İçeriğe geç

EBÛ HANİFE VE HADİS

 

Ashâb-ı Kirâm’ın herhangi bir meselede Allah’ın Kitabı Kur’ân’a ve Rasûlullah’ın sünnetine bakma âdeti, sadece kendi dönemlerinde kalmamış; Onlar, İslam dünyasının dört bir yanında yetiştirdikleri tâbiûn nesline de bunu aktarmışlardır. Kur’ân ve sünnet çerçevesinde hâdiseleri ele alma, zamanla vücut bulan ilim dallarının da menheci olmuştur. Tefsirden, fıkha, tasavvuftan kelâma kadar İslâmî ilimler hep Kur’ân ve sünnet temeliyle ortaya çıkmış ve gelişmiştir.

Bu yazımızda pek çok ilmî sahanın mütehassısı, müctehidlerin pîri ve özellikle Fıkıh ilminin kurucusu olan İmam Azam Ebû Hanife’nin ilmî hayatında hadisin yerine bir göz atmak istiyoruz. Zira O, “aklı ön plana çıkararak hadise değer vermemek” gibi bir ithamla tarih boyunca, kimileri tarafından eleştirilmiş, kimileri tarafından da takdir görmüştür. Bugün bile bazıları Ebû Hanife’yi zayıf hadisle amel etmek, hadislere yeterince kıymet vermemek ve hadis rivayetinde zayıf bir râvî olmak gibi son derece ilmî gerçeklerden uzak ithamlarla tenkit etmektedir. Öte yandan bazıları da kendi hadis inkarcılığına Ebû Hanife’yi referans göstermekte, kendilerince onu yere göğe sığdıramamakta ve Ebû Hanife’nin izinden gittiklerini zannetmektedirler. Bu iki kesimin ortak özelliği İmam Azam’ı tanımamalarıdır.

Ebû Hanife’yi anlayamama durumu bugüne has olmayıp İmam Azam’ın kendi döneminde de var olan bir olgudur. Ebû Hanîfe’nin talebesi olan Ebu Muti’ el-Belhî anlatıyor:

“Bir gün Kûfe Camii’nde İmam Ebû Hanife’nin yanında iken Süfyân es-Sevrî, Mukâtil b. Hayyan, Hammad b. Seleme, Cafer es-Sâdık ile diğer bazı fakihler içeriye girdiler ve Ebû Hanife ile konuşarak ona şöyle dediler:

“Duyduğumuza göre, sen dinde çok kıyas yapıyormuşsun. Bu yüzden senin hakkında korkuyoruz. Çünkü ilk kıyas yapan iblistir.” İmam Ebû Hanife Cuma sabahından öğle vaktine kadar onlarla münazara ederek görüş ve anlayışını anlattı ve şöyle dedi:

“Ben önce Allah’ın Kitabı’yla, sonra sünnetle amel ederim. Daha sonra sahâbenin üzerinde ittifak ettiği hükümleri, ihtilaf ettiği hükümlere takdim ederim. Ancak bundan sonra kıyas yapa­rım.” Bunun üzerine hepsi kalkarak Ebû Hanife’nin elini ve eteğini öptüler ve  “Sen âlimlerin efendisisin, bilgisizce senin hakkında ortaya atılan iddialarımız sebebiyle bizi affet.” dediler. İmam Ebû Hanife de, “Allah bizi de sizi de bağışlasın” dedi.[1]

İmam Azam Ebû Hanife hadislere çok önem verirdi. Bu önemi hayatının her safhasında görmek mümkündü. Biyografi eserlerinde Ebû Hanife hakkında söylenen, hadis öğrenmek maksadıyla değişik beldelere gitmiş olması,[2] onun hadise verdiği değeri gösteren çok önemli bir kanıttır. Ayrıca meşhur ve müteşeddid bir münekkit olan Yahyâ b. Maîn’in Ebû Hanife hakkında, “Sa­dece ezberlediği hadisleri naklederdi. Ezberlemediklerini nakletmezdi.”[3] sözü de oldukça manidardır. Yahyâ b. Maîn’in ifadesinden anlaşılan; diyar diyar dolaşıp hadis tahsil eden Ebû Hanife, öğrendikleri hadisleri ezberliyor ve öylece insanlara naklediyordu. Zira kaynaklar, kendisinden yaklaşık sekiz yüz kadar kimsenin rivayette bulunduğunu aktarır.[4]

Ebû Hanife’nin derslerinde hadis önemli bir yer tutardı. O, dersine iştirak edenlere şu telkinde bulunurdu: “Allah’ın dini ile alâkalı hususlarda şahsî görüşler ortaya koymaktan sakının. Sünnete tâbi olun. Kim sünnetin yolundan çıkarsa sapıtır.”[5] Bir defasında Ebû Hanife’nin de bulunduğu, hadis okunan bir meclise Kûfelilerden biri gelir ve “Bırakın bu hadisleri.” der. İmam Azam, adamı çok şiddetli bir şekilde azarlayarak, “Şayet sünnet olmasay­dı hiçbirimiz Kur’ân’ı anlayamazdık.” der.[6]

Dinî ilimleri tahsil edenler için Ebû Hanife’nin şu tavsiyesi çağlar üstü olmuştur: “İçlerinde hadis ilmini tahsil edenler olduğu sürece, insanlar doğruluk üzere olmaya devam eder. Ne zaman ki, hadisi bir kenara bırakıp (hadisten bağımsız olarak) ilim talep etmeye kalkarlarsa insanlık bozulmaya yüz tutar.”[7]

İmam Muhammed’in Kitâbu’l-Âsâr’ında naklettiği bir rivayet, İmam Azam’ın, hadise verdiği kıymeti ifade eden çok bariz misallerden biridir:

“Ebu Hanife’nin Hammad tarikiyle İbrahim’den naklettiğine göre; İb­rahim en-Nehaî, Sâd Sûresi’nde tilavet secdesi yapmamıştır. Çünkü Abdullah b. Mes‘ud da bu sûrede secde etmemişti. İmam Muhammed diyor ki: “Lâkin biz secde edilmesi görüşündeyiz ve Peygamber Efendimiz’den rivayet edilen hadise tabi oluruz. Bize Ömer b. Zerr el-Hemedânî babasından, o Said b. Cübeyr’den, o, İbn Abbas’tan, o da Hz. Peygamber’den şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Sâd Sûresi’ndeki secdede Dâvud (a.s) tevbe için secde etmiştir. Biz de şü­kür için secde ediyoruz.” Ebû Hanife’nin görüşü de budur.”[8]

Öte yandan elimizde mevcut bulunan hadis kitapları dikkatlice ele alındığında, hadislerin Ebû Hanife’nin fetvalarıyla örtüştüğü görülmektedir. Bu da onun hüküm verirken hadisleri dikkate aldığının ve hadislerden bağımsız hareket etmediğinin kanıtıdır. Hadis kitaplarımızda yer alan bazı rivayetlerin İmam Azam’ın görüşlerine aykırı olmasına gelince, bunun arka planında ya bir nesih, ya bir tahsis veya daha farklı ifade edilebilecek bir gerekçe olduğu bilinmelidir. Dikkatli bir inceleme ile bu gerekçeyi bulmak da mümkündür.

Ebû Hanife’nin fetvalarında hadisin yerini görmek bakımından da son dönem telif edilen İ‘lâü’s-Sünen isimli eserin ayrı bir yeri vardır. Kitabın müellifi Zafer Ahmed et-Tehânevî, “Ebû Hanife’nin hadislere kıymet vermediği” iddiasını çürütmek maksadıyla yirmi senelik bir çalışmanın ardından, her fıkhî meselede Ebû Hanife’nin ictihadlarına muvafık olan rivayetleri toplamaya çalışmış bu anlamda 21 cildi bulan kitabına 6123 hadis almıştır. Her bir hadisle alakalı hadis usûlü açısından değerlendirmeler yapmış ve meseleleri fıkhî olarak da ayrıca değerlendirmiştir.

Bu eseri ön yargılardan uzak akl-ı selim incelediğinde, Ebû Hanife’nin hadise verdiği önemi, onun sünneti tespitteki maharetini anlayacak ve İmam Azam lakabının yerinde bir lakap olduğunu görecektir.

Netice itibari ile İmam Azam Ebû Hanife, diğer imamlar gibi hadise ilmî hayatında özel bir yer vermiştir. Mezhebini Kur’ân ve hadis temelinde inşa etmiştir. Zira onun yukarıda naklettiğimiz “Şayet sünnet olmasay­dı hiçbirimiz Kur’ân’ı anlayamazdık.” sözü, hadislerin ne anlam ifade ettiğinin anlaşılmasında efradını câmi ağyârını mâni diyebileceğimiz kabildendir.

[1] Şa‘rânî, Kitâbu’l-Mîzân, 1/225-226.

[2] Örnek olarak bknz. Zehebî, Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ, 6/392.

[3] Zehebî, a.g.e, 6/395.

[4] İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, s.55.

[5] Kâsımî, Kavâidu’t-Tahdîs, s.52.

[6] a.yer.

[7] a.yer.

[8] Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Kitâbu’l-Âsâr, 1/564-565.