Toprağın altı suskunlarla doludur. Oysa onların suskunlukları; duymasını, dinlemesini, okumasını bilenler için ne çok şey anlatır. Yanından dikkatsizce geçtiğimiz bir mezar taşı belki de bir döneme, bir devlete yön veren büyükleri gölgesinde misafir etmektedir. İşte bu sebeple Hz. Ömer’in (r.a.) de ifade ettiği gibi Allah’a itaat eden büyük zatları tanımak, bilmek ve sözlerini hayatımıza rehber edinmek gayesiyle her sayımızda yakınımızda medfun bulunan bir Allah dostunu ziyaret ederek onu anla(t)maya, tanı(t)maya çalışıyoruz. Bu seferki durağımız Sultan Süleyman’ın Kanunî sıfatını almasında büyük etkisi olan Şeyhülislamı Ebussuud Efendi’dir.
İmparatorlukların akıbetlerini hükümdarları belirler. Ancak hükümdarlara yol gösteren, o akıbete hizmet eden birileri mutlaka vardır. Ebussuud Efendi de Kanunî’nin hem şeyhülislamı hem de can yoldaşıydı. Devlet-i Âlî’nin istikbaline yön verecek pek çok kararda onun imzası vardı.
“Müftilenâm, şeyhülislam, sultanu’l müfessirîn, hatimetü’l müfessirîn, mual-lim-i sânî, Hoca Çelebi, Ebû Hanife-i Sânî” unvanlarıyla anılan Ebussuud Efendi 30 Aralık 1490 tarihinde İstanbul yakınlarındaki Meteris köyünde doğdu. Babası Şeyh Muhyiddin Muhammed Yavsî, dedesi ise Ali Kuşçu’dur.
Sırasıyla Çankırı Medresesi, İnegöl İshak Paşa Medresesi, Davud Paşa Medresesi, Mahmud Paşa Medresesi, Bursa Sultaniye Pâyesi ve Müftü Medresesi’nde müderrislik yapan Ebussuud Efendi, Kasım 1533’de İstanbul kadılığına daha sonra Ağustos 1537’de ise Rumeli kazaskerliğine tayin edildi. Kara Boğdan, Estergon ve Budin seferlerinde padişahın yanında yer aldı ve Budin fetholunduktan sonra şehirde ilk Cuma namazı kendisi tarafından kıldırıldı. 8 yıl Rumeli Kazaskerliği görevini gören Ebussuud Efendi, Ekim 1545 tarihinde Fenârizâde Muhyiddîn Efendi’nin yerine şeyhülislam oldu.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın kendisine büyük bir saygı duyduğu ve Süleymaniye Camii’nin temelini teberrüken ona attırdığı bilinmektedir. Padişahın Sigetvar seferinde iken yolda yazdığı ve hasta olan Ebüssuûd’un hatırını sorduğu mektubuna, “Halde haldaşım, sinde sindaşım, âhiret karındaşım, tarîk-i hakda yoldaşım Molla Ebüssuûd Efendi Hazretleri” diye başlaması ve “bende-i hudâ Süleyman Hân-ı bî-riyâ” diye bitirmesi onun padişah nezdindeki itibarını göstermektedir.1
Ebüssuûd Efendi’nin, İslâm hukukunun açık hüküm ve ilkelerine aykırı uygulamalara karşı çıktığı, meselâ müste’menlerin (İslâm ülkesinde geçici süreyle bulunmasına izin verilmiş gayri müslimler) şahitliği konusunda padişahın vermiş olduğu bir müsaadeye, “Nâ-meşrû olan nesneye emr-i sultânî olmaz” diyerek itiraz ettiği de bilinmekle birlikte şer‘î hukuka aykırı olmadığı sürece devletin ve toplumun ihtiyaçları gereği yapılan idarî tasarrufları desteklemesi, hatta zaman zaman İslâm hukuk doktrini içindeki farklı görüş ve temayüllerden insanların ihtiyacına en uygun olanını tercih etmesi, onun hukuk alanında yeteri ölçüde uzlaşmacı ve yumuşak bir tavır sergilediğini gösterir.2
Ebussuud Efendi’nin Kur’an-ı Kerîm’in bütününü tefsir ettiği “İrşadü’l Aklı’s-Selîm ilâ mezâya’l-Kitâbi’l-Kerîm” adlı eseri onun “sultânu’l müfessirîn, hatîbü’l müfessirîn” gibi unvanlar almasına neden olmuştur. Müellifin bu eserindeki ehl-i sünnet akidesine bağlı kalması, ayetler arasındaki tenasübün mükemmel şekilde incelenip açıklanmış olması ve zekâ ürünü buluşlarının çok olması dikkat çeken unsurlardandır.
Yirmi sekiz yıl on bir ay şeyhülislamlık yapan Ebussuud Efendi 23 Ağustos 1574’de vefat etti. Cenaze namazını Fatih Camii’nde Muhaşşî Sinan Efendi tarafından kıldırılarak vasiyeti üzerine Eyüp Camii civarında kendisinin inşa ettirdiği sıbyan mektebinin haziresine defnedildi. Ebussuud Efendi’nin gıyabında Harameyn’de de cenaze namazı kıldırılmıştır ve kendisi için birçok mersiye yazılmıştır.
Sultan Süleyman ve Ebussuud Efendi arasında geçen bir olayı anlatıp sözlerimize son verelim: Kanunî Sultan Süleyman bir gün sarayın bahçesinde gezerken meyve ağaçlarını karınca sardığını görmüş fakat onları kireçlemenin, ilaçlamanın caiz olmayacağından korkup, Ebussuud Efendi’nin odasında olmadığı bir gün bir kâğıda şiir şeklinde sorusunu yazarak bırakmıştır. Ebussuud Efendi ise kâğıdı bulduğunda aynı nazım ile devam ettirerek yine şiirle sorunun cevabı yazıp kâğıdı yine aynı yerine bırakmıştır. Kanunî sorunun cevabını merak ettiği bir gün yine boş olan Ebussuud Efendi’nin odasına girmiş ve sorusunun cevabını görmüş. Kanunî’nin sorusu şöyleymiş:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca,
Günah var mı karıncayı kırınca?
Ebussuud Efendi’nin cevabı ise şu şekilde olmuş:
Yarın Hakk’ın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkını alır karınca.
Bu cevap üzerine Kanunî ağaçları ilaçlatmamıştır. i