İçeriğe geç

DİPLOMALARIN DEĞERİ

İnsanoğlu bir dilim ekmek mücadelesi yapardı. Bu böyle bilinegeldi. Köyden şehre göç ederken, iş talebi ile kıdemlilerin kapılarını aşındırırken kullanılan slogan ‘bir dilim ekmek’ sloganı idi. Bir dilim ekmek uğruna insanlar diyar diyar dolaşıyorlardı.

Yeni anlayışta durum değişti. Artık ‘bir dilim ekmeğin’ yerini bir diploma parçası aldı. Şehirden şehre hatta ülkeden ülkeye gidenler ‘bir diploma uğruna’ gurbet kahrı çeker oldular. Diploma, gıda dahil her şey hâline geldi. Diplomayla yaşanması umulan birkaç yıl için sağlıktan taviz verildi. Diploma olsun da nasıl olursa olsun diye düşünüldü.

Gelinen noktada ise diplomanın karın doyurmadığı gibi ehliyet dahi kazandırmadığı anlaşıldı. Diplomalı ama beceriksiz nesiller yetişti. İlimden değerli diploma, özünden değerli kabuk gibi durdu karşımızda. Şahsiyeti ve sıhhati yıpranmış gençler, ellerindeki diplomalarla kaldılar. İlim yine uzak dallardaki meyveye benzedi. Sadece diplomada yazan dalda ‘uzmanlığı’ olan, o uzmanlığı da sindirememiş olan ilim adamları ile yoğrulduk.

Bilhassa şeriat ilimlerinin ‘Allah rızası’ haricinde bir gaye ile elde edilmeye çalışılmasının bedeli ağır olacaktır. Dinin menfaate alet edilmesinde abeslik ne ise dine ait ilimlerin menfaate alet edilmesi de odur. Bizde dinle dinin ilimleri aynı terazide durur. İlmi dışarıdan almış olan bir din değildir dinimiz. Haram ve helali belirleyenle onları tatbik eden arasında haram ve helal titizliğinde ne fark olabilir? Üretenle tüketeni ayrı bir anlayış, İslam’ın tatbikinde mümkün müdür? Müslümanların dinlerini, görevleri dindarlara yol göstermek olan fakat kendileri yolda olmayan insanlardan öğrenmeleri tam anlamıyla afettir.

İslam adına bir din bürokratı oluşturulması böyle bir şey olsa gerek. Kendisi sabah namazına kalkmayan birinin, insanlara sabah namazını cemaatle kılma konusunda telkinatta bulunması kabullenilemez bir tutumdur. Bunu ne onlar adına ne de onlara uygun bir zemin oluşturan kitleler adına kabullenilir göremeyiz.

İlim Dindir

İnsana yarar sağlayan her ilim mübarek olma vasfını haizdir. Sağladığı yarar kadar da bereketi vardır. Doğrudan insana hizmet eden ve zaruri olan bir tababet en üstün fen ilimlerindendir. Cana hizmet ettiği için can kadar değerlidir.

Daha aşağısı da o oranda değer taşır. İnsanın dünya ve ahiretine en büyük yararı sağlayan şeriat ilimleri de ahiretin büyüklüğü kadar büyük bir vasfı haizdir. Bunun için ilim yolunda olmak, cennete giden bir yolda olmaktır. Âlimin mürekkebine verilen değer, onun şehitle oranlanması, ilmin bulunduğu düzeyi göstermek için iyi bir işarettir.

İlmin Allah yolunda ve Allah için yapılabilecek işler arasında cihattan geri kalır yanı yoktur. Onu yeri geldiğinde nafile oruçtan, teheccüdden daha geride göremeyiz. Allah için yapılabilir işlerin hepsi için geçerli olan şu kural ilmin hangi gözle görülmesi gerektiğini de anlatmaktadır:

Allah için yapılacak herhangi bir amelin en temel gereği onu bilmektir. Yani o iş hakkında Allah’ın ne murad ettiğini ve nasıl yapılmasını emrettiğini bilmek esastır. Aksi takdirde kimse Allah’ın razı olacağı bir iş yapamaz. Zira Allah’ın rızası ancak O’nun istediği şekilde elde edilebilir. Bu da ilim sahibi olmak demektir. Kim ne yapacaksa, o yapacağı amel hakkında ilim sahibi olacaktır. Cehalet üzerine kurulu iyi bir iş olamaz. Buna namazdan herhangi bir emre kadar her şeyi dahil edebiliriz.

Buradan da anlaşılıyor ki ilim, Müslüman olarak yaşayıp ölmek isteyen her Müslüman’ın en temel ihtiyacıdır. İlimsiz İslam, İslamsız da ilim tasavvur edemeyiz. İlmin de kağıt parçalarındaki rakamlara dayandırılması, nihayetinde önümüze, iş yapan cahillerle herhangi bir iş yapmayan bilginler zümrelerini çıkarmıştır.

Diploması olan, diplomasındakini yaşamayan kitlelerin karşısında, ehil olmasına rağmen diplomasızlığının bedelini itilmişlikle ödeyen kitleler arasında İslam gariptir. Ne diploma abartısına meylederiz ne de sokak kültürünü benimseriz. Bunun ortasının bulunması gerektiğini düşünüyoruz. Diplomamız da bulunsun ama diplomalarımız değil amellerimiz belgemiz olsun. Diplomamız bulunsun ama onu kimden aldığımıza dikkat edelim. Çünkü ilim dindir. Din ilimden geçmektedir.

Altın Öğütler

Hicri 748 yılında vefat eden İmam Zehebî, Siyeru a’lâmin­nübelâ adlı eserinde (7/152) ilim ve âlim ekseninde asıl gayeyi ve çizgilerdeki sapmaları değerlendirerek önümüze çok net hedefler koymaktadır. Yaklaşık yedi asır öncesini anlatan İmam Zehebî’nin sözlerinden biz, yedi asır sonra bugün kendimize önemli ipuçları çıkarabiliriz. İlmin içini doldurma, ilmin asıl gayesini gerçekleştirme konusunda bugün endişeyle izlediğimiz şeylerin asırlar öncesinin de konusu olduğunu bu sözlerden okuyabiliriz. Diploma savaşının yeni olmadığını, şekil ve tarz değiştirerek öncelerden beri devam ettiğini çok rahat söyleyebiliriz. Zehebî, yedi asır öncesini konuşuyor ama bugünü anlatıyor:

‘Selef, ilmi Allah için tahsil ediyordu; ona da ulaştılar. Peşlerinden gidilen önderler oldular. Bazıları da ilmi, önceleri Allah rızası dışında bir şey için istediler; onu elde ettiler de… Sonra uyandılar, kendilerini hesaba çektiler. İlim, yol esnasında onları ihlâsa çekti. Nitekim Mücâhid ve diğerleri dediler ki:

‘Bu ilim yoluna çıktığımızda bizim büyük bir amacımız yoktu. Sonra Allah bize niyet sahibi olmayı lütfetti.’ Başkaları da şöyle demiştir: ‘Bu ilmi biz Allah’tan başkası için öğrendik. İlim ise başkası için olmayı kabul etmedi.’ Bu da iyi bir durumdur.

Sonra onlar salih bir niyetle ilmi yaydılar.

Bazıları ise ilmi bozuk bir amaçla, dünya için, övülsünler diye elde etmeye çalıştılar. Aradıklarını da bulacaklardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: ‘Bir yular elde etmek için cihad edene o niyet ettiği vardır.’

Bu tiplerin ilmin nuruyla aydınlanamadığını görürsün. Kimsenin kalbinde de yerleri yoktur. İlimleriyle de iyi bir amele muvaffak olamazlar. Âlim, Allah Teâlâ’dan korkandır.

Başkaları da ilmi elde ettiler. Onunla makam sahibi oldular. Sonra zulmettiler, ilme bağlı kalmadılar; kebâir günahlara ve çirkin işlere bulaştılar. Yazık onlara. Onlar âlim olamazlar.

Bazıları da ilmine rağmen Allah’tan korkmadı. Dolambaçlı yollara girdi. Ucuz fetvalar verdi. Uç görüşlere meyletti. Kimi de Allah’a karşı cüretkâr oldu; hadis uydurdu. Allah da onu kahretti, ilmi gitti; ilmi ona ateş azığı oldu.

Bunların hepsi ilimden çok şey gördüler, epey mesafe kat ettiler. Peşlerinden gelenlerde ilim ve amel eksikliği ortaya çıktı. Onların ardından gelenler dışarıdan ilim adamı gibi görüldüler. Hâlbuki ilimden anladıkları çok basit şeylerdi. O az ilimle, üstün ilim adamları olduklarını göstermek istediler.

O ilimle Allah’a yaklaşmayı akıllarından geçirmediler. Çünkü onlar peşinden gidilir bir âlim görmediler. Kalabalık oldular, o kadar… Onlardan bir hocanın hedefi, saklayacağı ve bir gün bakacağı bir kitap sahibi olmak oldu. Kitabı karıştırır ama onu uygulamaz… Allah’tan kurtuluş ve af dileriz.

Bazıları diyorlar ya: Ben âlim değilim, âlim de görmedim.’

*     *     *

İlmi Allah rızası için kullanmayı, ashâb-ı kirâm çok güzel başardılar. Onlardan sonra gelen nesillerde de ilim, Allah’ın rızası için elde edilen ve uğruna her şeyin feda edilebileceği bir değerdi. Zaman ilerledikçe ilim, etrafını menfaatlerin kuşattığı bir tarihi esere dönüştü. Kur’an dahil şeriat ilimleri de bu sürece doğru kaydırıldı. Ucunda yakın menfaatlerin görülemediği ilim dalları terk edildi.

Yaşadığımız asırda ilim, diploma ile eşdeğer hale gelmiş bulunuyor. Cahillik vasfı ile vasıflandırılabilecek durumda olanlar için bile diploma iyi bir belge haline gelmiş bulunuyor. Gerek şeriat ilimlerinde ve gerekse beşerî ilimlerde ‘diploma’ nihaî gaye halini aldı.

Mü’min, hangi ilim olursa olsun, ilimle Allah’ı arar, O’nun rızasını arar. Sonucu diploma olanı da olmayanı da bunun için elde edilir. Yaygın kültürü aşmak zorundayız. İnsanların ilgi gösterip göstermediğine bakmadan, Allah’ın rızasına yakın olup olmadığına bakarak ilim yoluna girmek gerekmektedir. Bu, bizim diplomayı bir vesile olarak görmemize mani değildir. Yine diplomamız bulunsun. Ama kâğıt parçaları, pratikten değerli olmamalıdır. Çocuklarımıza hedef olarak kaşeli, mühürlü belgeleri değil, ameli ve pratiği göstermeliyiz.