İçeriğe geç
Anasayfa » ÇİLEKEŞ PEYGAMBER’İN RAHAT DÜŞKÜNÜ ÜMMETİ

ÇİLEKEŞ PEYGAMBER’İN RAHAT DÜŞKÜNÜ ÜMMETİ

Kur’an-ı Kerim’in: “Peygamberimiz’e itaati, Allah’a itaat” olarak hükme bağladığı[1] ve “en güzel örnek/model” olarak tavsif buyurduğu[2] Hazreti Muhammed sallâllahu aleyhi ve sellem; mü’min ve müslim olmanın olmazsa olmazıdır. Yani O’nsuz ne Rızayı Bârî’ye erilir ve ne de Cennet bulunur. Hâl böyle olunca; Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet’teki; “Allah’ı eşsiz, benzersiz ve tek olarak tanırım, Muhammed ise Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür.” ikrârı içerisinde; “Peygamberim, tek önderim ve tek modelimdir.” tasdiki de yer almış olur.

“Kitab” ve  “Sünnet” bir mümin için o kadar bağlayıcıdır ki; bunu en kesin hatlarıyla yine Kitab beyan buyuruyor: “Allah ve Rasûlü’nün bir konudaki hükmü karşısında erkek olsun, kadın olsun hiçbir mü’mine canının istediğini yapma serbestîsi tanınmamıştır.”[3] Öyleyse; müslim ve mü’min olduğunu iddia edenlerin; Allah’ın Rasûlü ve O’nun yolu demek olan SÜNNET karşısında: “İşittik ve itaat ettik” demekten başka çareleri yoktur. Böyle olunca; “Ehl-i Sünnet”ten olmuş olurlar. Artık bütün harekât ve sekenâtlarında çoğunluğa değil, Sünnet’e uyacaklardır. Sünnet’e uymak; fıtrata ve akl-ı selîme uymaktır.

Son yıllarda bazı ilahiyatçıları sarmış olan Sünnet’i istihfaf (hafife alma) cereyanı; Kur’an-ı Kerim’i istihfaf niyetinin prova ve paravanasıdır. Sünnet-i Seniyye etrafında oluşturulmaya çalışılan şüpheler, eğer beklenilen izleri bırakabilirse, aynı tarz bir kampanyayı Allah’ın Kitab’ı için de başlatacakları şüphesizdir. Nitekim kendisine hayranlık duydukları Fazlurrahman’ın ve benzerlerinin izledikleri yol ve metod da aynen böyledir. Allah’ın muazzez elçisi ile uğraşanların hesaplarını görmek üzere Allah kâfîdir. “Hasbunallah ve ni’me’l-vekîl, ni’me’l-mevlâ ve ni’me’nnasîr”.

Siyer ve Sünen tedkikleri bize Peygamber Efendimiz’in çok sade ve şatafattan uzak bir hayat sürmüş olduğunu çok açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Bu tarz bir yaşayışın temelini şüphe yok ki, bugün; “dünya görüşü” veya “hayat felsefesi” denilen kavrama yüklenilen anlayış teşkil etmektedir.

Kur’an ve Sünnet tedkik edildiğinde görülür ki; bir Müslüman için dünyanın tek önemi; Cennet’in dünyada kazanılacak olmasıdır. Bunun dışında dünya hiçbir değer taşımaz. Te’vilciler, kendilerini ne kadar yorarlarsa yorsunlar, nassları ne derecede yamultmaya çalışırlarsa çalışsınlar; karşılarına çıkacak Âyet ve Hadis’lerde dünyaya atfedilmiş zerre kadar bir değer bulamazlar. Buna karşılık dünya için bulacakları, onun hiçliğinin ve değersizliğinin çeşitli şekillerde ifadesi olacaktır.

Rasûl-i Müctebâ Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz dünya konusunu, üzerinde hiçbir yoruma ihtiyaç kalmayacak tarzda, şöyle ifade buyurmaktadır: “Dünya evsizlerin evi (Cennet’te köşkü olamayacakların evi), malsızların malıdır (Cennet sermayesi olmayanların serveti); dünya için toplayıp biriktirenler ise akılsızlardır. ”[4]

Bir diğer îkazlarında ise şöyle buyururlar: “Dünya ile benim münasebetim, bir ağaç altında gölgelenip sonra yoluna devam eden yolcu misâlidir.”[5] Yani yolcunun durakta beklemekten nasibi ne ise, bir Müslüman’ın da dünyadan nasibi odur.

Dünya; temel atılacak, ölümü unutturan yatırımlar yapılacak ve bir karış toprak için canlar yakılacak bir meta değildir. Hatta tûl-i emel (bitip tükenmez arzular) ve uzun boylu hayaller kurmaya değer bir hayat da değildir dünya hayatı…

Dünyadaki Müslümanların; dünya nimetlerinden mahrum olanları bir çeşit, nimet çokluğu ile imtihan olanları da bir başka tür sıkıntı çekerler. Birisi açlığın mide sancısından, diğeri fazla yemenin mide ağrısından şikâyetçidir. Netice itibariyle, yokluk da varlık da derttir dünyada. Çünkü dünya ahvali budur. Dünya hayatında istikrar arayanlar bulamazlar. İstikrar “Ahiret Hayatı”ndadır.[6]

Burada hep safa, hep sevinç, hep huzur, hep sağlık, hep gülme…ilh. mümkün değildir. İman ehli, bütün bunları ancak Cennet’te bulabileceğine inanır ve sevdalanır. Dünya meşakkatlerine hep bu sevdanın heyecanı ile katlanır. Burada fakir isem ne gam; Cennet’te zengin olacağım, hep hastalıklarla uğraştı isem de hastalıksız bir âlem olan ukbâ âleminde keyif çatacağım, burada ulaşamadıklarıma orada fazlasıyla ulaşacağımın tesellisi ile; yılmadan ve yıkılmadan Müslümanca mücadele eder dünya ve dünyalıklarla…

Kaçan fırsatları kafaya takmaz ve mutasavver dünyalıklarla gönlünü yormaz Müslüman. Hele lüks ve şatafatlı bir hayatı hiçbir zaman düşünmez. Rüyasında yazlıklar ve son model arabalar yer almaz Muhammed (a.s) Ümmeti’nin… Beş yıldızlı otellerde tatil safası, “Dünyada mekân Ahiret’te iman” safsatası, herkeste olan bende de olacak sevdası, bir Müslüman için düşünülmeyecek ve yakışmayacak uçuk fikirlerdir. Çocuğunun dünyalığı için varını yoğunu seferber edenler, sıra dinini öğrenmesine gelince, işi kendi haline terk edenler, şefaate hangi yüzle talip olacaklardır?

Bugün yuva kuracak Müslümanlar için en önemli husus; ihtişamlı nişan, düğün, lüks ve içi eşya dolu bir evdir. Kimse kendini aldatmasın… Peygamber Efendimiz’in evi; Hz. Fâtıma’nın ev eşyası ve Ashâb-ı Kirâm’ın sade ve mütevazı hayatları; bizler için sadece göz yaşartıcı menkıbelerdir. Yoksa hayatımız için model teşkil edecek bilgiler değil… Hani “Allah Rasûlü bizim için en güzel modeldi?”

Müslümanlar bütün bu mübarek tatbikatlara bîgâne kalırken bari ne olur te’villere tevessül etmeseler. “O günün imkân ve şartları bugünün ahvali… Nasıl bir dünyada yaşıyoruz… Peygamberimiz günümüz dünyasında yaşasaydı bizim gibi davranırdı.” gibi safsatalardan meded ummak yerine, hiç değilse mahcubiyet içerisinde; “Bizim halimiz nice olacak, biz yarın Rasûlullah’ın ve Hz. Fâtıma’nın yüzlerine nasıl bakacağız?” şeklinde yanlışımızı kabulle özür dilemesini bilsek.

Günümüz Müslümanları tahsil ve meslek seçimi yaparken, eş, iş ve aş ararken tercihini O’nun izinde mi, yoksa nefsinin izinde mi yapıyor? Bu soruya; “O’nun izinde” şeklinde cevap verebilecek kaç “er kişi” çıkabilir? 100’de değil, 1000’de değil, 10.000’de değil, 100.000’de, belki de 100.000’de bir de değil…

Dünya Müslümanlarının salâhsız felâh aradığı günlerde yaşıyoruz. Önce salâhı, yani bu “er kişi” nispetini asgari 100’de 10’a çıkarmalıyız ki salâhın neticesini alabilelim.[7]

İşte felâh bundan sonra gelecek ve Nebevî hayata, tatbikatta yaklaştıkça felâha da yaklaşmış olacağız.

Haydin salâha, haydin felâha ve kurtuluşa…[8]

[1] (bkz. Nisâ, 4/80)

[2] (bkz Ahzâb, 33/21)

[3] (bkz. Ahzâb, 33/36)

[4] (bkz el-Câmiussağîr, II, 14)

[5] (bkz. el-Camiussağir, II,127)

[6] (bkz. Ğâfir,40/39)

[7] (bkz Enfâl, 8/65)