İçeriğe geç

DİNLERARASI DİYALOG HAKİKATTE NEDİR?

             “Sen milletlerine (dinlerine) tabi oluncaya kadar Yahudiler ve Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar.” (Bakara 120)

Diyalog, kelime olarak pozitif bir anlam taşımaktadır, Grekçe “dialogos” Latinceye “dialogus” sohbet etme anlamında geçmiştir ve nihayet diyalog, bireyler ve toplumlar arasında ya ekonomik, ya psiko-sosyal, ya da kültürel, ekonomik ve politik düzeyde olur. Diyaloğun mutlaka çıkar gözetmemesi ön şart değildir. Zira diyalogda bulunan kesimlerin elbette bir birilerinden bekleyecekleri, bir takım çıkarları, taktik ve stratejik hedefleri söz konusu olacaktır. Yani diyalog sadece tanımaya ve anlamaya yönelik bir mahiyet taşımamaktadır. Hatta denilebilir ki Hıristiyani anlamdaki, diyaloğun örtülü esas amacı “misyon”  ve davettir”   Şimdi diyaloğun tarihsel arka planı ile bu yargımızı güçlendirelim.                  

DİYALOĞUN KISACA TARİHSEL SEYRİ

Hıristiyanlık tarihinde  “diyalog” Vatikan’ın Yahudilik dışında, 1965’te Müslümanlarla ve diğer dinlerle aldığı resmi diyalog kararından çok önceleri işlevi olan bir kavramdır.

Örneğin Hıristiyanlık tarihinde diyalogla ilgili yazılan ilk eser en az 19 asırlıktır. Justin Martyr (ö.163) hıristiyan inancını yahudilere anlatmak üzere “Yahudi Tyrpho ile Diyalog” ismiyle son derece hacimli bir eser kaleme almıştır.[1] Burada amaç Yahudi Tyrpho tiplemesinin işığında Yahudiler ve Hıristiyanları bir çatıda buluşturabilmektir.

Ortaçağın Başlangıcında Aziz Benedikt Hıritiyanlık dünyasındaki mezhepsel ve teolojik farkları ortadan kaldırmak yahut uzlaştırmak suretiyle diyalog çerçevesinde küresel bir Hıristayanlık birliğine ulaşmak istemiştir. Yine Ortaçağda Yahudilikten dönmüş Fabiano Fiaghi tarfından yazılan “Dialogo Fra II Cathecuninoe II Padre Cathezhicante(1582) adlı eser Yahudilerle Hıristiyanlar arasındaki dini ve teolojik farklılıkları, problemleri diyalog yoluyla çözmek istemiş konu ile ilgili yahudilerin geleneksel kadim literatüründen faydalanmıştır.[2]

Yine bir başka yahudi dönme olan Petrus Alfonsi “Dialogus Petri et Moysi Judei” (Petrus’un Yahudi Musa ile Diyaloğu) adlı bir diyalog eseri kaleme alarak yahudilere karşı ılımlı ve toleranslı bir çizgi izleyerek Yahudileri Hıristiyanlaştırmak istemiştir.

Dikkat edilirse, bu yazılan eserlerde amaç hıristiyan dünyasında önemli bir problem oluşturan Yahudileri diyalog yoluyla Hıristiyanlaştırmaktır. Yani yazılan eserler Hıristiyan misyonunu temsil etmektedir. Daha sonra Avrupa’da 1600 lü yılıların ilk çeğreğinde başlayan Din savaşları yani Katolik ve Protestanlar arasında milyonlarca insanın ölümüne yol açan mezhep çatışmaları ile Diyalog Avrupa’nın birliği ve selameti açısından daha da önem kazandı.

Batı dünyasında Dinler tarihçisi ve Din Fenemeneloğu olan Rudolf Otto (1869-1937) 1921 de dünya ölçeğinde uluslar arasında tırmanan gerginlik ve savaş olasılığına çeşitli din mensuplarını bir araya getirmeyi hedefleyen  “Dinlerarası Birlik” adında bir oluşumu hayata geçirdi.

Daha sonra gelişen süreçte Dinlerarası diyalog projesi daha da önem kazandı. Zira I. Dünya savaşında milyonların ölmesi ve bilhassa avrupalı emperyal devletlerin biri birileri ile giriştikleri kanlı bir savaştan çıkmaları Kilise’nin özellikle Vatikan’ın Hıristiyanlar arasındaki diyalog girişimlerini artırmasında etkili oldu.

Viyana doğumlu bir Alman Yahudisi olan Martin Buber (1878–1965) diyalog felsefesinin manifestosu sayılabilecek “Ich und Du -Ben ve Sen-” adı ile bir kitap kaleme aldı.[3] Daha sonraki dönemlerde özellikle Protestanların da katkısı ile dinlerarası diyalog faaliyeti Avrupa’da hızla gelişmeye başladı. Nihayet Vatikan 1962 yılına gelindiğinde Asya’nın da Hıristiyanlaştırılması gerektiği kararını bir daha yeniledi. Ancak bu Hıristiyanlaştırma faaliyeti eski klasik misyonerlik yöntemleri ile değil bu sefer diyalog yoluyla olacaktı. Özellikle İncluvistler- kapsayıcılar denilen grup diyalog faaliyetinin başını çekti. Exlusivistler gibi dışlayıcı gruplar, yani diyaloga karşı çevreler Müslümanlarla ve yahut diğer Asya dinleri ile diyaloğu engellemede başarılı olamadılar.

İşte bu nedenledir ki, 1962-1965 tarihleri arasında 141 ülkeden 2860 kadar temsilcinin katılımı ile gerçekleşen İkinci Vatikan Konsili, üç yıl içerisinde önemli kararlar aldı. Bu kararların en önemlisi şüphesiz “Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryasının” kurulması idi.

Artık Papa 23. John, Asya kıtasının Hıristiyanlaştırılması zamanının gelip geçmekte olduğuna inanıyordu. Fakat bu nasıl yapılmalıydı, zira daha önce denenen metotlar esas olarak misyonerliği içinde barındıran bilim kisveli yöntemlerdi; çok büyük çabalara rağmen istenilen sonuçlar alınamamıştı. Örneğin Oryantalism, (Doğu bilimcilik, özelde İslam dünyası), Evangelion (müjdeyi, yani İncil’i yayma), Proclomation (İsa Mesih’in Tanrılığını ve Kutsal Ruh olduğunu açığa vurma, davet), Witness (İsa’nın Tanrı oğlu olduğuna şehadet etme) tüm bu metod ve kavramsallaştırmaların misyonerlik faaliyetinden, yine sömürgeciliğin ve emperyalizmin keşif kolu olarak çalışmaktan başka bir şey olmadığını anlamak, Hıristiyan olmayanlar için zor olmadı.

Durumu iyi analiz eden Vatikan, artık diyalog yolu ile hırıstiyanlaştırma faaliyetine girecekti. Zira diyaloğa kapı aralayan İkinci Vatikan Konsili’nin kilise ile ilgili olan Üçüncü Bölümünde (Lumen Gentium, İnsanların ışığı) şöyle denilmektedir ki, bu diyalogdan Vatikan’ın ve Hıristiyanların ne anladığının en büyük delilidir: Nihayet İncil’i henüz kabul etmemiş olanların, çeşitli biçim ve şekillerde Tanrı’nın Halkı’na katılmaları için yola koyulmaları öngörülmüştür. Ancak Tanrının Kurtuluş Yasası Yaratıcıyı tanıyanların hepsini İbrahim peygambere inanıp, bizimle beraber tek tanrıya inanan Müslümanları da kapsamaktadır. Kilise, Tanrının şerefini yükseltmek ve bütün bu umutsuz (Hıristiyan olmayanların, Müslümanlar gibi) insanların kurtuluşunu gerçekleştirmek için Efendimizin Tanrının oğlu İsa’nın “her yaratığa İncil’i vaaz edin” (Markos, 16-16) şeklindeki buyruğunu daima hatırlayarak, özenle İncil’in yayılmasını amaçlayan misyonlarını kalkındırmakta ve sonuna kadar desteklemektedir.”

“Extra ecclesiam nulla salus”

Diğer taraftan, diyaloğun başlatıcılarından 5. Paul da İkinci Vatikan Konsili’nde, diyaloğun gerçek amacı konusunda, konsil üyelerine şöyle seslenir: “İncil, her yaratığa İncil’i vaaz için tüm dünyaya yayılın der; ben ise buna şunları da ilave ediyorum: Misyonerlik için yeni yollar hazırlamak, yeni yöntem ve vasıtaları gözden geçirmek, yeni aksiyonlar, enerjiler meydana getirmek gerekir.” Ve sonunda diyalog ekibi hemen göreve başladı, önce Kardinal Marella, sonra sırası ile Kardinal Pignodelli, M. Jadot, Kardinal Arinze diyalog şemsiyesi altında misyon faaliyetlerine başladılar.

Evet, Vatikan’ın diyalogdan anladığı kelimenin tam anlamı ile budur. Öyle ki, evliliklerde bile artık Papalar devreye girmektedir. Zaten Benedictus’tan önce Mardin’de diyalog toplantısı yapılırken, tam da o gün Papa İkinci Jean Paul, tüm hıristiyanları Müslümanlarla evlenmemeye, eğer evlenmek zorunda kalırlarsa çocukları mutlaka hıristiyan yapmaya çağırdı. Biz de hıristiyanlarla evlenmeye özendirilmesinin aksine. Aslında hristiyan diyalogcular bir bakıma haklılar, çünkü kilise dogmasına göre,“extra ecclesiam nulla  salus.”(Kilise dışında hiçbir hakikat yoktur!)

Öyleyse Mesih İsa’dan sonra gelen tüm dinler Rafızî, yani sapkındır. Hiçbir diyalogcu kilise mensupları direkt söylemezler ama asla İslam’ı vahyi bir din, Hz. Muhammed’i Allah’ın Peygamberi olarak kabul etmezler. Zira kabul ettiğinde, tanrı oğlu Mesih’in bir anlamı kalmaz. Zaten onlara göre İslam gibi bir din, Hz Muhammed gibi bir peygamber gönderilseydi, Baba Oğul’a, Oğul Havarilere, Havariler de Kiliseye bildirirdi. Bundan dolayı dikkat edilirse, hiçbir diyalog toplantısının sonunda, Kur’an’a, İslam’a, Hz. Muhammed’e atıf yoktur. Çünkü bu hıristiyan dogmaya aykırıdır.

Bırakın İslam’ı, Vatikan, Hıristiyanlık içindeki Metodisler, Mormonlar, Albililer, Üniteryenler, Presbiteryenler, Ebionitler gibi mezhepleri bile kâfir ilan etmiştir. Yani ne kadar diyalogda olsak bile, bir hıristiyan yüzümüze maslahat gereği söylemese bile, her zaman bilinçaltında sapkın bir dine inandığımızı asla unutmayacaktır. Onlar için İslam vahyî değil, sadece sosyolojik anlamda bir dindir. Düşünün, sapkın birisi ile hakikati temsil ettiğine inanan birisinin diyaloğu ne derece sağlıklı olur? Bir Müslüman için burada hiçbir takiyye yoktur. Çünkü İslam, hıristiyan ve yahudileri Ehli Kitap kategorisine koyar. Ama Müslümanlar, Hz. İsa’nın “logos” olarak yeryüzünde Baba’nın (Tanrı) İsa’nın bedenine bürünmüş ilah olduğunu reddettikleri için, kesinlikle kilise dogmasına göre sapkındırlar.

Örneğin oryantalistlerin en ılımlısı olan M. Watt bile, İslam’ın Vahyi bir din olduğunu tam olarak itirafa yanaşmamıştır. Burada denilebilir ki, efendim, biz diyaloğu işte bunun için yapıyoruz. Yani bizim amacımız İslam’ın Batı’daki imajını düzeltmek, barışı sağlamak ve Batılılara İslam’ı öğretmektir. Hemen belirtelim ki, bu saf niyetli yaklaşımlar, dış gerçekliği olmayan farazi bir iddiadan başka bir şey değildir. Neden? Birincisi; diyaloğun Vatikan tarafından resmen yürürlüğe koyulmasından itibaren yapılan araştırmalara göre, İslam’ın imajı daha da kötüleşmiştir. Ve bizzat fanatik hıristiyanlar tarafından kasıtlı olarak terörle özdeşleştirilmiştir. İşin ilginç yanı, diyalog kararına rağmen İslam aleyhine olan kampanyalar da papazlar, piskoposlar ve kardinaller daha da etkin rol oynamaktadırlar. Dünya üzerinde barışı koruma tamamen boş bir slogandan ibarettir. Örneğin hangi diyalog toplantısının Batı’nın, dolayısı ile Hıristiyanların, Irak, Bosna, Sudan, Çeçenistan, Kosova, Telafer ve hakeza Filipinler ve Filistin’deki katliamları önlemede etkisi olmuştur?

Hangi diyalog toplantısında Kur’an’ın tuvaletlere atılması, bizzat Bush’un danışmanlarının İslam’a ve Efendimize yönelik meşum hakaretleri kınanmıştır. Bu ne biçim bir diyalogdur Allah aşkına!

Neden özellikle diyalog toplantılarında Peygamberimiz ve Kur’an dışlanır? Zaten bu bir diyalog değil, kelimenin tam anlamı ile hıristiyanlığın ve Greko-Romen değerlerin propagandasının yapıldığı bir monologdan başka bir şey değildir.

Müslüman katılımcılar da “figüran” olarak yerlerini almaktadırlar, o kadar. Zaten diyaloğun “teorisyeni” kardinal Arinze bu konuda şöyle der: “Kutsal yolcu olarak kilise, öteki dinlere mensup insanlarla sürdürdüğü diyaloğun, kurtuluş diyaloğu olduğunun bilincinde olmalıdır.” [Yani sapkın kabul edilen Müslümanları son kurtuluşa erdirmek(!)]

Demek ki, diyalog, bazılarının zannettiği gibi saf ve temiz bir proje değildir. Olamaz da. Özellikle teoloji-ilahiyat alanında hiç olamaz. Zira hıristiyanlar “teslis” inancından vazgeçemeyeceklerine göre ve yine Kur’an’ın “Allah üçün üçüdür diyenler kâfir olmuşlardır” ayeti değişmeyeceğine göre, bütün bu diyalog toplantıları samimiyetten uzak kalmaya mahkûm olacaklardır. Zaten Arinze ve Karl Barth gibi zevat diyaloğun mutlak anlamda “misyon” ve “davet” (mission and proclamations) temeli üzerinde olması gerektiğini açıkça yazmakta ve konuşmaktadırlar.

Müslümanların diyalogu, tevhid ve tebliğ merkezli olmalıdır.

İslam tarihinde elbette Peygamberimizin, Sahabilerin, halifelerin ve Müslüman âlimlerin hıristiyan, yahudi, mecusi vs. gibi din mensupları ile diyalogları olmuştur. Ancak bu diyaloglarda İslam’ın özellikle “tevhid” noktasında kendilerine yönelttiği eleştiriler gizlenmediği gibi, İslam’ın bütünsel anlamından ve “tebliğ” faaliyetinden asla taviz verilmemiştir. Örneğin, Peygamber Efendimizin, dönemin en büyük imparatorluğunun reisi olan Heraklius’a yazdığı mektuptaki üslup ve azamet; bizim diyalogcuların kullandığı üslup ve retoriğe benziyor mu?

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, Allah’ın kulu ve Resulü olan Muhammed’den Rumların büyük reisi Heraklius’a… Hidayet’e ve hakka ittiba edenlere selam olsun. İlan ederim ki; seni tam bir İslami davetle İslam’a çağırıyorum. Müslüman ol, selamet bulursun. Müslüman ol ve Allah sana iki kat ecrini verir. Eğer yüz çevirirsen, tebaanın günahı senindir.”[4]

Dikkat edilirse, Peygamberimiz bu mektubu kaleme aldırırken, İslam Arap Yarımadasının dışına çıkmadığı gibi, Müslümanların sayısı da milyarın üstünde değildir.

Sonuç olarak, Dinler arası diyalog toplantıları, sinsi hıristiyanlaştırma, etnik kimlikleri ön plana çıkarma, İslam’ı bir nevi protestanlaştırma ve alinasyon (yabancılaştırma) planlarını bünyesinde taşıyan postmodern bir misyon hareketidir.  Öncelikle Efendimizin şahsiyetli ve Kuran merkezli önderliğinde Ali İmran 64. Ayeti Kerimede buyrulduğu şekliyle diyaloğun sürdürülebilir olduğunu söyleyebilirim (Ayet mealen şöyledir: “Ey kitap ehli sizinle bizim aramızda ortak eşit bir kelimeye gelin, Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim, ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve birbirimizi Allah’tan başka rab edinmeyelim”…)

Dikkat edilirse ayet diyaloğun ön şartı olarak Tevhidi ortaya koymaktadır. Çünkü müesses Kilise (Tüm Katolik, Ortodoks ve Protestanlar buna dâhildir. Zira bu üç mezhebe göre de İsa Logos olarak Tanrı-Baba’nın yeryüzündeki insan suretindeki mücessem şeklidir.) Paganizm’den mülhem Teslis’i-Üçlü İlah anlayışını Konsillerle Hıristiyanlara dayatmışlardır. Karşı çıkan Tevhid grupları Arius gibi katledilmişlerdir. Demek ki onlar tesliste direttikleri sürece teolojik düzlemde diyaloğun anlamı yoktur.[5] 

       DİYALOĞUN AÇMAZLARI

  • Müesses Kilise İslam’ı ve onun peygamberini asla vahyî anlamda din olarak kabul etmez. Onlara göre İslam sadece sosyolojik anlamda heterodoks-sapkın bir dindir. Zira diyalogcular açık olarak şunu söylerler eğer biz Hz. Muhammed’i peygamber veyahut Kur’an’ı vahyî Kitap olarak kabul edersek o zaman Hıristiyan olmamızın anlamı kalmaz.
  • Diyalog bir Vatikan projesidir. Amacı da barışı filan korumak değil aksine Müslümanları kimliksizleştirmek ve Hıristiyanlaştırmaktır. Yani diyaloğun öznesi-sujesi Vatikan nesnesi-objesi Müslümanlardır. Zira diyaloğu başlatan Papa 23. John ve onun ölümünden sonra devam ettiren Papa Paul VI yaptıkları konuşmalarda “Müslümanlarla yaptıkları diyaloğun esas gayesinin “İbrahim’i gelenekten gelen Müslümanlara Matta İncilinin de ön gördüğü şekilde İsa-Tanrının kurtarıcı misyonunu anlatarak, İncil’in mesajını onlara ulaştırmak olduğunu açıkça söyler. Zaten bundan dolayıdır ki, Diyaloğun teorisyenlerinden olan Kardinal Francis Arinze diyaloğa katılan Hıristiyan katılımcıyı “holy pilgrim”  kutsal hacı olarak yâd eder.
  • Diyaloğu savunan “inkluvistler” (Yani Kapsayıcılar Örneğin John Hick. Mc.Grath) Makyevelist bir yaklaşım sergilerler. Biz İslam dairesi içerisinde de Tanrı kavramının bilinebileceğini kabul etsek bile “son kurtuluşun”(final Salvation) İsa’nın tanrılığı ve kurtarıcı misyonu ile olabileceğinden vazgeçemeyiz fikrini savunurlar.
  • Diyalogdan teolojik-ilahiyat anlamında bir şey çıkmaz. Çünkü Ne Yahudiler Hz. İsa’nın Mesih olduğuna inanırlar. Ne de Hıristiyanlar Hz. Muhammed’in son peygamber Kur’an’ın da son kitap olduğuna inanırlar. Zira Yahudilere göre Hz. İsa’nın statüsü yalancı Mesih Bar Kocbha, David Alroy gibidir. Ortodoks Yahudiler için henüz Mesih gelmemiştir ve son peygamber de Malaki’dir. Bu dogmadır ve değişmez. Aynı şekilde özellikle Katolikler için Yahudiler teocid (yani Tanrı Katili)dir. Çünkü Yahudiler-Ferisiler dönemin Roma valisi Pontius Pilatus’la iş birliği yaparak Tanrı-İsa’yı çarmıha germişlerdir. Bu aynen bir Müslüman’ın Kadiyani Yahut Bahaî ile yaptığı diyaloğa benzer ve sonuç çıkmaz. Çünkü Hakla Batıl’ın karışmasından Hak sadır olmaz. Yani Bir Müslüman bir Kadiyani veyahut bir Baha’i ile ne kadar iyi ilişkiler içerisinde olsa da Hz. Muhammed’den sonra Gulam Ahmed’in Yahut Bahaullah’ın(Hüseyin Mirza Ali) peygamber olduğunu kabul etmez. Ederse Müslümanlıktan çıkar. Zira bu iki zatın statüsü Şia dâhil tüm ehl-i sünnet mezheplerine göre yalancı peygamberler olan Müseylemetü’l Kezzap, Siccah, Esved El Ansi ve yahut Tuleyha gibidir. Bu inancın her daim varlığını koruduğu karikatür skandallarından da net ve açık bir şekilde anlaşılmıştır. Zira bu krizde Batı’nın yani Hıristiyanların İslam karşısındaki kolektif şuuru bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır.
  • Diyalog bu şekliyle İslam topraklarının işgaline ve Müslüman katliamına meşruiyet kazandırmaktadır. Zira konsil kararları Hz. Muhammed’de ve İslam’a hakareti yasaklamayan ve halen Benediktus gibi İslam’ı vahyi bir din olarak kabul etmeyen bireylerle şaraplı toplantılarda Kur’an okutulmak suretiyle bir araya gelmek, onları taltif etmek, Müslümanların direncini ve azmini azaltır.
  • Diyalog bu şekliyle bir monologdur. Müslüman katılımcılar sadece birer figürandır. Bırakın diyalog toplantılarında Müslümanları anlamayı ve İslam’ın Batı’daki imajını düzeltmeyi Aksine 1965’te Vatikan tarafından diyaloğun resmen yürürlüğe girmesinden itibaren İslam ve Müslümanların imajı daha da kötüleşmiş ve İslam terörizmle özdeşleştirilmiştir. Yani Diyaloğun Müslümanları anlamada ve imajını düzeltmede hiçbir katkısı söz konusu değildir. Diyalogun barışı korumada hiçbir etkisi olmamıştır aksine diyaloğun yürürlüğe girmesinden on beş sene öncesinden yani 1950’den itibaren BM verilerine göre 1,3 milyar insan öldürülmüştür ve bunların 500 milyonu Müslüman’dır. Dikkat edilirse buna Haçlıların, Moğolların, Rusların, Sırp, İngiliz, Fransız, Hollanda, İspanya ve Portekizlilerin yaptığı Müslüman katliamı dâhil değildir. Hani diyalog barışı korumaya yönelikti.
  • Diyalog yoluyla Batı’nın İslam’ı öğrendiği tam bir kuyruklu yalandır. Zira Batılılar İslam’ı bizden özellikle diyalogcu çevreden daha iyi bilmektedirler. Örneğin hiçbir diyalogcunun Tasavvuf bilgisi L.Massignon, Kuran Tarihi bilgisi T.Nöldeke, İslam Bilim bilgisi Helmut Ritter, İslam Felsefesi bilgisi Henry Corbin, İslam Medeniyeti bilgisi H. Gibb, İslam Tarihi bilgisi Dozy, W.Berthold ve M.Watt, Kuran semantiği bilgisi T. İzutsu, Ortadoğu çalışmaları, B.Lewis ve Udo Stanbach vs kadar iyi değildir. Zira bizim diyalogcuların birçoğu harf devriminden önce ölen dedesinin mezar taşını bile okuyamaz. Bunlar mı Vatikan’la boy ölçüşecek.
  • Deniliyor ki Kur’an Hıristiyanların içerisinde Allah adı anıldığı zaman gözlerinden yaş akan keşiş ve din adamları vardır. Doğru ama hangi keşiş ve Hıristiyanlar. Bahira ve Necaşi gibi olanlar amenna. Zaten onlar efendimizin risaletine inanmışlardı. Yani Kur’an’ın kastettiği bugünkü şirk içerisinde olan Teslisçi Hıristiyanlar değildir. Zira Kur’an açıkça Allah üçün üçü diyenlerin kâfir olduğunu beyan etmiştir. Peki, öyleyse Kur’an’ın olumlu anlamda kastettiği Hıristiyanlar kim. Ben cevap vereyim Bir dinler tarihçisi olarak. Bunlar kökeni Hz. İsa’nın üvey kardeşi ve sonradan şehit edilen Hz. Yakub’un önderliğini yaptığı Pavluscu Hıristiyanlıkla mücadele eden tevhidci Hz. İsa’yı sadece Peygamber olarak kabul eden “ebionitik” kökenli Hıristiyanlardır. Bu tevhidci Hıristiyan gruplar, Ariuscular, Üniteryenler, Bogomiller, Albililer vs adı altında varlıklarını günümüze kadar taşımışlardır. Yani sözün kısası Kur’an’ın olumlu anlamda bahsettiği Hıristiyanlar bugünkü diyalog yaptığımız “teslisci” Katolikler, Ortodokslar ve Protestanlar değildir.
  • İbrahim’i gelenek kavramı Hz. Muhammed ve Kur’an hakem olmadan sakat bir kavramdır. Zira Yahudi ve Hıristiyanlar’ın kitabında Hz. İbrahim ve ondan sonra gelen peygamberlerin şahsiyeti yüz kızartıcı tasvirlerle anlatılmaktadır. Kur’an’a göre elinde balta ile inkılâpçı bir biçimde putları kıran Hz. İbrahim’in prototipi, Tevrat ve İncil’de yüz kızartıcıdır. Demek ki, İbrahimî gelenekten aynı şeyi anlamıyoruz. Ve bu geleneğin son biçimi Kur’an ve Hz. Muhammed olmadan diyalog olmaz.
  • Peki, diyalog değil de savaş mı yapalım. Hayır, bundan bu sonuç çıkmaz… Yapalım ama şartları Vatikan koymasın. Projenin nesnesi değil öznesi olalım. Ve şunu söyleyelim; gelin Al-i İmran 64. Ayet-i kerimede buluşalım. İslam’a ve Hz. Muhammed (s.a.v)’e hakaretten vazgeçin. Müesses kilise olarak Batı’nın İslam dünyasında ki tüm katliamlarını ve insanlık dışı uygulamalarını kınayın ve bu işgal ve katliamlara örtülü ve açık destek vermeyin. Tıpkı Papa II. J. Paul’un Ermeni Patriği II. Karakin’le görüşmesinde Türkiye’yi Ermeni soykırımı ile suçlaması ve Cezayir Arşevöki Henry Teslier ağzından Türkiye’nin gerçek sahiplerinin Hıristiyan Ermeni ve Arapların olduğunu söyletmesi gibi. Diyaloğu bir misyonerlik projesi olmaktan çıkarın “Christiana famile” gibi dergilerinizde Türkiye’yi Kilisenin kutsal toprakları olarak göstermekten vazgeçin gelin o zaman diyalog yapalım.

[1] A.M. Harman, The Story ofThe Church, Leichester 1985,s.29

[2] Kenneth R. Stow,”The Burning of the Talmud” in 1553, in light of Sixteenth Century Catholic Attitudes Toward the Talmud” “ Essential Papers on Judaism and Christianity in Conflict, ed. Jeremy Cohen. New York and London1991,s.413

[3] Sharp, Eric J., “Dialogue of Religions”, E.R.., ed. Mircea Aliade, New York 1987, IV,s.346

[4] Bknz: Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I/219

[5] Özşahin, Lütfü, Erken Dönem Hıristiyanlık İnancasında Tevhid ve Teslis Mücadelesi, EBİONİZM, Subrosa Yay.2006 İstanbul