İçeriğe geç
Anasayfa » DİN SAMİMİYETTİR

DİN SAMİMİYETTİR

  • – Konunun çerçevesi:

Samimiyet kelimesi, tarife ihtiyaç duyulmayacak kadar açık olmakla beraber yazı teâmülüne uyarak bir çerçeve belirleyecek olursak, samimiyeti “Kişinin düşünceleri ile söz ve davranışları arasında tam bir uyum bulunması, çelişki olmaması” diye tarif etmek mümkündür. “Samimiyet”, “Din” kelimesi ile bir arada zikredildiğinde ise, “Kişinin imanı ile ameli ve sözleri arasında çelişki bulunmaması, dünyevî bir menfaat beklemeksizin inandığı gibi yaşaması, yaşadığı gibi inanması, göründüğü gibi olması, olduğu gibi görünmesi” şeklinde ifade edilebilir. Tam karşılamasa da “samimiyet” kavramının Kur’’an ve Hadis dilindeki karşılığının “ihlâs” kelimesi ve onun çeşitli kalıpları olduğu söylenebilir. Nitekim Yunus suresi 22. ayette geçen

دعوا الله مخلصين الدين

ibaresini merhum Hasan Basri Çantay: “Onlar Allah’ın dininde hâlis ve samimî kimseler olarak O’na dua ederler.” şeklinde tercüme ederek ihlâs ve samimiyeti müteradif (eş anlamlı) kullanmıştır.[1]

İhlâslı ve samimî davranışlar insanlar arası ilişkilerde aranan, arzu edilen ve takdir gören üstün ahlakî meziyetlerden olduğu gibi dindar insanın dînî yaşantısında da Allah (cc) ve Rasülünün (sav) kişide aradığı ve emrettiği olgunluklardan biridir. Bundan dolayı ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde “ihlâs”a sık sık vurgu yapıldığı görülür.

  • – Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ihlâs:

Bilindiği gibi özellikle ayet-i kerimelerin daha doğru anlaşılmasında nüzul sebebinin ve indiği ortamın bilinmesinin önemi büyüktür. Biz de burada “İhlas” kelimesinin bir kalıbı olan “muhlisîn/ihlâslılar” kelimesinin geçtiği birkaç ayeti bu esasa göre okuyarak dinde samimiyetin ne kadar elzem olduğunu ifade etmeye çalışacağız.

A’raf Suresi 28. ayette, “Biz babalarımızı böyle bulduk, Allah da bize böyle emretti.” diyerek Kâbe’yi çıplak tavaf eden müşriklere tebliğ etmesi için bir sonraki ayette Allah (cc) Rasûlullah (sav)’a şöyle buyurdu: “De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak O’na dua edin.”

Merhum Hamdi Yazır Efendi bu ayet-i kerimede geçen ve “ihlâsı” ifade eden “dini yalnız Allah’a has kılarak” cümlesini açıklama sadedinde şöyle der:

“Binaenaleyh mebde’ ve meâdde hâkim münhasıran Allah olduğu için her gün her lahza ister istemez o meâde doğru yürümekte olan ortadaki insan da dininde Allah için muhlis olmalı ve ancak Allah’a dua edip yalvarmalı ve bütün ihlâs ve samimiyetle O’na yalvarıp O’na çağırmalıdır.”[2]

Yine “ihlâs” kelimesinin geçtiği Beyyine Suresi’nin dördüncü ayetindeki benzer bir cümleyi de şöyle açıklar: “… Dini O’na halis kılarak, hiçbir şirk şaibesi karıştırmaksızın, şu veya bu garaza alet etmeksizin, sâfî ve temiz niyet ve ihlâs ile ancak O’na tevcih ve tahsis ederek… Allah’a ibadet etsinler.”[3]

İhlas kelimesinin yer aldığı hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:

  1. “Kalbini iman için ihlâslı kılan mutlaka kurtulmuştur.”[4]
  • . Cenaze namazında: “Onun için ihlâsla dua edin.”[5]
  • . “İhlasından dolayı affolundun.”[6]
  • “Allah’ım beni senin için ihlâslı kıl.”[7]
  • “Hiçbir kul ihlâs ile “Lâilâhe illallah” demez ki onun için gök kapıları açılmasın.”[8]

Bu ve benzeri ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ihlâslı olmamızı emretmektedir. Peki ihlâs nedir?

  • – İhlas Yorumları:

Yukarıda da geçtiği gibi gerek ayet-i kerimelerde gerekse hadis-i şeriflerde yer alan       “ihlâs”tan ne anlaşılması gerektiği etrafında, özellikle tasavvuf menşe’li âlimler tarafından çeşitli tarifler yapılmıştır.

“İhlas” başlığı ile bir bab açan Kuşeyrî bu meydanın fürsanlarından ihlâs tarifleri verir. Bunlardan Huzeyfetü’l-Mar’aşî ihlâsı, “gizli ve âşikâr her yerde kulun davranışlarında değişiklik olmamasıdır.” diye ifade ederken Cüneyd-i Bağdâdî: “İhlas Allah ile kul arasında öyle bir sırdır ki onu melek bilmez ki yazsın, şeytan bilmez ki ifsad etsin, nefis bilmez ki meyletsin.” diyerek bilinmezlerle çevrili bir tarif yapmıştır. Fudayl bin lyaz da: “İnsanlar için ameli terk etmek riya, onlar için amel etmek şirk, Allah’ın, kulunu bu ikisinden koruması ise ihlâstır.” derken, Zünnûn: “İhlasın alâmeti üçtür: insanların medhini ve zemmini eşit görmek, dünyada amellerin görülmesini, ahirette de sevabını unutmaktır.” şeklinde ifade eder. Sehl bin Abdullah, nefse en ağır gelen şeyin ihlâs olduğunu çünkü nefse ondan bir pay düşmediğini belirttikten sonra “Lâilâhe illallah diyenler çoktur lâkin ihlâslı olanlar azdır.” demek suretiyle dinde ihlâs ve samimiyetin çok önemli ama başarılması zor bir iş olduğunu ifade eder.[9]

  • – İhlas Örnekleri:

Hâris el-Muhasibî’nin Risaletü’l-Müsterşidîn adlı eserini tahkik eden merhum Abdülfettah Ebu Ğudde Hocaefendi, müellifin ihlâsla ilgili sözlerini, bazı ihlâs örnekleri ile zenginleştirir. İhlastan ne anlaşıldığına açıklık getirmesi bakımından birkaçının burada zikredilmesi yerinde olacaktır:

Hicretin 16. Senesinde Müslümanlar Medâin’i fethetti, ganimetler toplandı. Bir adam mücevherat dolu bir kap getirdi. Bunlar o ana kadar gelen ganimetlerin hepsinden daha kıymetli idi. Ona: “Bunlardan kendine bir şey aldın mı?” dediler. “Hayır, almadım, Allah’tan korkmasaydım zaten bunları size getirmezdim.” dedi. Bu, o kişinin sıradan birisi olmadığını gösteriyordu. “Sen kimsin” dediler. O: “Beni övesiniz diye size kim olduğumu söyleyemem, ben ancak Allah’a şükreder bu işimin karşılığını sadece O’ndan beklerim.” dedi, gitti. Peşinden bir adam gönderip araştırdılar. Baktılar ki o, tâbiîn neslinin âbid ve zâhidlerinden Âmir bin Abd-i Kays’mış.

Mesleme bin Abdülmelik bir kaleyi kuşattı. Kalede bir delik vardı, askerlerden birinin oradan içeri girmesini istedi, herkes çekindi. İçlerinden biri çıkıp oradan içeri girdi, kale kapılarını açtı, fetih tamamlandı. Kumandan Mesleme, bu kişiyi ödüllendirmek için yanına gelmesini ilan ettirdi. Dellâlin yanına birisi gelip kendisini kumandanla görüştürmesini istedi. Huzura aldılar. Söze şöyle başladı: Çağırdığınız o adam size gelecek, ancak sizden şu üç konuda söz vermenizi istiyor: İsmini halifeye bildirmeyeceksiniz, ödüllendirmeyeceksiniz, hangi kabileden olduğunu sormayacaksınız”. Mesleme “tamam” deyince huzurdaki adam “kaleye ilk giren o kişi benim” dedi. Yaptığına riya ve gösteriş karışır da ihlâsına halel gelir, sevabı eksilir diye kendisini gizliyordu. Adamın bu ihlâsına gıpta eden Mesleme bundan sonra her namazın peşinde: “Allah’ım beni o adamla beraber haşreyle ” diye dua ederdi.

Yakup bin Cafer b. Süleyman anlatıyor: Halife Mu’tasım ile Amuriyye kuşatmasına katıldım. Her sabah bir rum Amuriyye surlarının üstüne çıkar, arapça olarak Rasûlullah’a (sav) ağır hakaretlerde bulunurdu. Bu hakaretler Müslümanların çok ağırına giderdi. Fakat ok atımından uzak olduğu için bir şey yapamıyorlardı. Ben de iyi ok atardım. Yayıma bir ok yerleştirip var gücümle çektim. Adamın tam döşüne isabet etti ve kaleden aşağı yuvarlandı. Müslümanlar hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Mu’tasım da çok sevindi. Beni çağırdı, kimlerden olduğumu sordu. Abbasîlerden olduğumu söyleyince daha çok sevindi ve: “Bu okun sevabını benim kabilemden birine nasip eden Rabbime hamdolsun” dedi. Sonra: “Bana bu okun sevabını sat” dedi. “Sevap satılmaz” dedim. Yüz bin dirhemden başlayıp beş yüz dirheme kadar para teklif etti, kabul etmedim. “Bu atıcılığı nerede öğrendin?” dedi.” Basra’daki evimde” dedim. “Bana onu sat” dedi. Ben de: “O ev ok atmayı öğrenmek isteyenlere vakıftır.” dedim ve vakfettim.

İhlas ve samimiyete örnek olarak bunu da kaydettikten sonra Ebu Ğudde: “Ne insanlarmış! Biri okun sevabını satın almak için bütün varlığını feda ediyor, diğeri okunun sevabını dünyalara değişmiyor”[10] diyerek onların engin ihlâs ve samimiyetlerini hayranlıkla dile getirir.

5 – Değerlendirme ve sonuç:

Yukarıda geçen ayet ve hadislerden, tarif ve örneklerden hareketle “ihlâs”ın, biri “imana şirk bulaştırmamak”, diğeri de “amele riya karıştırmamak” olmak üzere iki manada kullanılmış olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla “din samimiyettir” hükmü bize, kâmil ve makbul bir dindarlığın ancak, gizli ve âşikâr şirkin her türlüsünden, az veya çok gösteriş ve riyanın her derecesinden arınarak yaşanabileceğini vurgulamaktadır. Nitekim ayet-i kerimede: “Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın”[11] buyrularak amelde ihlâsa vurgu yapılır. Ayetlerin nüzul sebeplerinin, onları daha doğru anlamak için çok önemli olduğu malumdur. Bu maksatla bu ayet hakkında nakledilen birkaç nüzul sebebini zikretmek yerinde olacaktır.

  • Cündüb bin Züheyr Rasûlullah’a (sav), “Ya Rasûlallah ben Allah için, sadece O’nun rızası için bir iş yapıyorum, fakat birisi bunu görürse seviniyorum.” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah: “Allah temizdir, ancak temiz olanı kabul eder, şirk koşulan şeyi kabul etmez.” buyurdu, peşinden bu ayet indi.
  • Birisi: “Ya Rasûlallah ben Allah yolunda cihad etmeyi seviyorum, ama bunun görülmesini de seviyorum.” dedi, bu ayet indi.
  • Bir adam: “Ya Rasûlallah, ben zekât ve sadaka veririm, akrabamla ilgiyi devam ettiririm. Bütün bunları Allah rızası için yaparım. Ancak bunlardan bahsedildiğinde ve övüldüğümde hoşuma gider, memnun olurum.” dedi. Rasûlullah sustu, bir şey söylemedi. Arkadan bu ayet indi.12

Öyle anlaşılıyor ki ihlâs ve samimiyet, amellerimizin Allah katında makbul ve muteber olması, sevabının kayba uğramaması için, beden için ruh, yemek için tuz kadar elzemdir. Müslümanın, Allah rızası için yaptığı işlerde, bunun dışında şöhret, medh ü sena, takdir, tebrik, teşekkür ve ödül gibi bir menfaat beklentisi içinde olması ihlâs ve samimiyetini zedelemektedir.

 

 

[1] Çantay, Haşan Basri, Kur’an-ı hakim ve Meâl-i Kerim, 6. Baskı, Ahmet Said Matbaası, 1969, c.l,s.218

[2] Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, c.3, s.2150

[3] Yazır, a.g.e., c.9, s.5997

[4] Ahmet b. Hanbel, c.5 s.147

[5] Ebu Davud, Cenâiz, 56

[6] Ebu davud, Eyman, 16

7 Ebu Davud, Vitr, 25

[8] Tirmizî, Deavât,127

[9] El-Kuşeyrî, Ebu’l Kâsım Abdülkerim bin Fevzân en-Nîsâbûrî, er-Risâletü’l Kuşeyriyye, el-Mektebetü’t- Tevfîkıyye, Halep, tahkik: Henî el-Hâc, s.301-302

  • El-Hârisü’l-Muhâsibî, Hâris b.Esed, Risaletü’l-Müsterşidîn, tahkik: Abdülfettah Ebu Ğudde, Daru’s-Selam, Halep, ikinci baskı, s.173-174

[11] Kehf,18/110

  • Kurtubî, Muhammed b. Ahmet el-Ensârî, el-Câmi’ Liahkamii’l-Kur’an, c. 11, s.69, 70