn Mâce’de geçen bir hadîs-i şerifte Rasûlullah (sallalahu aleyhi ve sellem), Ebû Zerr’e (r.a) hitâben, “Sabahleyin evinden çıkıp ilimden bir konu öğrenmen bin rekât nafile ibadetten daha hayırlıdır.” buyurmuştur. Tâbiûn ulemasının büyüklerinden olan Hasan-ı Basrî de (r.a) ilmî meselelerden bir konuyu öğrenmenin kendisi için dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu ifade etmiştir.
Her insan iman etmek ile mükelleftir. İman ise ilim ve amelden müteşekkildir. İlim ve amelsiz iman tasavvuru mümkün değildir. İslam ahkâmı her Müslüman üzerine farzdır. Bu ahkâmın edâsı ancak bu ahkâmı bilip öğrenmekle mümkündür.
Âlimler her bir Müslüman için hangi ilmin farz olduğu konusunda bazı görüşler serdetmişlerdir. Bu görüşleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Akâid İlmi
Tevhidi, Allah’ın sıfatlarını, emir ve yasakların mahiyetini, helâl ve harâmın ne demek olduğunu bu ilim sayesinde öğreniriz. Bu ilim olmadan diğer ilimleri tahsil etmenin bir anlamı kalmaz. Bu ilmi tahsil etmek her mü’min için farzdır. Aksi takdirde bizden önce yaşamış olan ve dinleri tahrif edildiğinde bunun farkına varmayan insanların durumuna düşmek bizler için de kaçınılmaz olur.
Fıkıh İlmi
İbadetler, helal ve haramlar ile günlük hayatımızda yani çalışma hayatımızda, ticaretimizde, aile hayatımızda yasaklanan ve yasaklanmayan hususları öğrenmek de her bir mü’min için farzdır.
Muâmelât alanı dediğimiz, ibadetlerin dışında kalan ve fertler arasındaki muâmeleleri ilgilendiren konularda hangi bilgileri öğrenmenin, farz olan ilim kapsamına gireceği konusuna gelince; her mü’min kendisini ilgilendiren ve ihtiyaç duyduğu bilgileri öğrenmekle mükelleftir ve bu ilim onun için farz ilim kapsamına girer. Örneğin bir tüccâr hangi alanda ticaret yapıyorsa ticaretinde ihtiyaç duyacağı ilmi tahsil etmek zorundadır. Bu tahsil bizzat yapılabileceği gibi ehil bir âlime ihtiyaç duyacağı konuları sorup öğrenmek suretiyle de olabilir. Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ticaret ahkâmını bilmeyenlerin pazarda ticaret yapmasını yasaklamıştır. Aksi takdirde bilmeyerek de olsa harama düşebileceklerini ifade etmiştir. Aynı şekilde bir işçi, bir doktor da muâmelat alanına giren ve kendilerini ilgilendiren konularda gerekli ilmi tahsil etmek mecburiyetindedirler. Bunların dışında kalan ve nadir olarak karşımıza çıkabilecek meselelere gelince onlar da kendilerine ihtiyaç duyulunca farz ilim kapsamına girer. İhtiyaç duyulmuyorsa farz olmaktan çıkar. Nikâh ve talak meseleleri bir yönüyle ibadet, diğer bir yönüyle ise muâmelat alanına girdiğinden bununla ilgili ahkâmın öğrenilmesi de bazı fukâha tarafından farz olan ilim kapsamında değerlendirilmiştir.
Ayrıca şu ilimlerin de her bir mü’min için farz olan ilim kapsamında olduğu söylenmiştir:
Kişinin kulluktaki makamını/hâlini bilmesi,
Marifetullah ilmi ve kişinin bu konuda gücünün yettiği kadarını öğrenmesi,
İhlas ilmi ve nefsin âfetlerinin bilinmesi,
Kalp ve gönül ilimleri,
Kişinin yakîn mertebesini artıracak batınî ilimler. Bu ilimlerin evliyanın sohbetinde bulunmakla elde edileceği söylenmiştir.
Ahlâk-ı hamîdeyi öğrenmek.
Horasan ulemasından nakledilen bir görüşe göre bir kişi evinde veya işinde hükmünü bilmediği bir şey yapmak istediğinde veya zihnine itikadî bir mesele takıldığında hiç beklemeden evinden veya işinden çıkmalı ve yapmak istediği şeyi veya zihnine takılan o meseleyi bulunduğu yerdeki ehil bir âlime danışmalıdır. Farz olan ilim talebi budur. Tabiûn ulemasından Abdullah b. Mübârek’e göre de farz olan ilim talebi, dini bir meselede bilmediğimiz bir şeyi sorup öğrenmemizdir.
Usûlüyle ve furûuyla ve bütün delilleriyle dînî ilimleri tahsil etmek vazifesi ise bir farz-ı kifâyedir. Bazı kimselerin yapmasıyla toplumun bütün fertleri üzerinden bu vazife kalkar. Onlar tarafından yapılmadığında ise her bir mü’min üzerine bu vazife tahakkuk eder. i
Kaynaklar:
Kâsâni, Bedâiu’s-Sanaî’, Mukaddime.
Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, İlim Bahsi.
Zebîdî, İthâfu Sâdeti’l-Müttakîn, İlim Bahsi.
1 Darekutnî, 3/79.
2 Bakara 2/269.
3 Hadisle ilgili değerlendirmeler için bkz. İthâfu Sâdeti’l-Müttakîn, 1/72.