İçeriğe geç
Anasayfa » CENAZENİN ARKASINDAN AĞLAMA: AĞIT (mıdır?)

CENAZENİN ARKASINDAN AĞLAMA: AĞIT (mıdır?)

İnsan, maddî bir varlık olan bedeninin yanında kendi varlığının asıl sebebi olan ruh dünyası sayesinde hayata tutunmaktadır. Vücudun yeme-içme-giyinme gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması gereken insanın aynı şekilde ruhun ihtiyacı olan huzur, mutluluk, saadet, sevgi, saygı gibi duygularını da beslemesi gerekmektedir. Ancak bu ihtiyaçlar bir yandan da Rabbimiz tarafından imtihan vesilesi kılınmıştır. İnsanın mutluluk ve nimetler karşısında Rabbinin ikramları dolayısıyla şükretmesi, maruz kaldığı sıkıntılar karşısında ise imtihan dünyasının bilincinde olarak sabretmesi gerekmektedir.

İnsanın hayatta karşılaşabileceği en büyük imtihanlardan biri de bir yakınını kaybetmesidir. Bu yakını bazen kendisini doğuran, her türlü derdiyle dertlenen annesi; bazen doğumundan büyümesine kadar dayanağı olan babası; bazen aynı karından doğduğu, beraber büyüdüğü kardeşi; bazen hayat yoldaşı eşi; bazen de ciğerparesi yavrusu, evladı olabilmektedir. İnsanın yaşadığı bu kayıp sonrası yaşadığı acı o kadar büyük olabilmektedir ki bütün kemiklerinin kırılması sonrasında yaşadığı ağrı bile bunun yanında hafif kalabilmektedir.[1]

Sevdiği bir insanın kaybı sonrasında yaşanan üzüntü dolayısıyla tarih boyunca insanlar farklı tepkiler vermişlerdir. Bunlar arasında; eğlence sayılabilecek etkinliklerden kaçınmak, ağlamak ve yas tutmak, oturup kalmak, sessizliğe bürünmek, elbiselerini yırtmak, siyah elbiseler giymek, yüzünü örtmek, saçlarını kesmek veya saçını sakalını uzatmak, yemekten içmekten kesilmek matemi belirten başlıca hareket şekilleridir.[2] Tarihsel süreçte farklı bölgelerde çok farlı yas tutma uygulamaları görülmüşse de bunların en uç örneği Hintlilerde yüzlerce yıl devam eden ve 1829 yılında yasaklanan “Sati” geleneğidir. Buna göre kocası ölen kadın cenaze töreninde kocasının cesedinin yakıldığı ateşe atlayarak kendini öldürür, bu vesileyle ona olan sevgisini ispat etmiş olur.[3] İslam ise her konuda olduğu gibi itidal esaslı bir yaklaşım benimsemiş ve insanın tabiatı gereği yaşayacağı üzüntüyü yok saymamış, ancak bu üzüntüsü dolayısıyla göstermesi beklenen aşırı tavırları engellemiştir. Zira yukarıda işaret edilen yas tutma biçimlerinden bir kısmı cahiliye adetlerinde kendisine yer bulmuş ve Peygamberimiz x bunların yanlışlığına işaret etmiştir.

Bu geleneklerden biri de ölen bir kimsenin ardından ağıt yakma geleneğidir. Ağıt, ağlama anlamına gelen bir kelime olup ölen birinin arkasından -daha çok- cenazeye katılanları da ağlatmak için mevtânın meşhur bazı özelliklerinin üzüntülü ve şiirsel bir dille anlatılması hadisesine verilen bir terim anlamında kullanılmaktadır.[4] Ağıt konusu cahiliye döneminde de yaygın olarak yapılan, hatta meşhur bazı şahısların ölmeden önce kendi cenazelerinde kimlerin ağlayacağını, nasıl ağlanılması gerektiğini ve ağıt esnasında hangi özelliklerini söylemeleri gerektiğini vasiyet ettiği bir gelenek haline gelmiştir.[5]  

Peygamberimiz x ise bu geleneği ümmetin terketmesi gereken bir cahiliye âdeti olarak tavsif etmiş hatta bu tür ağıtlar yakılan kimselerin bu sebeple kabirlerinde azap çekeceklerini beyan etmiştir.[6] Efendimiz’in x bu uyarısı pek çok sahabî tarafından ciddiye alınmış, karşılaştıkları ağıt merasimlerinde Rasûlullah’ın x hadisini naklederek yapılan işin yanlışlığını dile getirmekten çekinmemişlerdir.

Ağıt konusunda en dikkat çeken örneklerden biri Hz. Ömer’dir. O bir kölenin bıçaklı saldırısı sonucu yaralandığı zaman, yanına girip haline ağlayan Suheyb isimli sahabî arkadaşına bu hadisi hatırlatarak ağlamasını engellemiştir.[7] Aynı şekilde kızı Hz. Hafsa da babasının yaralandığını görünce ağlamaya başlamış, Hz. Ömer ise şefkatli bir şekilde, “Ah kızım benim! Bilmiyor musun, Rasûlullah x ‘Kişi ailesinin arkasından ağlaması sebebiyle azap görür.’ buyurmuştu” diyerek ağlamamasını istemiştir.[8]

Bir diğer örnek de Muğîre b. Şu‘be’den nakledilmektedir. Ensar’ın sevilen şahsiyetlerinden Karaza b. Ka‘b’ın vefatı üzerine ağıt yakıldığını duyunca hutbeye çıkarak Peygamberimizin x yukarıdaki hadisini hatırlatmış ve İslam’da ağıt yakma adetinin olmadığını vurgulamıştır.[9]

Yukarıdaki örnekler dikkate alındığı zaman Rasûlullah’ın cenaze sonrası ağlamayı mutlak olarak yasakladığı anlaşılabilir. Halbuki Onun x hayatına bakıldığında görüleceği üzere kendisinin de pek çok defa sıkıntılarla karşılaştığı, üzüldüğü ve ağladığı nakledilmektedir. Mesela oğlu İbrahim vefat ettiğinde ağlamaya başlamıştı. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf “Ey Allah’ın Rasûlü, Sen ağlamayı yasaklamamış mıydın?” diye sorunca Peygamberimiz x, “Ben ağıt yakmayı, sesi yükseltmeyi, nağmeli şiirlerle ağlamayı yasakladım; benim ağlamam, Allah’ın verdiği bir rahmet duygusudur.” buyurmuştur.[10] Benzer şekilde kayıpları sebebiyle (abartıya kaçmadan) ağlayan ashabına müsaade etmesi de[11] onun bu konudaki itidalli tavrını göstermektedir.

Üzüntü verici olaylar karşısında ağlama konusunda Rasûl-i Ekrem’den nakledilen hadislerdeki ortak noktalar incelendiğinde Onun x; cahiliye adeti olan bağıra-çağıra, kendisini helak edercesine ağlamayı, üzüntüsünden üstünü başını parçalamayı, yüzüne veya dizine vurarak kendine zarar vermeyi yasakladığı görülmektedir. Hatta bunu kendisini ağlarken görenlere hitaben yaptığı konuşmada yasakladığı şeklin bu tarz ağlamalar olduğunu belirtmiştir.[12] Hz. Aişe’den nakledilen bir hadiste “Başkasının ağlaması sebebiyle ölünün azap görmeyeceği” düşüncesi ise günahın bireysel olduğu, bir insanın azap görmesinin ancak kendi tercih ve fiilleri sebebiyle olması gerektiği esasına dayanmaktadır. Halbuki Rasûlullah’ın x yasakladığı ağıt çeşidinde yukarıda da ifade edildiği üzere hem ölen kişinin bir vasiyeti söz konusudur, hem de ağıt esnasında o kişinin olumsuz pek çok özelliği de zikredilerek diğer insanlara o kişinin günahları özendirilmektedir.

Bu tür ağıtlarda dikkat çeken diğer nokta ise ağıt yakan kişinin, bir noktadan sonra etrafın beklentileri çerçevesinde üzüntüsünü ortaya koymasıdır. Diğer bir ifade ile cenaze yakını gerçekten içinden geldiği için değil, gösteriş için bağırıp çağırmaya, kendine zarar vermeye başlamaktadır. İşte bu sebeple günümüzde ülkemizde dahil olmak üzere kurumsal hale gelmiş, dizi ve filmlere dahi konu olmuş ağıt müessesesinin Rasûlullah’ın x yasakladığı bir ağıt şekli olduğunu belirtmek gerekmektedir.


* Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.

[1] Nitekim Peygamberimiz x, çocuğunu kaybeden biri hakkında Rabbimiz ile melekleri arasında geçen bir konuşmayı örnek olarak zikreder. Bu konuşmada Allah Teâlâ, vefat eden çocuk için, “Kulumun ciğerparesini mi aldınız, o zaman o kuluma Hamd isminde bir köşk hazırlayın.” ifadesini kullanmaktadır. Bkz. Tirmizî, “Cenâiz”, 36.

[2] Ömer Faruk Harman, “Matem”, DİA, 28/128.

[3] Yalçın Kayalı, “Eski Bir Hint Geleneği: Sati”, Ankara Üniversitesi DTCFD, 53, 1 (2013), 365.

[4] Ağıt hakkında bilgi için bkz. Süleyman Uludağ, “Ağıt”, DİA, 1/472.

[5] Emin Aşıkkutlu, “‘Arkasından Ağlanması Sebebiyle Ölüye Azap Edilir’ Hadisine Sosyo-Kültürel Bağlamda Bir Yaklaşım”, MÜİFD, 2006/2, Sayı:31, s. 51.

[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/386; Buhârî, “Cenâiz”, 32; Müslim, “Cenâiz”, 17.

[7] Buhârî, “Cenâiz”, 32.

[8] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 7/496; Müslim, “Cenâiz”, 16.

[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 30/71; Müslim, “Cenâiz”, 28; Tirmizî, “Cenâiz”, 23.

[10] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 7/503.

[11] Buhârî, “Cenâiz”, 32.

[12] Buhârî, “Cenâiz”, 37.