İçeriğe geç

EBU’L-HASEN EL-HARAKÂNÎ (K.S) HAZRETLERİ

Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed (Ca’fer) el-Harakânî, Bistâm’ın kuzeyindeki Harakân köyünde dünyaya geldi. 352/963 yılına rastlayan veladeti, Bâyezid-i Bistamî’in vefatından 91 yıl sonradır.

Kaynaklarda ümmî olduğu Bâyezîd-i Bistâmî’nin manevî bir işareti üzerine Kur’an-ı Kerim okumaya başladığı kaydedilmektedir. Harakân’dan Bistâm’a gidip Bâyezîd’in türbesini ziyaret eden Harakânî’nin, Bâyezîd-i Bistâmî’nin ruhaniyetinden feyz alarak “üveysî” tarikla yetiştiği ve şeyhinin Bâyezîd olduğu kabul edilir.

Bâyezîd’in tasavvuf tarzını benimseyen Harakânî’nin Hakk’a ermek için zor riyazetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlandığı bilinmektedir. Harakânî, hırka ve seccade gibi tasavvufun şeklî unsurlarına önem vermemiştir. İlim ve irfanı sebebiyle, “zamanın kutbu ve gavsı” unvanlarıyla anılan bir gönül sultanıydı.

Ebu’l-Kasım Kuşeyrî, Ebu’l-Abbas Kassâb gibi mutasavıflarla, Gazneli Sultan Mahmud gibi devlet ricaliyle muasırdır. Feridüddin Attar’ın, Tezkiretü’l-evliyâ’sında verdiği bilgiye göre, Gazneli Sultan Mahmûd, Şeyh Harakânî’yi ziyaret ederek kendisinden feyz alanlar arasındadır.

Şeyh Harakânî’nin şöhretini duyan Gazneli Mahmud, adamlarıyla birlikte, biraz da onu imtihan maksadıyla Harakân’a gelir. Sultan yanına geldiğinde Şeyh Harakânî, ona özel bir ilgi göstermediği gibi, ayağa da kalkmaz. Sultan pek çok sorular sorar ve şeyhi sınar. Aldığı tatminkâr cevaplar ve şeyhin mehabeti karşısında irkilir, endişesi sevgi ve saygıya dönüşür. Şeyhe bir kese altın ihsanda bulunmak isterse de Harakânî bunu reddeder. Bunun üzerine, “ondan bir hatıra olsun diye” herhangi bir eşyasını ister. Harakânî de Sultan’a bir gömleğini verir. Görüşme tamamlandıktan sonra Sultan, arz-ı veda ederken Şeyh Harakânî onu ayakta uğurlar. Sultan, şeyhin kendisini yolcu ederken ayağa kalktığını görünce sorar:

— Efendim, geldiğimizde ayağa kalkmadınız; ama yolcu ederken ayaktasınız. Bunun sebebi nedir? Şeyh Harakânî, şu cevabı verir:

— İlk gelişinizde padişahlık gururu ve bizi imtihan niyetiyle geldiniz. Ama şimdi dervişlerin haliyle ayrılıyorsunuz. Dervişlik devletine ve tevazu haline saygı gerekir.

Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın Harakânî’yi ziyarete gittiğinde meclisinde susmayı tercih ettiği, “Neden konuşmuyorsun?” sorusuna, “Bir hususta iki tercümana gerek yok.” diye cevap verdiği nakledilir.

Eserinde Harakânî’ye geniş yer ayıran Attâr da, Abdülkerim el-Kuşeyrî’nin, “Harakân’a gittiğimde Ebü’l-Hasen’in heybeti ve haşmeti bana o kadar tesir etti ki dilim tutuldu.” dediğini nakleder.

Nakşibendiyye silsilesinde önemli yeri olan Harakânî; Aynülkudât el-Hemedânî, Necmeddîn-i Dâye, Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi büyük mutasavvıfları derinden etkilemiş, 10 Muharrem 425 (5 Aralık 1033) tarihinde yetmiş üç yaşındayken ahirete irtihal eylemiştir. Vefatından sonra da etkisi uzun süre devam etmiştir.

  1. yüzyılda Bistâm’ı ziyaret eden İbn Batûta şehre gelince Bâyezîd-i Bistâmînin zaviyesinde kaldığını, Ebü’l-Hasen el-Harakânî’nin kabrinin de bu şehirde olduğunu bildirir.

Harakânî, diğergamdı, dertlinin derdiyle ilgilenmeyi severdi. Derdi ki: “Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada birinin parmağına batan diken benim parmağıma batmıştır, birinin ayağına çarpan taş benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben de duyarım. Bir kalpte üzüntü varsa, o kalp benim kalbimdir.”

Kendisine “Sûfî kimdir?” diye soranlara: “Hırka ve seccade ile sûfî olunmaz, merasim ve âdetlerle tasavvufa yol bulunmaz. Sûfî, mahv ve fenâ ile benlikten geçendir. Zira abası ve hırkası olan pek çoktur. Lâzım olan kalp safiyetidir. Elbisenin ne faydası var? Çul giymekle ve arpa yemekle adam olunsaydı eşeklerin de adam olması gerekirdi. Çünkü onlar da çul giyer, arpa yerler.”

Sıdk’ı gönülde olanı konuşmak, ihlâs’ı her şeyi Hakk için yapmak, riya’yı da amelini halk için yapmak şeklinde tanımlardı.

İncitme ve incinme konusunda şunları söylerdi:

— İnsanlar üç zümredir:

  1. Sen kendisini incitmediğin halde o seni incitir.
  2. Sen kendisini incitirsen o da seni incitir.
  3. Sen kendisini incitsen de o seni incitmez.

Tasavvufî umdeleri Nebevî üslûpla şöyle anlatırdı:

“Çok ağlayın, az gülün; çok susun, az konuşun; çok verin, az yiyin; başınızı yastıktan uzak tutmaya çalışın.”

El-Harakânî, cezbeli ve coşkulu meşrebi ile Sıddîkî üslûbu geliştirdi ve emaneti Gazzâlî’nin de şeyhi olan Ebû Ali Farimedi’ye teslim etti.