İçeriğe geç

CİHAD ve İZZET

Kendisini istismar edenlerden hesap soracak kavramlardan birisi, hele de son zamanlardaki istismarı düşünürsek, belki de birincisi “cihad” kelimesi ve mefhûmudur. Bazıları çeşitli dünyevî gaye ve maksatlarla mezkûr kelimenin sözlük manasından yola çıkarak; bir “çaba ve gayret” olduğunu böyle olunca da her çalışmanın cihad demek olduğunu iddia ederek, hasis menfaatleri uğruna bu mübarek kavramı hiçbir dinî endişe taşımaksızın alabildiğine sömürmekteler. Diğer taraftan ise; bazıları meselenin kitabî ve hukûkî boyutunu hiçe sayarak, “günümüzde cihad deyince şunlar şunlar akla gelir” deyip bir türlü gerçek manasını telaffuz edemiyorlar.

Basiret sahipleri için bunların ne maksadla yapıldığını anlamak hiç de zor değildir. İslam’ı kalbe inhisar ettirerek, hayattan dışlayan her anlayış için, meselenin özüne ve gerçek cihetine uzak durmak, anlaşılabilir bir hâldir. A.B.D’de yaşanan düzmece 11 Eylül hadisesinden sonra “cihad” kelimesi, bütün dünyada ve bizde terörle özdeşleştirilir olmuştur. Bu sebeple mazzez ve mübarek “cihad”, hâşâ korkunç bir kelime haline dönüştürüldüğünden, ondan yana olmak kadar tehlikeli bir şey düşünülemez olmuştur. Bundan dolayı da onu istismar şöyle veya böyle de olsa gerekmektedir.

Oysa ki, bu hakikatten kaçış, Allah’ın hoşuna gitmeyecektir. Zira “cihad” dinimizce mukades bir kavramdır, Kitap(Kur’an) ve Sünnet(Hadis)’te pek çok kere anılmakta, teşvik edilmekte ve derecesinin âlî olduğu bildirilmektedir. Ancak işin hakikatinden kaçanlar ve bu halleriyle  konunun cahillerini iğfal edenler, şunu bilmiyorlarsa bilsinler ve iğfal ettiklerine öğretsinler ki; İSLAM hukuk dinidir ve dolayısıyla “cihad”ın da bir hukuku vardır. Bunun dünya patronlarının ve onların izinden giden zalimlerin  hak hukuk tanımazlıkları ile uzaktan veya yakından hiçbir alakası yoktur. Kur’an-ı Kerîm’le esasları vaz’ edilip, Sünnet’le uygulama sahasına intikal eden bir “cihad hukuku” vardır ki, bunu cahiller bilmezler, bilen dalkavukların da işine gelmez. Ancak her Müslüman bunu çok iyi bilmelidir ki, vartaya düşmesin ve İslam düşmanlarına söyleyecek bir çift sözleri olsun.

Konuyu özetleyecek olursak cihad en geniş manasıyla: Allah’ın rızasını kazanmak için, O’nun çizmiş olduğu çerçeve içerisinde ve yine O’nun öğrettiği prensipler dairesindeki çaba ve gayretlerdir. Bu bazen elle, bazen dille, bazen kalemle, bazen parayla ve gerektiğinde de silahla olur. Hangisi gerekiyor, ne şekilde gerekiyor ve ne kadar gerekiyor bunun kararı dine aittir. Yani; “Kitab” ve “Sünnet”e aittir. Bu işe ne A.B.D. karışabilir, ne Avrupa Birliği, ne “light Islam” projesi ve ne  de Türkiye..

21.Yüzyılda artık şunu herkes öğrenmeli ki; Dinî meselelere ancak din karışır ve  din karar verir”. Bunu bizim için hatırlatıyoruz, yoksa bütün gelişmiş dünya bunu biliyor. Hatta Hindistanlı Hindû bile…  İşte bunu öğrenmesi gerekenler öğrenirlerse; artık dinî kavram-ların içerisini nasıl dolduralım da zülf-ü yâre dokunmasın hastalığından vaz geçilir. İnsanlar yanlış bilgilendirilmemiş olurlar ve yanlış bilgi neticesinde de birbirleriyle çekişip durmazlar, devlet de, “cihad” kelimesinin ve ondan bahs edenlerin peşlerine, potansiyel suçlu gibi düş-mez vesselam..

“Cihad” ve “izzet” arasında, çok yakın bir münasebet vardır. Cihad izzeti davet eder, cihadsızlık ise zillete davetiye çıkarır. Müslümana ise izzeti yakıştıran bizzat Allah olduğundan[1], bizler elbette izzete müşteri olacağız. Cihad; gündüz ve gece, mevsimler boyu, hayat devam ettikçe sürecek  daimî bir aksiyon olduğundan; ona hiç ara verilmeksizin devam edilecektir. Ancak; zaman, zemin ve usûl yani hareket tarzının iyi tesbiti gerekecektir. Zamansız hareket veya mekânın iyi tesbit edilememiş olması yahut da uygulamadaki metod yanlışlığı sonucunda ortaya çıkacak istenmeyen durumlar, asla cihadın lüzumsuzluğu şeklinde yorumlanmamalıdır.

Cihadın en başta geleni; Hakkın tebliği ve bu Hakka davetin önündeki engellerin bertaraf edilmesidir. Hele bu tebliğ, hak ve adaletten nasibi olmayan zalimlere karşı ve zulüm ortamında olursa, Efendimiz aleyhisselam’ın ifadeleriyle:

“Efdalu’l-Cihad yani cihadın en üstün ve faziletlisi olmuş olur. Hadis-i Şerîf’te geçen ; “Sultânun câirun” ifadesini, hak-hukuk tanımaz zalim otorite ve güç olarak anlamak lazım gelir. Böyle olunca da;”zalimlik” sadece idareye aid olmayıp, o idarenin dayanağı olan mevzûât ve hukûkî düzenlemeleri de ihtivâ eder. Şu halde zulmün bertaraf edilmesi için gösterilecek her türlü gayret ve çaba; cihadın en faziletli olanıdır. Yeter ki, zulmü bertaraf edeyim derken kendisi zulme sebep olmasın… Bu da İslamî bir hassasiyet ve nezâket meselesidir.

Bütün “izm”lerin dayanağı olan Makyavelist anlayışın müslümanlıkta yeri yoktur. Yani İslamda hedefe ulaşmak için her vesile ve vasıta mübah değildir. Yeri geldiğinde silahlı cihad da olacaktır. Lakin muazzam bir hukûkî çerçeve dairesinde… Bu, ne A.B.D. ve hempâlarının ne de İsrail’in yaptıkları gibi olacaktır. Cihad bazen bir gösteri ve toplu hareket şeklinde tecellî edecektir. Lakin sadece insanların değil hiçbir şeyin zarar görmediği bir hareket olacaktır. Yani yerli ve yabancı hiçbir terör hareketine asla benzemeyecektir. Slogan da atılacak, pankart da olacak ve yüksek sesle haykırılacaktır da… Bütün bunlar, hukuk çiğnenmeden yapılacaktır. Çünkü tekrar ve tekrar haykırıyoruz : “İSLAM hukuk dinidir”.

Hukuksuzluk her asrın olduğu gibi çağımızın da baş belasıdır. Hak ve hukuk üretip dağıtmakla vazifeli müesseselerin hâl-i perişanları, basiret ve akıl sahiplerinin gözlerinden kaçamaz. İşte buna karşı yapılacak  mücadele “en faziletli cihad”ın bizatihi kendisidir. Hadis-i Şerif’te geçtiği gibi: “Cihadın en faziletli olanı, hukuk dinlemez güce(sultânun câiruna) karşı yapılanıdır”.[2]

Yazılı, sözlü, gösterili, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve daha akla gelen bütün vesile ve vasıtalarla hukuksuzluğu bertaraf etmenin adı; cihaddır. Yeter ki, gönüllerdeki hedef dünya ve dünyalıklar olmasın… Mademki cihadın hareket noktası hukuktur. En yakından başlayarak bütün dünyayı kuşatması gereken bu cihad hareketi, zalim ve despotlar dışında kimsenin endişe edeceği bir hareket değildir. Bundan gocunmak, korkmak ve ürkmek; ya cahillikten veya zalimlik ya da hainlikten kaynaklanmaktadır. Şu halde muazzez ve mübarek bir dinî kavram olan “cihad”ı, mecrasından saptırıcı şekilde manalandırmak; dosta da düşmana da, Allah’a da ihanettir.

[1] Bkz. Munâfikûn 63 / 8

[2] bkz.el-Câmiussağîr, cild 1, sahife 41