İçeriğe geç

“EMANET KAYBEDİLDİĞİ ZAMAN KIYAMETİ BEKLE!”

Ebû Hureyre 4 anlatıyor: Bir defasında Fahri Kâinat Efendimiz x ashabı ile konuşurken bir bedevî çıkageldi veKıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu.Rasûlullah Efendimizkonuşmasına devam etti. Oradaki sahabilerden biri“Efendimiz soruyu duydu, fakat soruyu beğenmedi (bu nedenle konuşmasına devam etti).” dedi. Bir başkası da“Hayır, soruyu duymadı” dedi.Allah Rasûlü x konuşmasını bitirince: “Kıyamet hakkında soru soran nerede?” buyurdu.Bedevî “Buradayım, Yâ Rasûlallah.” dedi. Rasûl-i Ekrem x Emanet kaybedildiği zaman kıyameti bekle!”buyurdu. Bu sefer Bedevî: “Emanetin kaybı ne demektir, ey Allah’ın Rasûlü?” diye sordu.  Peygamberimiz x de İş ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!”buyurdu.[1]

Ebû Hureyre’nin 4 rivayet ettiği bu hadise, muhtevası itibari ile iki temel başlık altında incelenebilir. Biri ilim meclisleri ve ilim adabı, diğeri de emanetin kaybedilmesi. Buhârî de hadisi Sahîh’inin iki yerinde nakletmektedir. İlki ilim bölümünde “Bir Şey Konuşurken Soru Sorulanın Konuşmasını Bitirdikten Sorana Cevap Vermesi” babında diğeri de rikâk bölümünde “Emanetin Kaldırılması” babındadır. Bu yazıda yalnızca hadisimizin emanetin kaldırılması kısmı üzerinde duracağız.

Kıyametin ne zaman kopacağı öteden beri insanoğlunun çokça merak ettiği bir husustur. Sahabiler de Peygamber Efendimize x zaman zaman kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar, O x da kıyametin kopacağı vakti bilemeyeceğini[2] ifade etmenin yanında belli bazı alametlerinden bahsetmiştir. Yukarıda mezkûr hadis-i şerifte de emanetin kaldırılması kıyametin alameti olarak ifade edilmiş ve bunun nasıl olacağı da “İş ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” cümlesiyle açıklanmıştır.

Emanet yaygın olarak “koruması için geçici olarak bırakılan şey” anlamında kullanılır. Günlük kullanımda ilk akla bu gelir. Ancak emanetin ıstılahta daha geniş manaları bulunmaktadır. Örnek vermek gerekirse; İbn Abbas 4 “Allah’ın emir ve yasaklarının tamamı”; İbnü’t-Tîn “Allah’tan başka hiç kimsenin bilemediği kulun gizli yönü”; İbnu’l-Arabî “İman” ve Hasan el-Basrî de “Din” diye emaneti tarif etmiştir. [3]  

Bu ve benzeri açıklamalardan hareketle emanet; “Allah’ın kullara yüklediği sorumluluklar, toplumun veya yöneticilerin kişilere tevdi ettiği görevler ve şahısların bireysel olarak diğerlerine geri alınmak üzere bıraktığı şeyler” diye anlaşılabilmektedir.  

Kur’an-ı Kerim’de de emanet kavramı farklı anlamları ile geçmektedir. Mesela; “..Birbirinize güveniyorsanız, kendisine güvenilen borçlu emaneti yerine getirsin ve rabbi olan Allah’tan korksun..[4]ayetindebilinen yaygın anlamında; “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.[5]ayetinde Allah Teâlâ’nın emirleri manasında ve “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.[6] ayeti ile de emanet, toplumun veya yöneticilerin kişilere tevdi ettiği görevler anlamında zikredilmiştir. Bu ayet-i kerimedeki emanet ile hadisimizdeki emanetin aynı olduğu görülmektedir.

Ayet-i kerimede Allah Teâlâ vazifelerin ehil olanlara verilmesini emrederken Rasûlullah Efendimiz de aksi durumu kıyamet alameti olarak ifade etmektedir.

Emanetin ehline verilmesi iki yönlü ele alınmalıdır: Birincisi yöneticilerini seçme konumunda olan halkla ilgilidir ki, her daim tercihlerini liyakat ehli olanlardan tarafa kullanmalıdır. Ehline vermezler veya meseleyi önemsiz görüp tercih haklarını kullanmazlarsa emanetin zayi edilme ihtimaliyle mesuliyet altına girebilirler. Meselenin diğer tarafı da ellerinde yönetim hakkı bulunan idarecilerle ilgilidir. Onlar da ellerinde bulunan vazifenin bir emanet olduğu bilinci ile halka hizmet noktasında görevlendirdiklerinin liyakat sahibi kimseler olmasına dikkat etmelidirler. Buna riayet edilmediğinde onlar da emanete hıyanet etmiş olurlar.

Habib-i Kibriya Efendimiz x, emanetin ehil olana verilmesine tavsiyeleri ile dikkat çektiği gibi uygulamasıyla da önem vermiştir. Valilik görevi talep eden Ebû Zer’e “Ey Ebû Zer! Sen (yöneticilik konusunda) zayıf bir adamsın. İstediğin görev ise bir emanettir. Bu emaneti ehil olarak alan ve gerekeni yapanlar hariç, bu görev kıyamet gününde (hakkını veremeyen için) bir rezillik ve pişmanlıktır.[7]buyurarak pek çok fazilete sahip sahabenin ileri gelenlerinden Ebû Zer’eyöneticilikten uzak durmasını tavsiye etmiştir. Zira herhangi bir noktada yönetici olmanın kendi içerisinde özel ve genel vasıfları haiz olmayı gerektirdiği açıktır. Ayrıca buradaki, layıkıyla ifa edilemeyen bir yöneticiliğin ahirette pişmanlık olması her mü’min için ciddi bir ikazdır.

Peygamber Efendimizin x Mekke’nin fethinde Kâbe’nin anahtarlarını talep eden Hz. Abbas ve Hz. Ali’ye vermeyip daha önceden Kâbe’nin anahtarlarını elinde bulunduran Osman b. Talha’ya tekrar iade etmesi de liyakat ve ehliyet konusundaki net tutumunu göstermektedir.

Hiç şüphesiz işin ehil olmayana verilmesi toplum düzenini bozar. İnsanlar arasında huzur ve güven duygularını bitirir. Fahri Kâinat Efendimiz x bunun bir kıyamet alameti olduğunu bildirmekle, kıyamete yakın liyakatsiz kimselerin artacağını haber vermiş olmaktadır. Üzerinde durduğumuz hadis-i şerifi değerlendirirken evvela kendimize bakmamız gerekir. Günümüzde insanların kimi zaman değişik kademelerdeki amirleri/memurları eleştirdikleri ve liyakatsiz olmakla itham ettikleri bir vakıadır. Bundan önce biz “Acaba sahip olduğumuz vazifelerde liyakat sahibi miyiz? O görevleri hakkı ile ifa etmek için gayret ediyor muyuz? Bu noktada emanet bilincine sahip miyiz?” sorularını nefsimize sormakla mükellef olduğumuzu bilmeliyiz.


[1] Buhârî, İlim 2; Rikak 35.

[2] Müslim, Fedâilü’s-sahâbe 218.

[3] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XIII, 40.

[4] Bakara, 2/283.

[5] Ahzâb, 33/72.

[6] Nisâ 4/58.

[7] Müslim, İmâret 16.