9. sayıdan devam…
Taşınır günde yüz bin cân adem iklimine her dem
Gelir yüz bin dahî andan bulur îmar olur peydâ
Günde yüz bin can her dem yokluk iklimine taşınırken, yüz bin can da O’ndan gelerek ömürler bulup meydana çıkar.
Varlıklar bir taraftan yokluk iklimine dönerek yerlerini yeni gelenlere terk ederler. İhyâ eden de imhâ eden de O’dur (celle celâlühu), zira O Muhyî ve Mümît’tir. Aslolan denizdir. Dalga, sebepler çerçevesinde denizden doğar, tekrar denize döner. “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn.”
Taşın içe hayâlâtı için taşa zuhûrâtı
Birinden ol birine tuhfeler her bâr olur peydâ
Dışın içe hayâlâtı, için de dışa zuhûrâtı vardır. Dıştan içe, içten dışa her an hediyeleşmeler meydana gelir.
Merhum hocamız Selçuk Eraydın’ın ifade ettiği gibi “Bizim istikbâle âit düşüncelerimiz, henüz meydana gelmemiş hâdiseleri değerlendirmemiz hayâl mahsûlüdür. Allah Teâlâ’nın ilminde malum olup henüz hâriçte zâhir olmayan şeyler iç, zâhir olanlar dıştır. Dış, içi bilmediği için hayâl eder; fakat iç, zamanı geldiğinde dıştan zâhir olur.”
Bu devr ile gelüptür enbiyâ mürsel meratibce
Gehî mü’mîn zuhûr ider gehî küffâr olur peydâ
Nebîler ve rasûller işte bu devr ile gelirler. Bazen iman bazen de küfür zâhir olur. Peygamberler böyle bir teselsül ile geldiklerinde kimi onlara inanır mü’min olur, kimi onları inkâr eder kâfir olur.
Tecellî eyledikçe ol sarây-ı sırr-ı ihfâda
Bu sûret âlemi içre gelür bir kâr olur peydâ
O (celle celâlühu) en gizli sırların sarayında tecellî eyledikçe bu sûret âlemi içinde alışveriş, “her varlığın istidâdına göre bir hareket” meydana gelir.
Tecellî, görünmeyenin kalplerde görünür hâle gelmesidir. Cenâb-ı Hak bazen zâtı ile tecellî eder, bazen fiilleri, bazen sıfatları, bazen de isimleriyle tecellî eder. Zâtı ile tecellî etmesi ehadiyyet mertebesidir, kendisinden başkası bilmez. Sıfatları, isim ve fiilleriyle tecellî ettiğinde bunlar kulun kalbinde zâhir olur. Kul o sıfatlarla mevsûf, o isimlerle müsemmâ olur. O fiilleri müşâhede ve mülâhaza eder.
Anın zâtına gâyet sun’ına hergiz nihâyet yok
Anınçün her bir isminde satu bâzâr olur peydâ
O’nun zâtı da sıfatları da nâmütenâhîdir. Zâtına ve sun’una aslâ nihâyet yoktur. Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ’nın her bir isminden bir iş (alış veriş) peyda olur.
O (celle celâlühu) ezelî ve ebedî olduğu için O’nun yaratma işinin de sonu yoktur, yaratma kudreti de ezelî ve ebedîdir. Bizim dünyaya gelişimiz alışveriştir. Sıkıntılarımız, hastalıklarımız, meserretimiz, hüznümüz alışveriştir. Bunlara karşı sabır, tahammül ve tavrımız kâr ve zararımızı belirler. Bu meyânda Niyâzî Hazretleri bir beytinde
Ey gönül gûş eylegil âşıkların güftârını
Nicedir gör dost ile yanıkların bâzârını
derken, bir başka beytinde Dost ile alışverişte zararın külliyen kalktığını şöyle ifade eder:
Gitdi kesret geldi vahdet oldı halvet dost ile
Hep Hak oldı cümle âlem çarşu bâzâr kalmadı
Tecellî eyler ol dâim celâline cemâlinden
Birinin hâsılı cennet birinden nâr olur peydâ
Hak Teâlâ her an bazen celâliyle bazen cemâliyle tecellî eder. Cemâl tecellîsinden cennet, celâl tecellîsinden de cehennem meydana gelir:
Sorarsa dûzah u cennet hakikatin zâhid
Biri nâr-ı celâl u biri nûr-ı cemâl
(Aşkî)
Cemâli zâhir olsa tiz celâli yakalar anı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ
O’nun cemâlinin zâhir olduğu yerde hemen celâlini görmek mümkündür. Bir gül açıldığı zaman yanında diken de peyda olur. Bir başka beytinde Niyâzî-i Mısrî şöyle demektedir:
Râhat ile istedim vaslını kahretti beni
Derde düşüp ağlayınca güldü cânânım benim
Bu sırdandır ki bir kâmil zuhûr itse bu âlemde
Kimi ikrâr eder anı kime inkâr olur peydâ
Bu sır sebebiyledir ki bu âlemde kâmil bir insan zuhur etse, bazıları onu tasdik bazıları da inkâr ederler. Bu âlem imtihan meydanı olduğu için herkes kâmil insanlara Hak nazarı ile bakmaz, kabul ve tasdik yerine inkâra meyleder. Böylece Allah Kahhar ismiyle muamele ederek münkirleri hüsrana uğratır.
Velî ârif celâl içre cemâlini görür dâim
Bu hâristanın içinde ana gülzâr olur peydâ
Fakat ârif olan kimseler celâl içinde de dâima cemâli görürler. Bu diken bahçesinde bile onların müşâhede ettikleri gülzârdır. Eşrefoğlu Rûmî’nin dediği gibi:
Gelse celâlinden cefâ yâhud cemâlinden vefâ
İkisi de câna safâ, senden hem o hoş hem bu hoş
Yûnus Emre’nin
Hoşdur bana senden gelen
Ya gonca gül yahud kefen
Ya hil’at u yahud kefen
Lutfun da hoş kahrın da hoş
şeklindeki meşhur kıt’ası da âriflerin Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerine bakışlarını yansıtması bakımından dikkat çekicidir.
Devam edecek…
TASHİH: Geçen sayımızda yer alan “Deryâ-yı vahdet cûşa geldi, Kevn ile mekân hurûşa geldi.” beyti sehven Kadı Burhaneddin’e atfedilmiştir. Beyit, Seyyid Nesîmî’ye aittir.