İçeriğe geç
Anasayfa » ÇARE: NEFİS TERBİYESİ

ÇARE: NEFİS TERBİYESİ

اَلّلهُمَّ آتِ نَفْسِي تَقْوَاهَا، وَزَكِّهَا أَنْتَ خَيْرُ مَنْ زَكَّاهَا، أَنْتَ وَلِيُّهَا وَمَوْلاَهَا

   Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:

“Allahım!.  Nefsime takvayı ihsan eyle. Onu (kirli duygulardan) arındır. Onu (kirli duygulardan) arındıracak en üstün varlık sensin. Onun yegâne sahibi ve mevlâsı Sen’sin”.[1]

Nefis nedir?

Önemli Kur’an ve Sünnet terimlerinden olan “Nefis”, insanın kendisi, benliği anlamındadır. Cenab-ı Hak tarafından insan nefsine, insan benliğine kötülük işleme ve kötülükten sakınma şeklinde iki ayrı duygu ilham edilmiştir.

Bir başka ifadeyle; Cenab-ı Hak tarafından ilahî imtihan gereği insanın benliğine yerleştirilen, hayırlı yolda kullanılabileceği gibi şerde de kullanılabilecek olan bazı nefsî hasletler bulunmaktadır.

Cenab-ı Hak insanı yaratırken ona en güzel şekli vermiş ve onun nefsine iki ayrı duyguyu ilham etmiştir:

  1. Fücur (isyan, Hakka karşı başkaldırı, günah, kötülük, yalancılık, ahlaksızlık ve çirkeflik) duygusu,
  2. Takva (fücurdan ve kötülükten sakınma) duygusu.

Bu hakikat, şu ayette beyan edilmektedir:

“Nefse ve onu şekillendirene, kötülükleri ve bunlardan sakınmayı nefse ilham edene yemin olsun ki, nefsini –kötülüklerden- arındıran kurtuluşa ermiştir. Nefsini kötülüklere gömen ise hüsrandadır”.[2]

Buradan anlaşıldığı gibi, her insanın nefsinde kötü duygular ve bu duygulardan sakınma kabiliyeti bulunmaktadır. İnsanın, nefsinde var olan kötü duygulardan arınmasının tek yolu, Allah’ın gösterdiği şekilde bu kötü duygulardan uzak durması, bunlardan sakınması ve nefsini İslamî terbiye ile terbiye etmesidir. Bu noktadaki samimî gayreti -Allahın izniyle- ona Cennet’i kazandıracaktır:

“Kim Rabbinin makamından korkar, nefsini kötü arzulardan alıkoyarsa; muhakkak ki onun varacağı yer Cennettir!.”[3]  

Şehvet, İzzet, Şiddet, Hırs.. gibi iki tarafı da keskin birer kılıç niteliğindeki bu hasletler mutlak anlamda kötü olmayıp kullanım şekline göre olumlu veya olumsuz olarak tanımlanırlar. İman, namus ve vatan mücadelesinde kullanılan silahın hükmü ile; terör, anarşi ve cinayet yolunda kullanılan silahın hükmü arasındaki farklılık gibi nefsî duygular da birbirinden tamamen farklı hükümlere konu olurlar.

Nefsî arzular, Cenab-ı Hakkın izin verdiği yerde kullanırsa mübah ve helâl, Cenab-ı Hakkın izin vermediği yerde kullanılırsa günah ve haramdır.

Nefsin Cinsel Arzuları Dizginlenmeli ve Meşrû Yönde Kullanılmalıdır.

Nefsî arzulardan biri olan ŞEHVET (Cinsel arzu), iffetli hayat yaşama yolunda, meşrû evlilik vesilesiyle kullanılırsa mubahtır, helâldir. Hatta şehvetin bu şekilde meşrû yolda kullanılması Peygamberimiz (s.a.v) tarafından sadaka olarak nitelendirilmiştir.[4]

Zira aile içi meşrû ilişkilerde kullanılan şehvet; kişinin gözünün gönlünün haramlardan korunması, nezih aile hayatı, neslin devamı, hayatın tabiî akışı ve fıtrî sistemin sürekliliği gibi son derece önemli, insanlık için gerekli, meşrû bir amaçla kullanılmaktadır.

Şehvet; eğer zina, fuhuş, livata ve benzeri çirkin ve iğrenç ilişkilerde tatmin edilecek olursa; bu tatmin şekli ilahî emirlere aykırı bir uygulama, fıtrata aykırı bir davranış biçimidir. Bu çeşit ters ilişkilerde şehvet, kötü amaçla kullanılmış olup fıtratın bozulmasına, aile kurumunun yıkılmasına; haya, iffet, ırz, namus, nesil emniyeti gibi manevî değerlerin yok olmasına; neseb, miras, nafaka gibi konularda kul haklarının zayi olmasına sebep olmaktadır.

Şehvetini haram ilişkilerde tatmin eden kişi, nefsini frenleyememiş, iradesine hakim olamamış,  şehvetini dizginleyememiş, dolayısıyla nefsinin esiri ve kölesi durumuna düşmüş olur.

Kirlerden Arındırılmamış Nefis; Kibirli, Gururlu, Bencil ve Kıskançtır.

Terbiye edilmeyen nefis, gururlu ve kibirlidir. İslam ahlakından yeteri kadar hissesi olmayan kişi, sahip olduğu birtakım farklı özellikleri, üstün fizikî hasletleri ve sosyal statüsü sebebiyle gururlanabilir, büyüklük taslayabilir, başkalarını hor ve hakir görebilir. Bu durum onun helâkine sebep olur.

Nefsî duygulardan biri olan İZZET (onurlu olma), zalimlerin ve münafıkların karşısında eğilmemek, maddî ihtiyacını fanî varlıklara arz etmemek, kanaatkâr olmak, her ne durumda olursa olsun İslâmî duruş sergilemek, ciddî, olgun, onurlu ve vakarlı olmak anlamında kullanılırsa yerinde kullanılmış olur.

Mü’min kul izzetli, şerefli ve onurludur. İnancının, dâvâsının ve İslâmî kişiliğinin kendisine kazandırdığı izzet ve şerefle yaşar. Zilletle yaşamaktansa izzetle ölmeyi tercih eder. Vakarlı mü’min kul, düşük tavırları, lâubalîliği, seviyesizliği, yağcılık ve tabasbusu reddeder. Üç günlük basit dünyevî çıkarlar için dinini ve dâvâsını satmaz, manevî idealini kaybetmez.. Mevki ve makamı elde etmek veya elindeki makamı kaybetmemek için dininden ve manevî değerlerinden asla taviz vermez.

Ancak kişi nefsindeki izzet duygusu nedeniyle; zenginlik, ilim, fizikî güç, yüksek rütbe, yüksek mevki ve makam, fizikî güzellik, ses güzelliği, yakışıklılık veya başka maddî sebeplerle kendini başkalarından üstün görme, başkalarını hor ve hakir görme düşüncesine kapılmışsa, sahip olduğu farklı şahsî özellikleri kendisinde kibir ve gurura, benlik ve bencilliğe sebep oluyorsa o kimse nefsinin esaretine girmiş olur. Artık nefsine aykırı gelen her şeyi reddedecek, gerçekleri inkâr edecek, kendisine yapılan haklı tavsiyeleri kabul etmeyecektir. Giderek nefsî istek ve tutkuları put haline gelmeye başlayacaktır.

Şeytana uyanlar da aslında azgın nefislerinin arzularına uymuş olmaktadırlar. Şeytan, kendisine uyduklarını iddia edenlere kıyamet gününde: “Hayır siz gerçekte bana değil, kendi hevâ ve heveslerinize uydunuz. Ben sizden berîyim” diyecektir.

Gerçekten batıl yolda yürüyenler, aslında Şeytana değil, kendi nefsî arzularına tabi olmakta, giderek nefsî arzularını, hevâ ve heveslerini ilahlaştırmaktadırlar. Bundan sonra sahip oldukları bilgileri de onların sapıklığa düşmelerine engel olamamaktadır:

“Nefsî arzularını ilah edinen ve Allah’ın ilim üzerine kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?!.” [5]

Terbiye Edilmemiş Nefis Hırslıdır, Cimridir ve Açgözlüdür.

Nefsî duygulardan biri olan HIRS, müslüman tarafından kendisi, ailesi, çevresi ve inancı için faydalı olacak çaba ve gayreti sergileme yolunda kullanılırsa hayırlı ve yararlıdır. Zira belirli bir hedef, azim, ciddiyet ve kararlılık olmadan başarılı hiçbir çalışma yapılamaz. “Sana faydalı olan şeylerde hırslı ol”,[6] hadisi bu olumlu anlamdaki hırsı ifade etmektedir.

Dinamik, aktif, aksiyoner ve çalışkan mü’min kul, Hak Yolda hırslı, azimli ve kararlıdır. Allah yolunda cihad uğrunda, hayır işleme yolunda bitmek bilmeyen hırsa sahiptir. “Mü’min, Cennete varıncaya kadar duyduğu hayrı işlemeye doymaz”,[7] hadisi müslümanın hayır yolunda doymak bilmeyen azim ve kararlılığını dile getirmektedir.

Ancak nefiste var olan hırs duygusu, sadece şahsî çıkar elde etme, dünya malı yığmakta, kıskançlık ve kindarlıkta kullanılırsa çok kötü ve çok zararlıdır. Nefsinin cimriliğinden korunanlar ise gerçek kurtuluşa erenlerdir:

“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlara kurtuluşa erenlerdir”.[8]

Bu kurtuluş, dünyada gönül huzuru ve saadete, ahirette ise Allahın rahmetine, rızasına ve cennetine kavuşmaktır. Bu ise ebedî ve gerçek kurtuluştur.

Aşırı maddî hırsı sebebiyle zekât ve sadaka nedir bilmeyen; yardımlaşma, hayırseverlik, iyilikseverlik duygularından uzak, sadece kendi kasasını doldurmaya bakan kimse için hadis-i şerifte “Dinar ve dirhemin kölesi”[9] (altın ve gümüşün kölesi) ifadesi kullanılmıştır. Günümüzün ifadesiyle; böylesi için “dolar ve euro’nun kölesi” diyebiliriz.

İslam davasına gönül vermeyen, nefsinin sınırsız maddî arzularını, basit maddî zevklerini tatmin için gece-gündüz uğraşan, nefsinin arzularına öncelik veren kişi sadece kendi dünyevî çıkarını düşünür, kendi menfaati için açgözlü, başkalarına karşı cimri olur. Bu seviyeye düşen kişi, çıkarı için en yakınlarıyla bile ilişkiyi kesebilir, basit çıkar hesapları nedeniyle en samimî dostlarını bile kolayca harcayabilir.

Bu fecî duruma düşmekten korunmak için Cennetle müjdelenmiş on değerli sahabîden biri olan zengin ve hayırsever müslüman Abdurrahman b. Avf (r.a) şöyle dua ederdi: “Allahım!.. Beni nefsimin açgözlülüğünden koru”.[10]

Maddî hırs, bazen şöhret hastalığı olarak ta nüksedebilir. Gençlerde şehvet ağına yakalanmak ne kadar yaygınsa, orta yaşlılarda da şöhret ağına yakalanmak o derece yaygındır. Şöhrete talip olmak, gerçek anlamda âfettir, manevî felâkete sebeptir.

Nefsinin kölesi olan kişi, maddeye doymak bilmez, ne kadar üstün maddî imkâna, lüks ve refaha erişirse erişsin onun gözü doymaz, başkalarına ise zırnık bile koklatmaz. İki Cihan Efendisi, doymak bilmeyen nefisten Allah’a sığınmış, bu niyazını dualarında şöyle terennüm etmiştir: “Allahım!.. Doymayan nefisten sana sığınırım”.[11]

Nefsin Çirkin Arzularına Uymak Nefse Köleliktir.

Mü’min kul, nefsinin kendisine daima kötülüğü emredeceğini, her hangi bir durumda kendisini yanlış yola yönlendirebileceğini düşünmeli, nefsî arzuları karşısında uyanık ve şuurlu olmalı, vicdanının sesini dinlemeli, daima Rabbine iltica etmelidir.

Mü’min, bu konuda kendisine Hz. Yusuf’un şu sözünü temel prensip olarak almalıdır. “Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü nefis -Rabbimin rahmet etmesi dışında- var gücüyle kötülüğü emreder.”[12]

Çirkin nefsî arzuların putlaştırıldığı, hayvanî zevklerin yaygınlaştığı, meşrû olmayan eğlencelerin yaygınlaştığı günümüzde çağdaş nefis köleliği yaşanmaktadır.

Açgözlülük, nefsî arzulara kayıtsız şartsız itaat ve kişinin sadece kendini ve kendi görüşünü beğenmesi hastalıkları, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in 1400 yıl öncesinden bildirdiği tehlikeli nefsî hastalıklardır.

Çözüm: Nefis Terbiyesi 

Her müslüman, Nefis Terbiyesi ile mükelleftir. Nefis Terbiyesi “İslam Şahsiyeti” teşekkülü için son derece gereklidir. Nefis Terbiyesi bir ahlak eğitimidir,  kişilik ve karakter eğitimidir.

Nefis Terbiyesi, ciddî bir eğitim projesini hayata geçirmekle mümkündür. Her eğitim çalışmasında olduğu gibi nefis terbiyesinde de bu alanda uzmanlaşmış eğitim elemanına, düzenli bir eğitim programına, belirli eğitim sürecine ve eğitim araçlarına ihtiyaç vardır.

Nefis terbiyesini verecek eğitim elemanları, Allah’ın salih kullarıdır. İzlenecek eğitim programı, Allah Rasûlünün sahabîlerine sunduğu ve uyguladığı Sünnet-i Seniyyesidir. Gönül adamlarının verdikleri nefis terbiyesi dersleri, psikolojik bir eğitim olduğu için kişiden kişiye farklılık arz etmektedir.

Cemaatle namaz, nafile oruç, nafile sadaka, Kur’an tilâveti, kelime-i tevhid zikri, salavât-ı şerife, seher vaktinde dua, teheccüd namazı, gözyaşıyla ibadet, salihlerle sohbet, hayırsız kişilerden uzaklaşma, hayırsız programlardan uzaklaşma, ilim meclislerinde bulunma, gönül adamlarının eserlerini okuma, takva dersleri alma, “ben” kelimesini mümkün olduğu kadar kullanmama, öfkelenmeme, yoksullarla beraber oturma, affedici ve hoşgörülü olma, helâl lokma, az yeme, az konuşma, az uyuma ve benzeri prensipler nefis terbiyesinde önemli yer tutmaktadır.

Ayrıca nefis terbiyesi konusunda verilen dersler yanında mutlaka tavsiye edilen şu nebevî dua ile samimî yakarışa devam edilmelidir:

“Allahım!.  Nefsime takvayı sen ihsan eyle. Onu (kirli duygulardan) sen arındır. Onu (kirli duygulardan) arındıracak en üstün varlık sensin. Onun sahibi ve mevlâsı Sen’sin”.[13]

Nefsini kirli duygulardan temizlemeyen, kötülüklerden arındırmayan, nefsini çirkin arzulardan uzaklaştırmayan kimse mahşer gününde pişman ve perişan olacak, kendi kendini sürekli kınayıp duracaktır. Cenab-ı Hak, Kıyame Sûresi’nin ilk ayetinde kıyamet gününe yemin ettiği gibi, onun ardından nefs-i levvame’ye –yani o gün sürekli kendisini kınayacak olan nefse-  şöyle yemin etmektedir:

“Hayır, kıyamet gününe andolsun. Ve yine hayır; kendini sürekli kınayıp duran nefse de andolsun.” [14]

Bunun yanında nefsini isyankâr, bencil ve gayri meşrû şehevî tutkulardan uzaklaştıran, nefsini kötülüklerden arındıran, böylece Allah’ın rızasına erişen kimsenin nefsi ise mutmain nefis -manevî doyuma erişmiş, manen tatmin bulmuş- nefis olarak Cennete girecek ve o sırada kendisine şöyle seslenilecektir:

“Ey mutmain (tatmin olmuş) nefis, hoşnut olarak ve hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön. (Has) kullarımın arasına gir. Ve Cennetime gir.” [1]

[1] Fecr: 27-30

[1] Müslim: Zikr 73; Nesaî: İstiaze 65,13; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/371,209

[2] Şems: 7-10

[3] Naziat: 40,41

[4] Müslim: Zekât 52; Ebu Davud: Tatavvu 12, Edeb 160; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/167

[5] Casiye: 23

[6] Müslim: Kader 34; İbn Mace: Mukaddime 10, Zühd 14; Ahmed b.Hanbel, Müsned: 2/366

[7] Tirmizî: İlim 19

[8] Haşr: 9; Tegabün: 16

[9] Buharî: Cihad 70, Rikak 10; İbn Mace: Zühd 8

[10] Orijinal ifadesi: “Allahumme!.. Kınî şuhha nefsî” şeklindedir.

[11] Müslim: Zikr 73; Ebu Davud: Vitr 32; Tirmizî: Deavat 68; Nesaî: İstiaze 2; İbn Mace: Mukaddime 23; Dua 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/167,198

[12] Yusuf: 53

[13] Müslim: Zikr 73; Nesaî: İstiaze 65,13; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/371,209

[14] Kıyame: 1-2