“Allah mü’minlerden canlarını ve mallarını, cennet kesinlikle kendilerinin olması pahasına satın aldı. Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürüleceklerdir. Bu, Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da Allah’ın söz verdiği bir vaadidir. Allah’tan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız bu alışverişten dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 9/111)
İnsan, insan emeği, insan canı terazinin bir kefesini, cennetin öbür kefesini kurduğu ticaretin adı cihaddır. Cihad ticaretinin satıcısı, müşterisi ise cennete talip olan mü’min ve cennetin sahibi olan Allah Teâlâ’dır. Kutlu bir ticarettir cihad. Aldatması, yanılması olmayan; tahakkuku kesin bir ticarettir. Cihad eden mücahidlerin pirinin Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem olması ise ticaretin bir başka güzelliğidir. Bu kutlu ticaretin tutkunları, piyasası oluşmamış ya da yeni yeni oluşan bir tezgâhta değildirler. Tarihi şeref ve vakarla doldurmuş, sayılarını ancak Allah Teâlâ’nın bilebileceği kadar kalabalık bir mücahid taifesi gelip geçmiştir bu kutlu tezgâhtan.
Kutlu ticaretin kazancı da kutludur. Cihadın avansı durumunda olan gazilik bile bu ticareti kutlu yapmak için yeterlidir. Gazilikle gelen izzetli bir dünya hayatı, aziz bir mü’min kimliği dahi cihada paye katmaya yeter. Asla kayıp tarafı olmayan başka bir ticaret yoktur. Bu ticarette dakikalar kazanç hanesine yazılır. Öyle kutlu ve kazançlı bir ticarettir ki bu ticaret, ihlâslı bir niyet, samimi bir arzu bile sahibini kazandırır. Yatağından şehadete kavuşmuş nice eli kılıç tutmamışlar vardır bu ticarethanede.
Cihad, kazançların zirvesidir. Daha üstünde kazanılacak bir metaın bulunmadığı nokta cihad tezgâhının kurulduğu noktadır.
Kazanmak isteyen için iki önemli not
Bir: Cihad, sadece kılıç kuşanmak ve ok atmak değildir. Cihad, Allah’ın adının yücelmesini sağlamak için çalışmaktır. Yeri gelir fıkıh kitapları üzerinde yoğunlaşan âlimin, ilim talebesinin yaptığı cephedeki cihaddan daha önemli bir cihad halini alır. Yeri gelir, açları doyuran bir vakıfta görev yapmak, gazilerin ailelerine bakmak cihadın kendisi olur. Allah’ın dini için ihlâsla yapılan veya yapılması gereken her şey cihad kalemleri arasındadır. Cihadı meydanlarla daraltmak, genişi daraltmak, kutlu bir ticaretimizin sermayesini azaltmaktır. Allah’ın dinini yüceltme niyeti veya akıbeti olmadıktan sonra Medine’yi müdafaa etmenin bile adı cihad değildir. Önemli olan niyetimizin ne olduğu ve yaptığımızın ne işe yarayacağıdır.
İki: Hangi malın hangi pazarda ne zaman satılacağını bilmek gerekir. Mü’minlerin cihadı tek çeşit üzerinden anlamaları yanlış olduğu gibi yerinde ve gerekeni yapmamaları da hatadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin, cihad etmek isteyen birine anne babasına hizmet etmesini emretmesindeki hikmet iyi düşünülmelidir. Bir çift sözün bin oktan daha müessir olduğu zeminde ok tercihi sermaye tüketimi olarak anlaşılabilir. İlmin kılıca, kılıcın ilme kurban edilmesi gibi bir tercih hatasını din bedel olarak ödedikten sonra bizim ticaretten kâr beklememiz nasıl mümkün olur? Cihadın en önemli kurallarından biri, mü’minlerin bir emir nezaretinde iş yapmalarıdır. Bu da cihadın her türünün yerli yerinde yapılmasını sağlayacaktır.
Yatırım için sermaye çeşitleri
Bedenimiz en büyük sermayemizdir. Bedenimizi ayakta tutan canımız, bedenimizdeki en değerli sermayemizin adıdır. Onu teraziye koyduğumuzda Allah ona direk cennetini bedel olarak veriyor. Canın bedeli cennet ve rızasıdır ki en büyük kazanç odur.
Bedenimizin her organı aynı şekilde müstesna bir değere sahiptir. Yeter ki kullanıldığı yer din olsun, maksat Allah rızası olsun! Canın bedeli cennet olduğu gibi elin bedeli de cennete götüren bir karşılıktır. Allah yolunda, yürekten gelen bir samimiyetle iki damla yaş akıtan göz de bedel olarak ateşten azadelik bulur. Allah yolunda tozlanan ayaklar, tıkanan ciğerler, kopan parmaklar, damlayan kanlar asla cennetin dışında bir bedel görmezler.
Kesinlikle bedenlerimiz, canıyla ciğeriyle cihadın en önemli sermayeleridir. Allah Teâlâ’nın terazisinde en yüksek fiyat cana verilmektedir.
Bedenlerimizin sadece küçük bir organı olan dilimiz, bir cihad eyleminde kullanıldığında bizi cennetin kapısına kadar taşıma kudretine haizdir. Dille yapılan cihadda kazanılan makamı bize tanıtan sevgili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, Hamza’dan sonraki makamı göstermektedir. Zalim bir idarecinin önünde ayağa kalkıp hakkı dillendiren dilin sahibi, cihadın en ulvisini yapmış ve büyük bir makama ermiş olmaktadır.
Ümmetin dertlerini dert edinip uykusuz kalan beyinler de onları taşıyan bedenleri cennete sevk eden cihad sermayeleridir. Allah’a davet eden ilim adamları, davetçiler de cihadın bir çeşidini yürütmektedirler.
Helal kazançlarımız arasından bir kısmını çıkarıp Allah yolunda kullanılmak üzere vakfetmek de önemli bir cihad türüdür.
Malımız büyük bir sermayedir. Malla alınan cennetin değeri de yüksektir. Canla ödenen bedelin bir benzeri malla da ödenebilmektedir. Osman bin Affan radıyallahu anh, birinde satın alıp Allah için infak ettiği kuyu ile ikincisinde de zor bir zamanda İslam ordusunu donatarak cenneti iki kere satın aldı. Dünya hayatında yaşarken satın aldığı cennetin tapusu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından kendisine verildi.
Ebu Bekir radıyallahu anh da malını Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme ve davasına adadığında sıddıkıyet makamına doğru yükselişe geçmeye başlamıştı. O da bedenini ve malını Allah yolunda kullanınca hayatta iken kendisine bedel olarak verilen cennetin tapusunu aldı. Cennetlikler arasında ilk isim olarak sayıldı.
Allah’ın karşılık olarak verdiği cenneti şüphesiz yüksek değerlerin en yükseğini temsil etmektedir. Cennetten öteye bir değer olamaz. Onun değer olarak dorukta olmasının en tabii gereklerinden biri uğrunda verilecek şeylerin de değerli olmasıdır. Canımız değerli olduğu için cihad ticaretinde geçerli akçe olarak kabul edilmiştir. Aynı şekilde taşıdığımız can kadar değerli gördüğümüz malımız da bizden cennete bedel olabilecek bir sermaye olarak kabul edilmektedir.
Mal infak etmek, bir tür o mal gibi nimettir, Allah’ın kuluna ihsanıdır. Elindekini vermekten çekinenler aslında büyük bir nimetten mahrum olmaktadırlar. Allah Teâlâ’nın bire yedi yüz verdiğini bildiği halde mü’min insanın vermekten kaçınması, verebilme seviyesinde görülmediğini gösterir. Bu da bir mahrumiyettir. Allah Teâlâ’nın dini uğrunda yapılan infakı, kendisine verilmiş bir borç olarak tarif etmesi bile malla cihadın azametini anlatmaya yetecek kadar muhteşemdir.
Şeytanın fakirlikle ürküttüğü bir ortamda, cenneti karşılık olarak bize sunan Allah’ın davetine iman ederek ticarete girmek kadar büyük bir kazanç olamaz.
Ve netice:
Pazar kurulmuştur. Allah canını verene cennet veriyor. Malını verene cennet veriyor. Dilini onun yolunda kullanana cennet veriyor. Bedenini o yolda eskitene, ayağını toz duman edene cennet veriyor.
Allah’ın vaadi haktır. Mü’min de ihlâsla ve işe yarar bir iş yaparsa bu kurulu pazarda ticaretinden büyük bir kârla çıkacaktır. Böyle bir pazarın gözlerimizin önünde kurulu olduğunu, bunun bir fırsat olduğunu bilmemiz gerekir.
Cihad için Bedir meydanını, Uhud dağını aramaya gerek yoktur. Kazılı hendeklere de hacet yoktur. Cihad kapımızdadır, evimizin içine kadar girmiştir. Önümüz arkamız, sağımız solumuz cihad için sermaye yatırmaya uygun kurulu tezgâhlarla doludur. Düşünen ve cennete yatırım yapanlar aranıyor. Pazar kalkmadan, piyasa dağılmadan. Kalemin göreceği bir iş varken piyasa açıktır; hacet kalktığında piyasa da kalkmış olacaktır. Dilin göreceği bir iş varken kazanmak gerekir; ona ihtiyaç kalktığında fırsat gitmiş demektir. Cihad, büyük bir fırsattır. Bütün fırsatlar gibi o da sürekli değildir. Kıymetini bilenler, ticaretten anlayanlar onu kâra dönüştürür.