İçeriğe geç

DİLİ DOĞRU KULLANABİLMEK

“Allah’tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın, kuşkusuz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah’tan af dile, yapacağın işler hakkında onların görüşlerini al; ama karar verince artık Allah’a dayan. Hiç kuşkusuz Allah kendisine dayananları sever.”[1]

Âl-i İmrân Sûresi 159. ayetinde Rabbimiz azze ve celle Peygamberine hitap ederek, yirmi üç yılda büyük bir insan kitlesini etrafında toplamasındaki başarının sırrını açıklamış ve bize, insan kalbine ulaşmanın ana ilkelerini öğretmiştir:

Yumuşak davranmak: Sert ve katı kalpli insanlar, dilediklerini yapabilirler; ama etraflarında onları seven sayan insan bulamazlar. Güçleri ile esir ettikleri gönülsüz köleler bulabilirler. Merhamet ve sevginin gücü, silah ve paranın gücünden az değildir.

Bağışlamak esastır. Geçmiş hataları silemeyen insanlar yeni güzellikler oluşturamayabilirler.

Allah’a yalvarmak, hep dua ile yaşamak gerekir. O’nun yardımı ile ancak sarp kayalar aşılabilir.

Her şeyin en iyisini bilme kanaati yanlıştır. İnsanların, çocuk bile olsalar düşüncelerini itibara almak, onların da bizi itibara almasının zeminini oluşturur.

Ayağını yere basarak yürümek gerekir. Usûlüne uygun olarak karar verildikten sonra yola devam edilmelidir.  Yalpalanmak, ikide bir geri bakmak yok.

 

İZ BIRAKAN SÖZLERİN SAHİBİ OLMAK İÇİN

Söz ve üslûbun en güzelini seçmelisiniz. Her şeyin iyisi ve âdisi olduğu gibi, sözün de iyisi ve âdisi vardır. İnsanları mesela Kur’ân’a davet edecekseniz, Kur’ân üslûbuna uygun bir dil ve metot kullanmalısınız.

Ortak konular varken, tartışmalı ve nefisleri azdıracak konulardan başlamayınız. Kolaydan zora doğru bir liste ile başlayınız. Kolay anlaşabileceğiniz konuları aranızda köprü yapın.

Muhakkak bir danışma halkanız olsun. El elden üstündür.

İki kulağı ve bir dili olan insan az konuşup çok dinlemelidir. Devamlı konuşan biri, iki dilli ve bir kulaklı ucûbe gibi görülebilir. Dinlemesini bilenler dinlenmeyi hak ederler.

Yerli yerinde ve zamanında konuşmak gerekir. Kendi kendine konuşan bir insanla, uygunsuz yer ve zamanda konuşanın ortak noktaları, söz ve enerji israfıdır. İnsanlar çocuk bile olsalar senin önünde durmak zorunda olabilirler; ama kalp kulaklarını sana açmazlar.

Dinleyenlerin dikkatlerini sınırsız bir vakitle ele geçirdiğini zannetmemelisin. Fırsatı en verimli şekilde kullanmanın yollarını dene. Mesela, en önemlileri, önceliklileri, iki zarardan birini tercih gerektiğinde en hafif olanını tercih etmek gibi prensiplerden taviz verme.

Tenkit edilmekten korkma, tenkit edene teşekkür et. Nefsinle baş başa kaldığında kendini değerlendir. Hz. Ömer (ra) diyor ki: “Bana ayıplarımı hediye edenden Allah razı olsun.”

Muhataplarının arasında ayrım yapma. Büyüğe de çocuğa da aynı ciddiyetle; ama seviyelerine göre konuş.

Her konuşmanın ardından bir değişim bekleme. Sözünün anlaşılıp anlaşılmadığını araştır. Dünyada bütün problemler ilk insan kadar eski ve köklüdür. Hiçbir problem anında hallolmaz. Sözün eğer, bir tohum gibi öz ihtivâ ediyorsa bekleyedur. O bir gün yeşerir. Sabırsız insanlar kendi ektikleri fidanları bile fark etmeden ezebilirler.

Kişisel kanaatlerini âyet-hadîs gibi tartışılamaz belgeler olarak görme.

Güneş gibi en güçlü enerjinin sahibi olmak istiyorsan, güneş gibi randevularına sadık kal. Dakikaları hatta saniyeleri hesapla.

Gelip geçen bir rüzgâr olma. Söylediklerinin peşinde ol. Çınar gibi fikirlerin sahibi ol.  Basının gündemini gündem yapma. Ezelî ve ebedî bir davaya uygun şeyler konuş.

Gerekiyorsa, seni anlamalarına engel olan engellerle uğraş. Muhatabınızın çok özen gösterdiği ilgilerini direkt hedef alma.

Örnek olmak hatip olmaktan evlâdır.

Başarmak ve kazanmak istiyorsan ‘doktor’ gibi ol. Hastanın hastalığı arttıkça senin, doktorluk çaban da artsın.

Gerginliğini içine göm; ama mizâcını değiştirme.

Allah’ın yardımı seninle olsun istiyorsan, Allah’ın rızasını katıksız bir şekilde hesaba kat. İhlâslı ol. Kalpler Allah’ın elindedir. Dilediği yöne yöneltmektedir. Peygamberler bile dilediklerini yapamadılar. Ama Allah’ın rızasını elde ettiler. Biz vazifemizi yapmanın huzurunu yaşamak istiyoruz. Sonuçlar Allah’ın elindedir…

 

[1] Âl-i İmrân; 3/159.