İçeriğe geç

CEMAAT ŞUURU YA DA MANEVÎ DEĞERLER BİRLİĞİ

قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ” يَدُ اللهِ مَعَ الْجَمَاعَةِ.”

Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:

“Allah’ın yardımı cemaatle beraberdir”.[1]

  

Önce Cemaat

Irkçılık, bölgecilik, kabilecilik, kölelik, kan davaları, bitmek bilmeyen kabile savaşları sonucu iyice bunalan cahiliyye dönemi insanı, huzur ve saadete susamıştı. Sevgili Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, cahiliyye anlayışından, cahiliyye alışkanlıklarından, cahiliyye döneminden yeni yeni kurtulmaya çalışan Mekke ve Medine toplumuna imanî ve İslâmî değerler yanında ictimaî, insanî ve ahlakî değerleri de aşılamaya çalışıyordu. Bu önemli değerlerden biri “cemaat şuuru” idi.

Cenab-ı Hak böyle bir cemaate lütuf ve ihsanıyla yardım edecektir: “Allah’ın yardımı, cemaatle beraberdir”.

Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Medine’de yeni bir toplum oluşturmadan önce “çekirdek bir cemaat” kurdu. Birinci Akabe Bey’atine katılan 12 kişilik, İkinci Akabe Bey’atine katılan 72 kişilik Medineli Ensar topluluğu Medine toplumunun çekirdek cemaati oldu. Bu cemaate eğitimci, davetçi ve irşad erbabı, Kur’an muallimi, imam ve önder olarak Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh görevlendirildi.

Hicretle Medine’yi şereflendiren Allah Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem; tarihin en hayırlı ümmetini, en değerli cemaatini, en güzel toplumunu Akabe’de kendisine bağlılık sözü veren bu çekirdek cemaatin üzerine kuracaktır.

Gerçek İslâm, Cemaat Anlayışıyla Yaşanabilir

Siyaset, feraset ve basiret örneği Hz. Ömer radıyallahu anh’den nakledilen güzel bir söz vardır: “İslâm İslâm olmaz, cemaat olmadıkça. Cemaat cemaat olmaz, başında başkan bulunmadıkça. Başkan başkan olmaz kendisine itaat edilmedikçe.”[2] Bir başka ifadeyle Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle demektedir: “Sözü dinlenen bir başkan, etrafında toplanan şuurlu bir cemaat olmadıkça; gerçek İslâm’dan söz edemezsiniz”.

Şuursuz, ruhsuz, düzensiz kalabalıklar değil; ulvî hedefi, yüce ideali ve manevî gayesi olan; söyleyecek sözü ve sergileyecek aksiyonu bulunan şuurlu topluluk olmamız istenmektedir. Toplumun sosyal, ilmî, ahlakî, insanî ve manevî gelişimi için çalışan, sosyal kaliteyi artırmak ve ahlakî seviyeyi yükseltmek için gayret eden, kendisine öncü nesil sahabeyi örnek alan çalışkan ve duyarlı bir “cemaat” olmamız emredilmektedir.

Toplumda “Ben” yerine “biz” duygusunun yerleşmesi; bencil, egoist, çıkarcı anlayış yerine hizmet ve davanın ön plana çıktığı idealist çizginin hâkim olması; o toplumu, sevgi ve kardeşlik toplumuna, huzur ve mutluluk toplumuna dönüştürecektir.

Cemaat mantığı, günümüzde farklı müesseseler şeklinde hayata yansımaktadır. Bugün sivil toplum kuruluşları, gönüllü kuruluşlar, vakıflar, cemiyetler ve benzeri müesseseler; cemaat şuurunu taşıyan, cemaat ruhunu aşılayan kuruluşlardır. Amatör ruhla çalışması gereken bu müesseseler, cemaat ruhunu -yani yardımlaşma, dayanışma, kaynaşma, karşılıklı hoşgörü ve düşünceye saygı anlayışını- korudukları ölçüde gerçek hedeflerini gerçekleştirebileceklerdir.

“Cemaat” kavramından ürkenler, bu değerli nebevî kavramın manasını ve hayatî fonksiyonunu görmezden gelenlerdir. “Manevî Değerler Birliği” diye tarif edebileceğimiz cemaat, kesinlikle gizli bir örgüt, çete, kulüp veya şirket değildir, olmamalıdır. Zira bütün gönüllü kuruluşların ana misyonu Allah rızası için cemaatleşme, birleşme, dayanışma ve yardımlaşmadır.

Cemaat Şuurunun Gelişmesi İçin Tek Yol: Manevî Eğitim Çalışmaları

“Lâ ilahe illallah” kelime-i tevhidi etrafında halkalanan milyarları kardeş bilen ve bu kardeşliği güçlendirecek ciddî, planlı ve programlı çalışma yapması istenen Müslümanın; arzulanan seviyeyi yakalayabilmesi için ciddî manevî eğitime ihtiyacı vardır. Gözyaşı, helâl lokma, gönül duyarlılığı, İslâmî sorumluluk ve emanet anlayışının kökleşmesi için metotlu ve programlı İslâmî eğitim gereklidir.

Takva ve ihlas sahibi gönül adamlarının tarih boyunca ribat, çilehane, tekke ve medreselerde sadece şekil ve merasimle meşgul olmayıp nefis terbiyesi ve gönül temizliği yanında ortaya koydukları cemaat ruhunu aşılama gayretleri; uygulamalı manevî bir eğitim olarak değerlendirilmelidir. İntisabla yetinmeyip gönüllerini tatmin edecek ciddî manevî bir eğitim arzu edenler, irşad erbabının manevî eğitim programlarına harfiyyen uymalıdırlar.

Kur’an ve Sünnet çerçevesinde düşünmesi ve bu çerçevede çalışması istenen İslâm cemaati, Allah Rasûlü’nün Mekke’deki “Erkam modeli”ni ve Medine’deki “Suffe modeli”ni örnek alarak önce eğitime ağırlık verecek, sahabe gençliği gibi nezih bir gençlik yetiştirmeye gayret edecektir.

Fitne, terör, anarşi, ırkçılık ve bölücülükten uzak; sadece ve sadece İslâm kardeşliği etrafında birleşen İslâm cemaati, mensuplarının manevî tekâmülü için bilgilendirme, şuurlandırma ve hizmete yönlendirme projeleri geliştirecektir.

Kur’anın emrettiği ve Sevgili Peygamberimiz’in tavsiye ettiği İslâm kardeşliğinin tam anlamıyla yaşanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğu gibi; hayatlarında bunu sergileyecek örnek şahsiyetlere ihtiyaç vardır.

İslâm kardeşliği, ancak cemaat hayatında gerçekleşebilir. İslâm kardeşliği, cemaatleşen insanların hayata yansıyan örnek uygulamalarıdır. Dinamik, çalışkan, yürekli ve cömert gönüller; cemaat şemsiyesi altında İslâm kardeşliğinin gereği olan karşılıklı muhabbet ve karşılıklı hürmet gereği, vücut organları arasındaki organik bağ gibi aralarında sağlam bir bağ kuracak; selâmlaşma, ziyaretleşme, hediyeleşme, yardımlaşma, dayanışma ve hoşgörü vesilesiyle İslâm kardeşliği İslâm toplumunun vazgeçilmez özelliği olacaktır.[3]

Cemaat Şuurunun Gelişmesi İçin Önemli bir Vesile: Cemaatle Namaz

İslam, cemaat dinidir. Dağ başında, kendi köşenizde, fildişi kulenizde, yalnız başınıza İslâm’ı yaşayamazsınız. İslâmî camianın genel mutedil çizgisini terk edip sadece kendi görüşünüzü asla vazgeçilemeyecek en üstün görüş olarak kabul edemezsiniz. Uyulması istenen ve emredilen İslâm çizgisi bu değildir.

Bazı hadis-i şeriflerde çok özel şartlarda, fitnenin yoğun olduğu dönemlerde fitne toplumundan uzak kalmamız istense de; Peygamberimiz’in nezih sünnetinde genel olarak cemaatten ayrılmamız, cemaatten kopmamız istenmemektedir: “Cemaat (birlik) rahmet, ayrılık azabdır”.[4]

Hak yol üzerinde yürüyen İslam cemaatinden maddî ve nefsanî görüşlerini ön plana alarak tamamen ayrılanlar, Kur’an ve Sünnetle bağdaşmayan kişisel bir çizgi benimseyenler, cemaatten ayrılma bereketsizliğini ve burukluğunu daima yaşayacaklardır. Cemaatten ayrılan, -Allah korusun- şeytanın ya da şeytanlaşmış insanların kucağına düşecektir: “Şeytan, cemaatten ayrılanla birlikte koşar”.[5]

Mükemmel bir hayat nizamı olan İslam’da ilahî ve nebevî emirler, sadece ferdin ıslahını temin etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumun ıslahını temin eder. İslâmî emirlerin tamamında cemaat anlayışına verilen önem göze çarpar.

İftar saatinde müezzinin “Allahu Ekber” nidasını bekleyen oruçlu kul, yalnız olmadığını, aynı emri bekleyen milyonların bulunduğunu düşünür. Sanki onlarla beraber iftarı açar. Teravihlerde cemaat ruhunu ve şuurunu yaşar.

Zekât, sadaka, kurban, vakıf ve benzeri müesseseler; toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma anlayışının kökleşmesine, sosyal adaletin gerçekleşmesine vesile olur.

Hac mevsiminde hac ibadetiyle baştanbaşa cemaat şuuru yaşanır. Irkları, renkleri, ülkeleri farklı milyonlarca insan aynı ulvî duyguları yaşar.

Cuma ve bayram namazlarının cemaatle kılınmasını emreden Allah Rasûlü; farz namazların da camide cemaatle kılınmasının ecir ve mükâfatının büyüklüğünü ifade etmiştir: “Cemaatle kılınan namaz yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir”.[6]

Cemaat şuurunun gelişmesine vesile olacak en önemli husus, beş vakit farz namazın camide cemaatle eda edilmesidir. Hürriyetten mahrumiyet, hastalık, yolculuk, olumsuz iklim şartları gibi meşrû mazeretler dışında, Müslümanların camide topluca ibadet etmeleri, hem derecelerinin artmasına, hem günahlarının silinmesine vesile olacak, hem de cemaat şuurunun gelişmesine katkıda bulunacaktır:

“Kim evinde güzelce abdest alır, Allah’ın farzlarından bir farzı eda etmek için, Allah’ın evlerinden bir eve (bir camiye) giderse; attığı her iki adımdan biri, onun bir günahını siler, diğer adım o kişiyi bir derece yükseltir”.[7]

Komşusuyla her sabah ilk defa sabah alaca karanlıkta cami yolunda selâmlaşan Müslümanın, komşusuyla olan muhabbeti, diğer insanlardan elbette daha farklı olacaktır. Her fırsatta günde birkaç defa komşularıyla, dostlarıyla, cemaatle ibadet havasında buluşan Müslümanlar arasında görüş ayrılıkları eriyecek, karşılıklı görüş alışverişi ile ortak konularda sergilenecek olan ortak tavır tesbit edilecektir.

Cemaat şuuru, süslü cümlelerle, edebî konuşmalarla gelişmez; cemaate aktif katılımla ve bil-fiil cemaat faaliyetlerinde bulunmakla gelişir. Cemaat ruhu, cemaatle birlikte kazanılır. Cemaatte saadet vardır. Cemaatte huzur vardır. Cemaatte bereket vardır: “Bereket cemaatle beraberdir”.[8]

Hanımlar Cemaatle Namazdan Muaf Tutulmuşlardır

Kadın; annemiz, bacımız, kızımız veya eşimizdir. İslam tarihinde ilk Müslüman, ilk şehide, kadındır. Kadın; üzerine titrenen, mücevher gibi korunması gerekli olan, gül gibi nezih, kristal gibi hassas bir varlıktır. Ancak kadın istismar edilmemeli, sadece şehvet aracı olarak telakki edilmemelidir. Kadının seviyesiz ve açgözlü insanlar tarafından istismarını engellemek için ilahî ve nebevî emirlerle konulan tesettür, mahremiyet, nikâh, hayâ ve iffet ilkeleri, onun şeref ve itibarını artıracak özellikler olarak kabul edilmeli, kesinlikle kadını hafife alma sebepleri olarak sayılmamalıdır.

İslâm; kadına aile içinde olduğu gibi toplum içinde de görev ve yükümlülükler alma hürriyeti vermiştir. Ancak her hürriyet sınırlı olduğu gibi, bu hürriyet de hayâ, iffet ve nezahet ölçüleriyle sınırlıdır.

Anne olarak kadın; “aile” denen okulun temel taşı, kurucusu ve eğitimcisidir. Anne; ailede sevgi, şefkat ve mutluluk kaynağıdır. Psikolojik ve fizyolojik açıdan hassas bir yapısı olan ve bununla birlikte aile içi yoğun yükümlükler taşıyan kadına; bunun yanında bir de cemaatle namaza “aktif katılım” görevi verilmesi, ona büyük haksızlık olacaktır. Bu ve benzeri sebeplerle kadın, cemaatten “muaf” tutulmuştur. Ama bu durum onun zaman zaman cemaat coşkusunu, cemaat huzurunu tatmasına engel değildir. Cemaat şuurunu yaşaması, cemaat ruhunu kazanması için zaman zaman camiye cemaate katılacaktır.

“Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescidlerine gitmelerine engel olmayın”;[9] talimatı veren Allah Rasûlü, kadınlar cemaate katıldıklarında onların en hayırlı safının erkeklere en uzak olan saf olduğunu bildirmiş; hem kendilerinin hem de cemaatin gönül temizliği açısından hanımların kılacağı en makbul namazın, evlerinin “en ücra” köşesinde kılacakları namaz olduğunu ifade etmiştir.

Bu nebevî tavsiyeler, asla kadının toplumdan uzaklaştırılması olarak kabul edilmemiş, bilakis rahmet ve şefkat Peygamberi’nin son derece nezih bir yaklaşımı olarak değerlendirilmiştir.

Genç kızlarımız, bacılarımız ve hanımlarımız; Hz. Hadice ve Hz. Aişe radıyallahu anhüma gibi annelerimizin izinde, Rumeysa ve Nesibe radıyallahu anhüma gibi Medineli Ensar hanımlarının çizgisinde; taviz vermeksizin İslâmî ölçüler çerçevesinde; ilim, ihlas, takva ve Kur’an meclislerinde bulunacak, özellikle hanımlar arası cemaat faaliyetlerine bizzat katılacak, toplum içerisinde özellikle hanımlar arası çeşitli görev ve sorumluluklar üstlenecek, sosyal hayatta müstesna yerini alacak; aynı zamanda eşini, çocuğunu, kardeşini cemaat faaliyetlerine yönlendirerek, onların ecir ve mükâfatından da hissedar olacaktır.

Cemaat ruhunu taşıyan, cemaat şuurunu aşılayan, cemaat anlayışını yaşayan, Kur’an çizgisi etrafında birlik, beraberlik, sevgi ve kardeşlik için çalışan kimseleri tebrik ediyor, Cenab-ı Hakdan muvaffakıyet niyaz ediyoruz…

 

[1] Tirmizî: Fiten 7; Nesaî: Tahrim 6

[2] Orijinal ifadesi: “İnnehu lâ islâme illâ bi-cemaah. Ve lâ cemâate illâ bi-emîr. Ve-lâ emîra illâ bi-tâah”.

[3] Daha geniş bilgi için bkz. Cemaat ve Tefrika ile İlgili Hadislerin Değerlendirilmesi, Sinan TUNÇ, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, FSM Vakıf Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2015 http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11352/2252/Tun{e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}C3{e0a8e66316dc8f5d591ba55bcacf7338a4d87a0882161bf818f1807d6da55e8f}A7.pdf?sequence=1&isAllowed=y

[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/278, 375.

[5] Nesaî, Tahrim 6; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/18, 26.

[6] Buharî: Ezan 30; Müslim: Mesacid 249.

[7] Müslim: Hadis No: 666.

[8] İbn Mace: At’ıme 17.

[9] Buharî: Cuma 13; Müslim: Salât 136.